ssboreas17@gmail.com
Bazı kavramlar, günümüz çalışma, siyaset ve sosyal hayatın hemen her alanında, birey karakterini tanımlamak için kullandığımız, sıkça başvurduğumuz nitelemeler halini aldı.
Artık, “Çok çalışkan”, “kendini yetiştirmiş”, “kalifiye”, “görev insanı” gibi işin liyakatini belirleyen kavramlardan ziyade, “Patronun dizinin dibinden ayrılmıyor” ya da “o zaten şu partinin üyesi” gibi nitelemeler belirleyici oluyor…
Şöyle bir bakın çevrenize!
Ne kadar çok olduklarını fark edeceksiniz!
Yandaşlık ile yanaşmalık arasındaki ince çizgiyi ‘tavır’ kavramı ile tanımlayabiliriz.
Yandaş bir kimse, hiç kimse için rahatsız edici olmayabilir. Yani bir kimse, sosyo-politik olarak, düşüncesine, hayatı yorumlama biçimine, inanış ve karşı koyuşlarına uygun bir şekilde, herhangi bir siyasi yapıyı, organizasyonu destekleyebilir. Hatta, tüm hatalarına rağmen, onun çizdiği çizgide kalmakta bir sakınca görmez.
Bir takım tutar gibidir, çok da sorgulanmaz. Zaman zaman rahatsız edici bulunsa da, bu onun sosyal-kültürel ortamda ‘tavrı’ olarak değerlendirilir ve kabul edilir.
Ancak, “yanaşma” kavramı, çok daha tehlikeli, çok daha rahatsız edici, hatta mide bulandırıcı bile olabilir.
Bir çalışma ortamı düşünelim…
Şirkette veya daha küçük ölçekte bir iş yerinde, çalışanların ayrımı neye göre yapılır? Sorusuna; Liyakat, performans, bilgi, beceri, yetenek vs… dersek bunlar “doğru” cevaplar olur.
Peki “bu ayrım neye göre yapılmaz?”
İşte bu soruya vereceğimiz cevaplar; patrona, müdüre, amire, şefe ve benzerleri olan, oranın yetkilisi kim ise, ona yapılan şirinlikler, dedikodu düzeyindeki bilgi akışı vs… gibi gözle görülür “yalakalıklar” ve bu minvaldeki cevaplar ”yanlış” cevaplardır.
Bunlar, genel kabul gören “doğru” ve “yanlış” belirlemeleridir.
Günümüzde, kurumlarda, iş yerlerinde, iş değil, dedikodu üreten insanlar, liyakatsiz, bilgi ve beceriden yoksun, işine değil, koltuğuna, iş yerindeki konumuna sahip çıkmak için, tavırsız ve sınırsız bir yalakalık da hayatlarını idame ettiriyorlar.
Biat etmek de genel hatları itibariyle bu kapsamda değerlendirilebilir. “Yandaşlık” ile farkları çok, “yanaşmalık” kavramına daha yakın olarak değerlendirsek de, biat etmenin bile bir alt metni olabilir.
Yanaşmalık; insan türünün, 200 bin yıllık serüveninin içinde, en aşağılık grubunu oluşturuyor olabilir.
Genel karakteristik özellikleri; patron ya da hedef kişi kimse, tabiri yerindeyse, gaz kaçırsa; “oh ne güzel koktu efendim” demekten çekinmeyecek, bunun mükafatı olarak da hem kendi koltuğunu sağlamlayacak hem de çalışma ortamında istemediği herkesi, çeşitli iftira, dedikodu ve yalanlarla işinden edebilecek düzeydedir.
Dışarıdan onları izlediğinizde, bir maske partisi, bir maskeli balodaymışsınız gibi hissediyorsunuz…
Dostoyevski’nin Çarlık dönemini ve ilişki biçimlerini anlattığı “Öteki” kitabında olduğu gibi… Ancak, herkes kendi ‘Öteki’siyle karşılaşma, yüzleşme şansını ya da iradesini gösteremiyor ve ‘Öteki’sinin esiri oluyor dahası ‘Öteki’, ‘Asıl’ın yerini alıyor.
Bu ilişkiler ağı içinde, genel karakterlere ayak uydurmak ya da kendimizi bunlardan korumak arasında bocalayıp duruyoruz.
Bastırılmış duygular ve karakterler en ihtiyaç olunan zamanlarda ya da en işe yarayacağı zamanlarda ortaya çıkıyor.
Kendini doğru-dürüst bir insan olarak kodlayanların, konumlarını korumak için içlerindeki ‘Öteki’ye başvurmaları, işe yaradıkça devam etmeleri ve ‘Öteki’nin asıl karakteri haline gelmesine engel olamadıkları, çevrelerince de desteklenmeleri hatta patron ya da şef, artık her kimse, bundan memnun olması da bu ‘öteki’ karakterin kalıcılaşmasına yol açıyor.
‘Öteki’leri, teşhir etmenin bir faydası da yoktur. Her an kendilerini gizlemeye, içlerindeki ‘Öteki’yi göstermemekte mahirdirler. Yine de son söz; bunlardan olabildiğince uzak durun… Aynı havayı teneffüs etmek, belki akciğerlerinize zarar vermez ama karakterinizi aşağıya çeker… Ve inanın, kendinizdeki değişimi fark edemezsiniz bile!...
Konuyu burada bitirelim, zaten burada yazılanlar, genel hatlardan ibaret ve herkesin de bildiği şeyler. Daha spesifik örnekler verilebilir, yazı daha da somut bir yöne gidebilir ama şimdilik mesele teşhir etmek değil.
Yazının amacı, herkesin bildiği, günümüzde sıkça kullanılan iki kavramın (yandaşlık ve yanaşmalık) ayrımını bir kez daha hatırlatmaktır. Bu yönüyle de yazının mesajı biraz da; ‘uzak durun’ diyebilmektir.
Yazıyı Dostoyevski’nin, ölümsüz karakteri Goladkin’in İvanoviç’e yönelik, ‘Öteki’nin tersini tariflediği sözleri ile bitirelim…
“İmalı sözlerden de hoşlanmam. İkiyüzlülüğe tenezzül etmem; iftiradan, dedikodudan tiksinirim. Maskeyi ancak maskeli balolara gittiğim zaman kullanırım, başka zamanlar yüzüm açıktır; olduğum gibiyim...”