havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

DİYANET İŞLERİ BAŞKANI MISIROĞLU'NU NEDEN "KUTSADI"!..

Eğer siyasal ve ideolojik konumlanışınız sizi "yeni" bir tarih yazıcılığına ve "yapıcılığına" zorluyorsa, ya da şöyle diyelim; siyasal ve ideolojik varlığınızı bir tarihe-tarihselliğe bağlamak istiyorsanız, öncelikle bir hikayeye ve kahramanlara ihtiyaç duyarsınız.

7402

 

 

                Elbette iş bu kadar basit değildir… Tarih sadece kahramanlardan ibaret değildir!? Figüranlara da ihtiyacınız vardır…

                En önemlisi de ritüellere, retoriklere ve sembollere duyduğunuz ihtiyaçtır. Bunlar da yetmez!.. Hani Kartaca’lı komutan Hannibal: “ Ya bir yol bulacağız ya da bir yol açacağız.” Demişti. Günümüzün yeni tarih yazıcılığına soyunanlar ise, daha çok düşmana ihtiyaç duyarlar ve onlar, “ya bir düşman bulmak” “ya da bir düşman yaratmak” zorunda hissederler kendilerini…

                Bugün  kendi varlığını, tarihsel bir geçmişe bağlamak isteyen günün egemen siyasetçileri ise; hem “düşman bulmak” hem de “düşman yaratmak” konusunda son derece beceriklidirler…

                Bir kısa not daha düşelim… Reddettikleri yakın tarihi ve o tarihi yaratan önderliği bölerek ve itibarsızlaştırarak, kendilerine bir meşruiyet alanı açmak için de yapılan yoğun çabalara da tanıklık ediyoruz bugün!..

                Şimdi ne demek istediğimizi somutlayalım… Ve buradan Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığına ve yapılan saldırılara geçebiliriz.

                Bilindiği üzere Kadir Mısıroğlu, Kurtuluş Savaşına atfen, “Keşke Yunan galip gelseydi, ne hilafet yıkılırdı, ne şeriat kaldırılırdı…” “ Bizim gavur, elin gavurundan daha şiddetlidir…” demişti...

Bu sözün sahibi, iktidar tarafından itibar görmüş bir şahıstır. Şimdi yeniden gündeme gelme sebebi, 9 Kasım günü, Diyanet işleri başkanının Kurtuluş Savaşı-Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlığını ve karşıtlığını gizlemeyen Kadir Mısıroğlu’nu resmi bir kıyafet ve makam aracı ile evinde ziyaret etmesi ve bu ziyaretin görüntülerini 10 Kasım Atatürk’ün ölüm günü servis etmesi ile başlayan tartışmalardır.

Tepkiler üzerine Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, “Kul hakkı”, yapılan eleştirileri de “hak yemek ve haksızlık” olarak genelleyip, vaziyeti toparlamaya çalıştı. Elbette ziyaretin tarihi, ziyaretin yapılış şekli, öyle söylendiği gibi “kul hakkı” ile hasta ziyareti ile izah edilebilecek bir olay değildir. Derin bir tarihsel, ideolojik ve politik arka plan ilişkisine sahip ve bu ilişkinin su yüzüne ve bilinçli olarak çıkması-çıkarılması ile ilgilidir!..

Hilafeti ve saltanatı savunma düşüncesi hangi retoriklerle izah edilirse edilsin, gelip mandacılığa dayanmaktan kendisini kurtaramıyor.

Ali Erbaş, topluma bir mesaj veriyor; Hilafet ve şeriat savunuculuğunun safında durarak kendi pozisyonunu açığa vuruyor! Bu bütünüyle icazetli ve bilinçli bir davranış olarak yapıldığı kanaatini oluşturmuştur.

Bu ve benzeri mesajlar, hatta küfürler hatta hakaretler, zaman zaman bulunan her fırsatta ortaya konulmuştur. Cumhuriyet düşmanı bir damarın varlığı, bilinmekte ve gözlemlenmektedir. Mustafa Kemal’e yönelik saldırılar ve hakaretler de öyle!..

Gazi Mustafa Kemal Atatürk isminin birlikte söylenmemesine özen gösterilerek; Gazi Mustafa Kemal denilmesi tercih edilmiş, çok zorunlu kalınmadığı sürece Atatürk ağza alınmamıştır. Mustafa Kemal ile Atatürk neredeyse bölünüp parçalanmakta, diğer söylemlerin yanı sıra isim üzerinden bile bir zayıf düşürme, itibarsız kılma psikolojisinin yaratılma çabası da son yılların açığa çıkmış davranışları olarak tanıklık ettiğimiz gerçeklerdendir .

Kadir Mısıroğlu ve Diyanet İşleri Başkanı arasındaki ziyaret buradan değerlendirilmektedir. Ve devamında Atatürk heykellerine saldırılar ortaya çıktı…

Evet, Cumhuriyet demokrasi ile, demokratik değerler ile taçlandırılamamıştır ve Kurtuluş Savaşını ve sonrasında kurulan Cumhuriyet rejimini objektif ölçülerle, tarihsel bağlamıyla değerlendirmek değildir mandacı çevrenin yapmak istediği şey. Hilafeti savunanlar, şeriatı savunanlar Kadir Mısıroğlu’nun retorikleri ile; hem bağlanmak istedikleri Cumhuriyet öncesi tarihi ve hem de bugün inşa etmek istedikleri dinci, şeriatçı,siyasi gerici yönetsel, toplumsal sistemin işaret fişeklerini atmaktadırlar!..

Bir yönüyle de bütün bu olup bitenlerin önümüzdeki seçimlere giderken eriyen ve çözülen kitle desteğini yenilemek ve yine giderek ağırlaşan ekonomik krizin sonuçlarını unutturmak, yeni “düşmanlar” üzerinden yeni bölünmeler yaratarak var olan mevzileri koruma ve yenilerini kazanma çabası olarak da değerlendirilebilir.

Bu siyasi gerici saldırı ve kampanyaya karşı soyut bir Cumhuriyet savunusu değil, Cumhuriyetin demokratikleştirilmesi, ekonomik krizin faturasının iktidar sahiplerine ve sermayeye çıkarılması, yerel seçimlerde siyasi demokrasi talebinin halkın yönetimlere en etkili biçimde katılmasının mekanizmalarının ortaya konularak savunulmasına genişlemesi, yığınları birleştirmenin; hilafetçi, şeriatçı odaklara-her çeşit siyasi gerici ideolojiyi besleyen kapitalist-emperyalist merkezlere karşı mücadeleyi de içine alan bir dinamik ve etkin yığınsal karşı koyuşları örgütlemek bugün tarihsel bir zorunluluk ve sorumluluktur!..

Not:Bu konuda, Evrensel Gazetesi Yazarı İhsan Çaralan’ın 15.11.18 tarihli “Sorun Fesli Kadir Değil, İktidarın Tarih Anlayışıdır.” başlıklı yazısının okunmasını öneririm.