havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

ÖNCESİ VE SONRASIYLA YEREL SEÇİMLER

Bir genel belirleme yaparsak; hiçbir sonuç kendisini belirleyen koşullardan bağımsız değildir ve bağımsız olarak değerlendirilemez?

7511

 

 

                31 Mart Yerel Seçim sonuçları da seçim öncesinin nesnel ve subjektif koşullarından, ilişkilerinden ve en genel ifadesiyle sürecin özelliklerinin genel toplamından bağımsız olarak gerçekleşmemiştir.

                Birincisi, seçim sonrası ortaya çıkan daha doğrusu “yaratılan” kaotik durum, seçim öncesini bütün özelliklerini üzerinde taşıyor.

                Şöyle söylemeliyiz; demokrasimiz, hukukumuz ve bu iki kavramın kurumsallaşmasının ve yine aynı zamanda kurumsal kültüre sahip olmasının nitelikleri nasılsa, seçimin nitelikleri de; özellikle esas ve usul açısından aynıyla vakidir.

                Bu durumu bir kadercilik anlamında söylemiyorum. Bugün, özellikle İstanbul’da hukuk usullerine uymayan bitmek tükenmek bilmeyen itirazların daha iyi anlaşılması açısından söylüyorum.

                Hukuk normları elin tersiyle bir yana itilmiş… Muhalif partilerin (ki örnekleri bilinmektedir) itirazları reddedilirken, iktidar ortaklarının hukuk usullerine bakılmadan tüm itirazları kabul görmektedir. Şaşırtıcı mıdır? Değildir!.. Zira perşembenin gelişi çarşambadan belliydi…

                Yani, 31 Mart yerel seçimleri seçime katılan partiler açısından demokratik olmayan, eşit olmayan, adil olmayan koşullarda gerçekleşmiştir. İktidar partilerinin devlet olanaklarını sonuna kadar kullanmaları bir yana, devlet gücünü de bir tehdit unsuru olarak seçim propaganda konuşmalarının sürekli vazgeçilmeyen bir söylemi olarak sonuna kadar dillendirmiş ve kullanmışlardır.

                Tehditler, hakaretler, aşağılamalar, küçümsemeler vs vs…

                Kısaca seçim öncesi atmosfer böyleydi. Daha öneki yazılarımızda belirttiğimizden tekrara düşmemek için bu kısa hatırlatma ile yetinelim.

                Peki, seçim öncesinde başka hangi koşullar vardı? Ekonomik krizin ucu yavaş yavaş halka dokunmaya başlamıştı. Seçim sonrasında koşulların giderek daha çok ağırlaşacağı öngörüsü sezinlenmiş gibiydi. Ve yılların birikimleri, halkın sessizliği ve toplumsal derinlik içerisinde dipten gelen dalgaları biriktire biriktire yükseltiyordu. Ve yine iktidar partilerinin söylemleri inandırıcılıktan uzak, vaatleri ise tükenmiş gibiydi. Ve kısaca bilinen seçim sonuçlar gerçekleşti…

                Ve o gecenin; seçim gecesinin tüm bilindik hikâyesine rağmen sandıklardan, özellikle başta İstanbul ve Ankara olmak üzere büyük kentlerden muhalif partiler kazanarak çıktılar…

                İktidar besbelli ki bu sonuca hazırlıklı değildi. Ve yine iktidar çevresinde kümelenen gruplar, sn Erdoğan’ın ikna gücüne fazlaca güvenip bel bağlamışlardı. Özellikle de İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni kaybedebileceklerini akıllarının ucundan bile geçirmemişlerdi.

                Geçerken şunu söylemeliyiz; bu yazı kaleme alındığında (cumartesi) İstanbul’da belirsizlik devam ediyordu. Ancak sonuçlar nasıl olursa olsun iktidar bloku İstanbul’u kaybetmiştir! Geri sayım oyunlarıyla ve YSK’nın kararıyla(!) Binali bey kazanan ilan edilse bile bunun faturasının çok daha ağır olacağı, ekonomiden siyasete, diplomasiden maliyeye tüm alanları olumsuz etkileyeceği ve kaosu artıracağı şimdiden söylenebilir.

