havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

SİYASET YARGI İLİŞKİLERİ ve “TOPLAMA KAMPI”

1966
Burjuva devlet açısından, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir başka açıdan anlamı ve önemi de devletin sınıf karakterini perdelemeye, gizlemeye yönelik olmasıdır.
 
Burjuva liberal ideologlara bakılırsa, yasama, yürütme, yargı erkleri birbirinden bağımsız, birbirini etkilemeyen üç alanı, üç disiplinler toplamını ifade etmektedir.
 
Konumuz açısından siyaset ve hukuk, yürütme ve yargı birbirlerine etki etmeyen, müdahale etmeyen, bağımsız ve bağıntısız iki alandır. Yönetenler, asla yargıya müdahale etmezler, edemezler!...
 
Ama gerçeklere bakıldığında, günlük yaşam içerisinde ortaya çıkan ilişkilere bakıldığında, söylenenlerin, yazılıp çizilenlerin, gerçeği ifade etmediğine tanık olmaktayız.
 
Siyaset, hiçbir dönemde ve en demokratik burjuva devletlerde bile genel olarak hukuktan, özel olarak yargıdan elini çekmemiştir.
 
Dünyanın ve Türkiye’ nin hukuk tarihi, siyasetin yargıya, açık ve kaba müdahaleleri ile ve hatta talimatları ile sayılamayacak kadar çok örnek doludur.
 
Yargıçların kararlarını verirken, siyasi koşullardan etkilenmediklerini, vicdani kanaatlerini hukuk normlarına, yasalara ve usulüne göre toplanmış delillere göre oluşturdukları belirlemesini de sıkça duymuşuzdur.
 
Peki, yaşanılan somut gerçekler böyle midir?
Hükümetler yargıya, dava süreçlerine müdahale etmiyorlar mı?
 
Çok geriye gitmeden, Adnan Menderes ve arkadaşlarından Deniz Gezmiş ve arkadaşlarına, Erdal Eren davasına hiç değinmeden, yalnızca son birkaç haftanın konumuza ilişkin yargıya müdahale sayılabilecek, sayılması gereken olaylarını hatırlayalım…
 
Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ ın KCK davası ile ilgili açıklamalarını dinleyince, doğrusu hukuk devleti, yargı bağımsızlığı gibi kavramların ülkemizde nasıl bir siyasi etkilenmeye, yönlendirilmeye çalışıldığını düşündüm.
 
Başbakan görülen bir dava üzerine ve yalnızca tuttuğu yönetme pozisyonu açısından bir değerlendirme yapmıyordu. Sanki bir dava iddianamesi ve hatta daha ileri giderek bir mahkeme hükmü okuyor, dikte ediyor gibiydi.
Aslında Başbakan bu açıklamalarında KCK’yi değil de BDP’yi hedef alıyordu.
 
Bu konuşma ve açıklamalar, bırakınız hukukun üstünlüğünün egemenliğini, ortalama bir hukuk devletinde, yargı bağımsızlığından söz edilen bir ülkede doğrudan ve kaba bir biçimde yargıya müdahale anlamı taşımaktadır.
 
Sayın Başbakan bununla da yetinmeyerek en son açıklamalarında BDP’ li kadın milletvekillerini hedefleyen konuşması ile de “nefret suçu” işlemiş olduğunun, sanıyorum ki farkındadır.
 
Buradan, yargıçların kararlarını,”siyasi mülahazalarla değil, hukuk ve yasalara göre verdiği” düşüncesini çürüten, yerle bir eden bir başka mahkeme kararını hatırlayalım:
Adana’ da gözaltına alınarak H.B. ve N.C. adlı 2 çocuk çıkarıldığı mahkeme tarafından “Bugünlerde ülkenin içerisinde bulunmuş olduğu bölücü, kışkırtıcı faaliyetler göz önüne alınarak” gerekçesi ile tutuklandılar.
 
Bu davada yargıçlar kanaatlerini bütünüyle siyasi mülahazalar üzerinden ve siyasi değerlendirmeler yaparak oluşturmuşlardır.
 
Ve yine bu karar, birçok mahkemenin;”kendileri örgüt üyesi olmadıkları halde örgüt üyesi gibi davrandıkları” gerekçesiyle verdikleri ceza kararlarını çağrıştırmaktadır.
 
Ne diyelim?...
Evrensel hukuk açısından tartışılması gereken ama bize özgü deyip, geçiştirilemeyecek kadar üzerinde durulması gereken; “yeni”, “konjonktüre bağlanmış”, “siyasetin dümen suyunda” üretilmiş suç(!) ve suçlu(!) yaratma hukuk perspektifi!!!
 
Son örnek olarak Kemal Kılıçdaroğlu’ nun Silivri Cezaevi’ne yaptığı ziyaret sonrasında kullandığı kavramla ilgili birkaç not düşmekte yarar var sanıyorum.
 
Kemal Bey, Silivri Cezaevi’ni bir “toplama kampı” olarak tanımlayan bir açıklama yaptı.
“Toplama kampı” tanımlamasının doğruluğunu yanlışlığını bir yana bırakarak, Silivri’de yatanların suçluluğunu, suçsuzluğunu, niteliklerini değerlendirme dışı bırakarak; çürümüş, kangren olmuş, deşifre edilmiş, kontrgerillacıları dillendirmeden söyleyelim…
 
Eğer bir ülkenin ana muhalefet partisi genel başkanı o ülke topraklarında bir “toplama kampı”nın olduğunu söylüyorsa ve bunu yalnızca basına yaptığı bir açıklama ile geçiştiriyorsa; o ülkede yalnızca hukuk ve yargı alanında, hükümet uygulamaları alanında sorun var, diyemeyiz. Aynı zamanda ana muhalefet partisinin mücadele alanında da ciddi ve önemli sorunlar var demektir.
 
Eğer Sayın Kılıçdaroğlu Silivri Cezaevi’ ni “toplama kampı” diye tanımlıyorsa, böyle algılıyorsa, yapması gereken çok daha farklı şeylerin, farklı ve genişletilmiş mücadelelerin verilmesi gerektiğinin de bir zorunluluk olduğunu bilmelidir.
 
Sonuç olarak, 12 Eylül referandumu ve 12 Haziran seçimleri sonucunda hükümetin yargıyı etkileme ve yargıya müdahale anlamı taşıyan tutumunu ilerlettiğini söylemek abartı olmaz sanıyorum.
 
Türkiye’ de hukukun tarihi, siyasetin kimi dönemlerde açık, kimi dönemlerde dolaylı müdahaleleri ile doludur.
 
AKP hükümeti ise yargıya müdahale zincirine daha kalın, daha belirgin bir halka eklemiştir.