havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

İnsan Hakları! (2)

2059
   Soruları, sorunları ve tartışmaları ile, bir İnsan Hakları Haftası’nı daha geride bıraktık!..
   Aslında insan hakları kavramı insan hakları örgütleri ve buna bağlı olarak ‘suç’ ve ‘ihlal’ kavramları; tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de zaman zaman alevlenen tartışmalara konu olmaktadır. Bu tartışmalar sırasında, çoğu kez; ‘suç’ ve ‘hak ihlali’ kavramları arasındaki çizgi belirsizleştirilmektedir.
   Öncelikle bilinmesi gereken şey; bir hak ihlalinin gerçekleşmesi için, devletlerin veveya devlet atına yetki kullanan kişi veya kurumların, dolaylı veya doğrudan kusurlu olması gerekmektedir. Bazı özel durumlarda da, başlangıçta suç olan bir konu, bir durum hak ihlaline dönüşebilmektedir.
   Tüm ülkelerde, gerçekleşen hak ihlallerine karşı, insan hakları örgütleri kurulmuştur. Türkiye’de ise, 20 yılı aşkın bir süredir İnsan Hakları Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı ve son yıllarda ise, Mazlum-Der gibi örgütler mücadele etmektedir.
   Ve yine devletler, kendi suçlarını, kusurlarını, yaptıkları hak ihlallerini, açığa çıkaran, izleyen ve buna karşı mücadele eden, insan hakları örgütlerini sevmezler! Ve bu örgütleri kitlelerin gözünde değersiz göstermek için çabalarını (!) esirgemezler. Bu yüzden gerici rejimler ve hükümetler insan hakları savunucularını hedef alan uygulamalara, cezalandırmalara ve zaman zaman infazlara başvururlar.
   Ve yine bu nedenle, Birleşmiş Milletler, İnsan Hakları Aktivistlerini Koruma sözleşmesini kabul etmiştir.
   Tüm bu tartışmaların ve söylenenlerin ışığında şimdi şu soruyu sorabiliriz: Devletler; kişi güvenliği ve özgürlüğünü gerçek anlamda teminat altına alsalar; anayasalara ‘Evrensel Bildirge’ ve bu alanda kabul ettikleri uluslar arası sözleşmelere uygun davranarak; hukukun üstünlüğünü her durumda ve koşulda egemen kılsalar tüm dünyada insan hakları örgütlerine ihtiyaç doğar mıydı?
   İnsan hakları örgütlerinden ve mücadelesinden rahatsızlık duyan (!) kimi kişi ve çevrelerin bu soruyu düşünmesi ve yanıtlaması gerekmektedir.
   Kuşkusuz, insan hakları örgütleri ve mücadelesi, keyfi ve kendiliğinden ortaya çıkmamıştır. Diğer alanlarda kurulan örgüt ve verilen mücadeleler gibi; insan hakları örgütleri ve mücadelesi de bir ihtiyaç üzerinden şekillenmiş ve ortaya çıkmıştır.
  Ancak; bir ülkede insan haklarına duyulan saygı, hak ihlallerinin olup olmaması yalnızca devletlerin niteliği, hükümetlerin tutumu ile de sınırlı değildir. Yönetici erkin bu alandaki uygulamalarını toplumun ulaştığı, insan hakları bilincinin düzeyi de etkilemektedir.
   Eğer, bir toplumun insan hakları bilinci yeterince gelişerek bir kültürel form durumuna yükselmişse bu durum, hak ihlallerini önleyen en temel kaynak ve dinamiklerin başında yer alır.
   İnsan hakları bilinci; tıpkı estetik bilinç gibi, soyutlanmış, tek başına gerçekleşen bir bilinç değildir. Demokrasi ve yurttaşlık bilincini, anayasal devlet mantığının ve evrensel sözleşmelerin algılanmasının, özgün ve rafine bir biçimini ifade etmektedir. Bu bilinci toplamlar, onlarca yıllık süreçleri yaşayarak, mücadele ederek ulaşırlar.
   Umalım ki; ülkemize ve tüm ülkelerde, insan hakları örgütlerine ve mücadelelerine gerek kalmaz. İnsan lığın ulaşacağı ortak insan hakları bilinci ihlalleri yer yüzünden silip, süpürecek güçlü bir rüzgara dönüşür…