havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Cumhuriyet ve siyasi gericiliğin din istismarcılığı!

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı öncesi, ortaya çıkan gelişmeler üzerine "siyasi gericiliğin" din istismarcılığı üzerine düşüncelerimizi paylaşmak istiyoruz...

5315

 

 

 

Ancak, haberlere konu olan bir olayı öncelikle hatırlatmanın yararlı olacağı kanısındayız…

 

CHP Nevşehir İl Örgütü, 29 Ekim’de  "Atatürk`e Saygı ve Cumhuriyet Yürüyüşü" düzenlemek için ilin valisine başvurur. Valilik, çok tanıdık ve ikna edici olmayan, daha doğrusu Anayasal haklara aykırı bir kararla yürüyüşe ve mitinge izin vermez!...

 

Yalnız lütfeder sayın “Cumhuriyetin valisi”(!) çelenk koyabilirlermiş!...

 

CHP Nevşehir İl Başkanı da yürüyüşü yapmayacaklarını, karara uyacaklarını açıkladı!

 

Bizim görüşümüz, valinin bu Anayasa ve hukuk dışı, keyfi kararına karşı, Anayasal hakların kullanılmasının gerekli olduğu yönündedir elbette... Ancak biliriz ki herkes kendi eyleminden sorumludur.

 

Şimdilik biz, bu haberi hatırlatmakla yetinerek Cumhuriyet karşıtı, tekil olaylara da geçmeden ve yine gerçek laiklik, cumhuriyetin demokratikleşmesi, bağımsızlık ve emekçilerin haklarının ulusal ve uluslararası tarihsel birikimlerini geliştirip ilerletecek bir niteliğe ulaşması -ki bu günümüz sınıf hareketi açısından asgari talepler düzeyindedir- konularındaki görüşlerimiz saklı kalmak kaydıyla belirtelim; Türkiye’nin kuruluşundan gönümüze, sönümlenmeyen, dönüşmeyen bir hilafetçi, saltanatçı, siyasi gerici bir damar varlığını hep koruyarak bugünlere gelinmiştir.

 

Birincisi bu siyasi gerici, hilafetçi, saltanatçı damarın kendi karakteristiği, ikincisi emperyalizmin, daha doğrusu emperyalist tekelci burjuvazinin siyasi gerici özellikleri ile uyum içerisinde olması, siyasal eğilimlerinin örtüşmesi ve bu coğrafyada kökten demokratik bir dönüşümün yaşanamamış olması, bugün açısından asla unutulmaması gereken bir toplumsal, siyasal, sosyal alan olarak dikkate alınmalıdır ve damar bu genel tablodan beslenmektedir.

 

Birkaç örnek; Menemen Olayları olarak tarihe geçen; askerlik görevini yapan Öğretmen Mustafa Kubilay’ın Derviş Mehmet adlı bir gericinin kışkırttığı güruh tarafından katledilmesi… Maraş, Çorum, Madımak olayları ve çoğu kez “din elden gidiyor” söylemleri etrafında toparlanan güruhların irili ufaklı hareketleri… Bunların tamamı sözünü ettiğimiz dinci gericilik istismarından beslenen, siyasi gerici sönümlenemeyen o hilafetçi damar üzerinden üretilmiş olaylar ve gelişmelerdir…

 

Ve siyaset, başka bir ifadeyle siyasi gerici egemen siyaset/siyasetler din istismarcılığından kutsallar üzerinden asla elini çekmemiş, camileri siyasetin mekanları olarak kullanmaktan asla vazgeçmemişlerdir. Bugün de böyledir dün olduğu gibi…

 

Bilirsiniz, Fesli Kadir, “Keşke Yunan kazansaydı” diyen, bu alanın muhataplarınca simgeleştirilmiş figürlerinden birisidir.

 

Ve yine bugün Cuma namazında camilerde okunan hutbelerde, Mustafa Kemal’in adından söz edilmemesi, Diyanet İşleri Başkanının önceki eylemleri bilindiğinden kabul edilemez, ama şaşırtıcı değildir… O daha geçtiğimiz yıllarda, resmi elbisesiyle 9 Kasım günü yukarıdaki sözün sahibi Fesli Kadir’i evinde ziyaret etmiş ve bu ziyaretin fotoğraflarını 10 Kasım günü kamuoyuna servis etmiş bir şahsiyettir ve Fesli Kadir’in izinden gittiğini gizlememiştir.

 

Bir başka gelişme ise, 29 Ekim günü yine Ankara’da Vali ve Milli Eğitim Müdürünün imzaları ile Tevfik İleri Anadolu İmam Hatip Lisesi’nde “15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik Günü” anması ve “Gölge Oyunu”na, tam da Cumhuriyet Bayramı’nın kutlanacağı saatlerde, öğretmen, veli ve öğrencilerin katılması için talimatlar yazılıyor…

 

Sanki başka bir gün yokmuş gibi, biz bu cinliğin amacını anlayabilecek durumdayız. Bu Cumhuriyet karşıtlığının koşullara uygun ifadelendirilişinden başka bir anlam taşımaz.

 

Sonuçta, şöyle bir söylemi bilirsiniz; “Okula, camiye ve kışlaya siyaset sokmayın.” Bu sözün pratikte hiçbir karşılığı olmamıştır. Siyasi gericilik ve onun egemen siyasetleri bu üç alandan hiçbir zaman ellerini çekmemişlerdir. Zaman zaman toplumsal tepkiler karşısında faaliyetlerini gizleme gereği duymuşlardır hepsi o kadar. Bu bir gerçek demokrasi sorunudur. Bunun, gerçekten laik, demokratik bir ülkede yurttaşların kendi inançlarını, inandıkları gibi yaşama özgürlüğünü elde edinceye kadar da süreceğini söylemek bir kehanet değildir. 

 

Çünkü bu din istismarcısı örgütler, partiler, samimi inançlıların inançlarının politize edilmesinden beslenmektedirler. Son dönemde egemen siyasi figürlerin, camilerde hutbeler vermesi de bunun bir sonucudur ve asla laiklikle bağdaşamaz…

 

Ancak şunu da söylemeliyiz: “Sureti haktan görünmek” adına bu istismarcılıklara başka bir yön ve açıdan su taşımak görüntüyü kuvvetlendirmek, olsa olsa kendilerini yerel seçimlerde iktidara taşıyan devrimci demokratik dinamiklerden kopmak, hatta kendi çalışkan ve özverili tabanından kopmak anlamına geldiğini belirtmeliyiz…

 

Belki biraz daha basit anlamıyla söylersek, onlar, cinlikleri ve kurnazlaşmış zekaları ile şecaat arz ederken sirkatin söylemek gafletine düşmediklerini sanırlar.

 

Ancak bir genelleme yapalım;

 

Özgürleşmiş akıl, dağı dağdan aşırır

Kurnazlaşmış zeka başı önü düşürür

Birinciler abad olur ikinciler mahcup

Ki hala mahcup olabilecek bir yüz kalmışsa eğer…