                Bu “Sandık darbesi” diyen aklı evvel yorumlar(!) ise ciddiye alınamayacak kaybetmenin şokuyla, belirsizliğe ve sandığın içinde darbeci aramak gülünçlüğüne sığınan zavallı bir hezeyandan başka bir şey değildir. Tutmaz bunlar, tutmaz!..

                Ancak şimdiden bir şey söylemeliyiz; besbelli ki seçim sonuçlarını içine sindiremeyecek olan iktidar, kaybettiği yerel yönetimlere karşı hiç de “dostça” ve anayasal bir hak ediş üzerinden yaklaşmayacak/yakınlaşmayacakmış gibi görünüyor…

                Düşünsenize, Diyarbakır yerel seçimlerini kazanan adayların daha adlarını öğrenmeden haklarında soruşturma açıldığını öğreniyoruz. İşte size küçük(!) bir gösterge!.. Peki, ne yapmalıyız? Yerel yönetimlerin etrafında, demokratik ve halkçı yönetim ilkelerini, demokratik değerleri ve emeğin taleplerini savunmak üzere, bütün halk güçleri ile daha doğrusu, onların örgütlü temsiliyetleriyle birleşik bir mücadeleyi demokratik bütün araç ve olanakları kullanarak gerçekleştirmek, günün ve geleceğin belirleyeni olacaktır…

                Bir şey daha hatırlatalım. Büyükşehirlerin iktidarın elinden alınmış olması, demokrasi güçlerinin birlikte davranmasının bir sonucu olduğu gerçeğinden geleceğe dair ders çıkarılmalıdır. Özellikle Selahattin Demirtaş’ın çağrısının büyükşehirlerde etkisinin inkâr edilmemesi gerekir.

                Çanakkale’ye dönersek… Doğrusu, Çanakkale halkı, başta kadınları olmak üzere; erkeği, yaşlısı genciyle tarihsel birikimine ve sahip olduğu demokratik değerlere bir bütün olarak kazanımlarından vazgeçmeme ve onu büyütme iradesiyle yüksek oranda bir oyla sn. Ülgür Gökhan’ı yeniden Belediye Başkanı seçmiştir. Bir anlamda 18 Mart anmalarında yok sayılan iradesine de kısıtlanan sesine de tepkisini dile getirmiştir. Ülgür Başkanı tebrik ediyorum. Bu arada, seçim sonrası seçimi kazanan sn. Gökhan’ı tebrik ettiğini öğrendiğimiz diğer belediye başkan adayı Ayhan Gider bey de bu davranışıyla, doğal ve olması gereken tutumu sergilemiştir. Ve unutulmasın ki bu seçimler arka plan ilişkileri açısından sn. Ayhan Gider ile Ülgür Gökhan arasında geçmemiştir. Bu seçimler, Ülgür Gökhan ile egemen siyaset arasında geçmiştir. Bu nedenledir ki Ayhan Gider bey, alacağı en iyi sonucu almıştır.

                Şimdi, Çanakkale kendi değerlerini yeniden üreterek sanat, kültür ve toplumsal hayatın tüm alanlarında kentsel dinamikleri hareketlendirerek önümüzdeki yıllara büyük bir heyecan ve coşkuyla yürümeyi planlamalı; ve Ülgür başkan, programında açıkladığı hedefleri gerçekleştirecek uygulamalara başlamalıdır. Bir kez daha söyleyelim “iyi” yeterli değil, kendisinden “çok daha iyiyi” şeyler bekliyoruz ve Çanakkale biriktirdiği değerler ve dinamiklerle bunu hak eden bir kenttir sözümüzü yineliyoruz.

                Not: Şimdi kitlesel 1 Mayıs’lara coşkuyla hazırlanmayı önümüze bir görev olarak koymalıyız.