havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

DÜNYADA ÇELİŞKİLER KESKİNLEŞİRKEN…

2064
   Kapitalizmin tarihsel belalısı; krizler “merkez ülkeleri” sarsıyor, yarattığı sonuçlar günlük yaşam içerisinde, giderek artan oranlarda açığa çıkıyor.
   Krizlerin birisi bitmeden diğeri başlıyor. Sermaye hükümetleri, sosyal hakları kısarak, vergileri artırarak, faturayı çevre ülkelere ve halklara çıkarmaya çalışıyorlar.
   Bu politikaların da bir sonucu olarak, işsizliğe, vergilerin artırılmasına ve sosyal hakların kısıtlanmasına karşı halklar, ayağa kalkıyor.
   ABD’de protestolar 25 eyalete yayılmış durumda.
   İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, İspanya ve Portekizli emekçiler, yürüyüşler, mitingler ve grevlerle hakları için mücadele ediyor.
Yoksulluk, yalnızca Somali’de değil. Fransa’da 2011’in ilk 9 ayında sosyal yardımlaşma fonundan yardım alanların sayısı 2buçuk milyona yaklaştı.
   Tekelci sermaye hükümetlerinin öngördüğü ve hatta kaçınılmaz gördüğü bir diğer kurtuluş yolu(!) ise; ekonomilerin ve politikaların militarizasyonunu gerçekleştirme yoludur.
   Doğaldır ki, militarizasyonun sonuçları, içeride “kırbaç politikalarını” dışarıda ise savaş tehditlerini artırmaktadır.
    Ekonominin militarize olması politik militarizasyonu, politik militarizasyon ise geriye dönerek, artan oranlarda ekonomik militarizasyonu beslemekte ve geliştirmektedir.
   Savaş bütçeleri artmakta, silah sanayi ve teknolojilere büyük paralar harcanmakta…
   Kapitalist üretimin zorunlu sonuçlarından biri olan, aşırı üretim ile pazarların büyüklüğü ve derinliği arasındaki çelişki (antagonizma); genel, bölgesel, yerel savaş ve çatışmalarla çözülmek, aşılmak istenmektedir.
   Bu durum, düz bir çizgi izlemez. Gerçekleri halklardan gizlemek için karmaşık politik manevralar, kirli diplomasi oyunları sahnelenir.
   İç politikaların nerede başlayıp, nerede bittiği dış politika ile hangi ölçüde iç içe geçtiği propagandistler aracılığı ile özellikle anlaşılmaz kılınır.
   Uzmanların, stratejistlerin, analistlerin mesaileri artar.
   Bu genel çerçeveyi çizdikten sonra bölgemize ve ülkemize dönebiliriz.
   Bilinen bir gerçek var ki, Ortadoğu ve Kuzey Afrika emperyal ülkelerin, her zaman iştahını kabartmış, ilgi alanından hiç çıkmamıştır.
   Son günlerde sözü edilen coğrafyada yaşanan gelişmeler, artan gerilim, yeni gelişmeleri de aslında yeni sorunları da diyebiliriz, beraberinde getirmiştir.
   Akdeniz’de ortaya çıkan doğalgaz ve petrol rezervleri, ABD ve batılı emperyalistler, tekeller açısından yeni bir rant kaynağı ve ilgi odağı durumuna yükselmiştir.
   Türkiye açısından ise füze kalkanı sistemi Malatya Kürecik’ e kurulma kararı komşu ülkelerle var olan ilişki ve çelişkilere yeni bir boyut eklemesi bakımından önem kazanmıştır.
   Suriye ve İran ile olan, önceki ve bilinen tartışmaları, izlenen politikaları tekrarlamadan başka bir olaydan daha doğrusu haberden ve bu haberin konumuzla olan ilişkisinden söz edelim.
