havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

MİLİTARİST KÜLTÜR!...

2280
12 Eylül cuntacıları Kenan EVREN ve Tahsin ŞAHİNKAYA’ dan sonra sıra 28 Şubat’ın mağrur generali Çevik BİR’ in yargılanmasına geldi.
 
Sermaye basını bayram yapıyor.!...
Gazeteler demokrasi manşetleri ile çıkıyor!...
 
“Militarizm ve vesayet dönemi bitti!” “Yaşasın demokrasi!” naraları atılıyor.
Meğer ülkede ne kadar çok anti-militarist kalem erbabı, demokrasi havarisi varmış.
Hani 12 Eylül’ü, 28 Şubat’ı yaşamamış olsak, bu dördüncü kuvvetin, demokrasi şövalyeliğine soyunan kahramanlarına inanacaktık.
12 Eylül’ün ve 28 Şubat’ın çanak yalayıcılarını alkışlayacaktık.
Ama henüz belleklerimizi yitirmedik, arşivler orta yerde!...
Yine de, bu sahte demokrasi havariliğinin, konunun muhataplarını bir özeleştiriye yönelteceğini ve demokrasiye yönlendireceğini ummak iyimserliğini göstermek istiyoruz.
 
Aslında militarizm, birkaç üniformalı generalin siyasi eğiliminden, ülke yönetimine müdahale hevesinden, darbe yapma veya darbeye teşebbüs etme işgüzarlığından ibaret değildir.
 
Militarizm, burjuva demokrasilerinin, günümüzde ise tekelci sermaye egemenliğine dayalı bütün yönetim biçimlerinin “günü gelince”, “başları sıkışınca” ve esas olarak halk muhalefetlerini bastırmak üzere,” yedekte beklettiği”, “el altında tuttuğu” bir yönetme seçeneğidir.
 
Bu nedenledir ki, militarizm aynı zamanda bir kültürdür. Ve ideolojik ve politik olarak, ekonomik çıkarlar olarak, varlığını büyük sermayeye bağlayan tüm organizasyonlar, kurumlar, militarist kültürün savunucuları, taşıyıcıları ve geniş kitleleri militarizme ikna etmenin ya doğrudan araçları ya da araç olmanın potansiyel adayları özelliğini taşırlar.
 
Eğer, 12 Eylül ve 28 Şubat süreçlerinin yazılıp çizildiği gazete arşivlerine, köşe yazılarına dönüp bakarsak; çok sayıda ve çok çeşitli çevreden örnekler görebiliriz.
 
Eminiz ki, Kenan EVREN ve Çevik BİR çok daha özel örneklerin anısına ve bilgisine sahiptirler.
Buradan toparlayarak söylemek istersek; Türkiye’de giderek aşınmakla, azalmakla birlikte bir militarist darbe kültürünün varlığını yadsımak pek kolay görünmüyor.
 
Eğer, meseleyi birkaç darbeci generalin mahkeme huzuruna çıkarılması ve cezalandırılması ile sınırlı tutarsak, toplumsal bir yanılgıya düşmemiz kaçınılmaz olur.
 
Darbecilerin yargılanmasını, darbelerin yargılanmasına ve sorgulanmasına ve daha da ilerleterek, faşizmin yargılanmasına ilerletemezsek, gerçek anlamda sonuçlar alınması/almamız zorlaşır.
 
Militarizmin ve darbelerin hayatın bütün alanlarını, bütün dokularını, bütün birimlerini etkilediğini, kalıcı izler bıraktığını, tahribatlar yarattığını bilerek bir tutum sergilemek, buna göre bir pozisyon tutmak, gelecek açısından, demokratik gelenekler ve değerler oluşturmak açısından, tarihsel bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.
 
Darbecilerin yargılanması, bu anlam ve yönüyle bir “ilk adım” olarak elbette önemlidir.
Ancak ve yalnızca bir “ilk adım” olmanın bütün eksikliğini ve zaaflarını kendi içinde taşımakta ve barındırmaktadır.
 
Genişlemeye, derinleşmeye ve daha ileri adımlara ihtiyaç olduğu da daha şimdiden gözlemlenmektedir.
 
Bir kültürün (militarist kültürün) ortadan kaldırılması, yerini insana özgü, hayatın bütün alanlarına özgü yeni bir kültüre (gerçekten demokratik bir kültüre) bırakması uzun, zorlu, yoğun ve en önemlisi toplumun bütün dinamik güçlerinin katılımı, çabası, emeği ve mücadelesi ile mümkün kılınabilir.
 
Sayın Başbakan’ın söylediği gibi ve söylediği kadarıyla “vesayet bitmiştir” sözlerinin mutlak bir gerçeklik olarak kabul edilmesi, inanılması durumunda başka bir tarihsel yanılgı ile yüz yüze gelebiliriz.
Bugün siyasi ve toplumsal gelişmelere, demokratik değerlere ve kurallara baktığımızda; haklar ve özgürlüklerin kullanılmasını ölçü olarak aldığımızda, militarizmden, militarist yönetme tarzından arındığımız söylenebilir mi?
 
Militarist kültürün ülkeyi yönetme politikalarından izlerinin silindiğini söyleyebilir miyiz?
 
Demokratik normların, ülke yönetimine bütünüyle egemen olduğunu iddia edebilir miyiz?
 
Sorun; zulüm ve baskının askerler veya siviller eliyle gerçekleştirilmesi değil; zulüm ve baskının doğrudan kendisinin ortadan kaldırılması sorunudur.
 
Sorun; hayatın bütün alanlarında, insana özgü bir siyasetin ve kültürün, yönetme biçimine egemen olup olmaması sorunudur.
 
Sorun; hakların ve özgürlüklerin, toplumun ezilenleri, mağdurları ve mazlumları tarafından hangi ölçüde kullanılıp kullanılamadığı sorunudur.
 
Bizce, darbeci generallerin yargılanması konusuna, buradan ve bu perspektifle bakılması, bir toplumsal/demokratik ihtiyaçtır.
 
Aksi halde, toplumsal militarizasyonun gerçekleşmesinin aracı, militarist yönetme biçimlerinin, militarist kültürün, sivil ve seçilmişler eliyle uygulanmasını alkışlayan, basit figüranlar ve şakşakçılar olma ikiyüzlülüğüne çıkan yolun, bedbaht yolcuları olma durumuyla karşılaşma sonucunu doğurur.
 
Bu yol demokrasiye çıkmaz!..