havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

SİYASET, HUKUK; ERZURUM, ERZİNCAN

2420

Erzincan, Erzurum, Ankara üçgeninde başlayıp, İstanbul’a ulaşan ‘yargı skandalı’ başka şeylerin yanı sıra düzenin ‘arızalarını’ açığa çıkarması bakımından önemli verilere işaret ediyor.
Birincisi, kuvvetler ayrılığı ilkesinin ‘biçimsel’ açıdan tartışmalı, ‘öz’ açısından ise, koca bir masal olduğunu gösteren en son ve önemli bir kanıt oldu.
En demokratik ülkelerde bile yasama, yürütme ve yargının bağımsız olanlar olduğu tartışmalı iken bizim gibi ülkelerde durumun daha da vahim olduğu sayısız örneklerle ortaya çıkmaktadır.
Siyaset- hukuk, siyaset- yargı etkileşimi ve ilişkisi (bazı durumlarda çelişkisi) nin çelişkisi tarihi çok eskilere dayanmaktadır.
İktidarı alan siyasi güçler, her dönemde verili hukuk sistemini değiştirmek ve/veya hukuku bu yeni siyasete entegre etmek için veya her iki yolu birlikte izlemişlerdir.
Hukukun özü itibariyle ‘özel’, ‘inceltilmiş’ ve ‘rafine’ bir siyaset olması bu durumu (yani siyasetin hukuk etkileme çabalarını) kolaylaştırmakta ve hatta belli ölçülerde kaçınılmaz kılmaktadır. Doğaldır ki her yeni siyasetle verili hukuk sistemi arasında; yani hukuk sisteminin geleneksel güçleri ve kurumları ile siyaset arasındaki ilişkiler zaman zaman çelişkiye ve çatışmaya dönüşebilir. Siyaset ya da kendisine uygun yeni bir hukuk sistemini zorunlu gören siyaset hukuka karşı bayrak açmak durumu ile karşı karşıya kalabilir. Hukuk her zaman siyasetin basıncını üzerinde hisseder.
Hukukun siyasetten ‘özgürleşmesi’ ve ‘bağımsızlaşması’ başka güç ve dinamiklere bağlı olarak ve yine dönemsel ve göreli olarak gerçekleşebilir. Ancak bu durum son derece karmaşık (aslında basit) toplumsal güç ilişkilerinin ve çatışmaların sonucunda elde edilebilir ve somutlanabilir bir durumdur.
Siyasetin hukuka etkisi ideolojik, felsefi ve hatta kültürel eksenlerde (siyasetin ve hukukn niteliğine göre) gerçekleşir.
Ancak hukukun somut, pratik bir uygulama alanı olan yargı da ise durum (yani siyasetin etkisi) daha sancılı, daha örgütsel, daha kurumsal, daha pratik olarak ortaya çıkar.
Bu nedenledir ki hukuk için daha teorik olan yargı için pratiktir; hukuk için genel olan, soyut olan yargı açısından özel ve somuttur.
Şimdi burada yaşanan duruma dönersek AKP hükümeti uzun süredir hukuk ve yargıya müdahale etme iddiaları ile eleştirilmektedir.
AKP siyaseti kendisini güçlü gördüğü dönemlerde ve alanlarda hukuk ve yargıyı kendi siyasetine entegre etme, değişiklikler yapma siyasetine ayak bağı, engel olarak gördüğü hukuk ve yargı kurumlarıyla çatışmaları göze almaktadır. Buna karşı sistemin geleneksel güçleri ve kurumları direnmekte ve hükümetin siyasetine karşı koymakta çatışmalara girmektedir.
AKP bu politikasını 12 Eylül cuntasının şekillendirdiği anayasal ve yasal sistemin hukuk ve yargı normlarının toplumda oluşturduğu tepkiye dayalı nedenler üzerinden gerçekleştirmek istemektedir.
Son olay da dahil olmak üzere bu tartışmalar kendiliğinden de olsa toplumsal bilinç açısından ve bir bütün olarak sistemin halkçı olmayan yönlerinin ortaya çıkması açısından bir yarar sağlamaktadır.
AKP Hükümeti’nin derdi demokratik, çağdaş ve hukukun üstünlüğüne dayalı bir sistemi, bir düzeni kurmak değildir. (Ancak bu başka bir tartışmanın konusudur.)  
Yeni duruma yani İlhan Cihaner olayına dönersek ister yüksek yargı çevrelerinin söylediklerini doğru kabul edelim, ister hükümet çevrelerinin sözüne inanalım ortada bir skandal var.
Faturasının ve sonuçlarının kime çıkarılacağı şimdiden kestirelemeyen utanç verici bir skandal.
Öyle anlaşılıyor ki arka planda süren iktidar savaşı çatışmayı sürdüren güçler, güç ilişkileri sonucu tayin edecektir. Bir not daha; acaba bu çatışma ,yargı üzerinden gerçekleşen bu son çatışma, Genelkurmay Başkanı’nın işaret ettiği ‘asimetrik’, ‘psikolojik’, ‘harekat’ ekseninde ortaya çıkan bir durum mu? Yoksa başkanın söylediği ‘karanlık senaryolar’dan yeni bir örnek mi?
Ama biz biliyoruz ki tecrübeler göstermiştir ki bu çatışmadan demokrasi ve hukukun üstünlüğünün egemenliğine dayalı bir sistem çıkmaz.
Her şey şimdi sessiz gibi görünen büyük çoğunluğun, halk kitlelerinin siyaset sahnesine kendi talepleriyle çıkmalarının sonucunda şekillenecektir.
Sahi TEKEL işçilerinin direnişinin kaçıncı günü ve onlar hangi hukuk ve adalet düzenine tabidirler!..
Neresinden tutarsanız tutun her şey çürümüş ve artık mızrağı çuvala sığdırmak kolay olmayacak!...