   11 Ekim günü ekranlarda bir haber izledik. Haber şöyle (ve aslında eski bir haber);” PKK liderlerinden Murat Karayılan’ın, Ağustos ayı içerisinde İran güvenlik güçleri tarafından yakalandığı ve sonra yapılan pazarlıklar sonucu serbest bırakıldığı” şeklinde idi.
   Bu haberle ilgili olarak, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç ve bazı hükümet yetkililerinin de değerlendirmeleri olmuştu.
   Aynı günün akşamı, Habertürk kanalında “Akşam Raporu” programının konuğu Sayın Sedat Laçiner’ di.
   Laçiner, kendisinin bir “Uluslar arası İlişkiler Uzmanı” ve “Stratejist” olduğunu da belirterek; İran, Türkiye, Suriye, AB ve ABD ilişkilerine yönelik analizler yaptı.
   Kandil’e bir operasyonun yapılmasını savunarak ve hatta bir Kurmay gibi taktik planlar önerdi.
   Bu analizleri dinlerken iki şey dikkatimi çekti:
   Birincisi; Laçiner, Murat Karayılan’ın yılan hikayesine dönen yakalanma konusunun “neden şimdi?” gündeme taşındığı sorusunu sormayı, açıklama yapmayı unuttu(!) ve ya önemsemedi.
   Ama biliyoruz ki, bir stratejist analiz yaparken olay ve olgularla, verili durumun,”yaşanan an”ın ilişkisini ve bağını kurar.
   İkincisi; yine PKK yöneticilerinden Suriyeli Bahoz Erdal adını kullanan, Feyman Hüseyin’in Suriyeli olduğunu, bugünkü Suriye yöneticileri ile aynı dinsel inançtan olduğunun altını çizmesiydi.
   Yani Sayın Laçiner, Bahoz Erdal’ın mezhebine özel bir gönderme yapma gereği duydu.
   Bu konu, İran, Suriye ve Türkiye arasındaki ilişkilerin geldiği nokta açısından kısa bir değerlendirmeyi hak ediyor sanıyorum.
   (Önce, ABD’nin İran ve Suriye konusundaki politikalarını düşünelim ve hatırlayalım.)
   Hükümet, füze kalkanı sistemini Malatya Kürecik’ e kurma kararını aldıktan ve bunu açıkladıktan sonra İran’ın tepkisini çekmişti.
   Öte yandan, Başbakan Suriye konusunu “bizim iç meselemiz” diyerek, önemine vurgu yapmıştı.
   Şimdi buradan, Laçiner’ in Murat Karayılan ile İran ilişkisi, Feyman Hüseyin’le Beşar Esad yönetiminin aynı mezhebe mensup olmalarına vurgu yapmasını, sınırlarımız içinde yapılan çatışmalar, ölümler, evlere düşen acılar ve oluşan toplumsal duyarlılıkla birlikte ele aldığımızda, nasıl bir algıya neden olabileceğini kestirmek zor değil.
   Bakın, İran Karayılan’ı serbest bırakıyor, Suriyeli Feyman Hüseyin (mezhebinin altını çizerek) Türkiye sınırları içerisinde saldırılar gerçekleştiriliyor…
   Bu analiz, bu söylem, söz sahibinin bütün niyetinden bağımsız olarak; İran ve Suriye’ye karşı düşmanlık algısının, duygusunun güçlenmesine hizmet eder.
   Kürecik’ te kurulacak olan füze kalkanı sisteminin bir haklılık ve meşruiyet kazandırma bilincinin yaratılmasına hizmet eder.
   Füze kalkanı ve radar sistemine karşı ülkemizde oluşan, yurtseverlik bilincine, kitlesel tepkilere karşı olan bir propaganda argümanı olarak değerlendirilmeyi hak eder.
   Son söz olarak; dış politika “özünde” iç politikadır. Bugün ve ülkemizde bu, daha çok böyledir.
   Her stratejistin tuttuğu bir “politik pozisyon” olduğunu ve “ortaya konuşmadığını” bilen, anlayan yurttaş sayısının, sanılandan daha çok olduğunu hatırlatalım.