havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

ÇEVRE TAHRİBATLARI ve ÜÇÜNCÜ KUŞAK HAKLAR!...

3575
İnsan hakları; değerleri, kavramları ve hatta yinelenip yenilenen literatürü, terminolojisi ile hareketli, gelişen, dinamik süreçleri ifade eder.
 
Ortaya çıkan yeni toplumsal ve ihtiyaçlar ve bunların insan haklarını ve yaşamını etkileme biçimleri, buna karşılık, ortaya konulan mücadeleler ve talepler, yeni “hak manzumelerini” gerekli kılmaktadır.
 
Bu nedenlerle, “birinci” ve “ikinci” kuşak haklardan sonra “üçüncü” kuşak hakları ortaya çıkarmış ve kabul görmesi sonucunu doğurmuştur.
 
Başta Birleşmiş Milletler Örgütü olmak üzere, ilgili diğer uluslararası ve bölgesel örgütler (AB gibi) bu hakları onaylamış, teyit ve ilan etmişlerdir.
 
Bilindiği gibi en temek hak yaşama hakkıdır. Ancak, bir cümle ile şunu söylemeliyiz: İnsan hakları kavramları ve terminolojisi açısından, yaşam hakkı yalnızca insanın, her nasıl olursa olsun biyolojik varlığını sürdürebilmesinden ibaret değildir.
 
Bu hak (yaşam hakkı); insanın maddi ihtiyaçlarının sosyo-kültürel, artistik, moral değerlerin, ruhsal ihtiyaçların, onurun, pratik ve günlük olarak elde edilebilir olduğu koşulların varlığı anlamına gelmektedir.
 
Dünyadaki verili toplumsal ilişkiler, savaşlar, çatışmalar, işsizlikten çevre tahribatlarına kadar uzanan sorunlar, yaşam hakkını, doğrudan ve ya dolaylı olarak etkileyebilmektedir.
 
Ortaya çıkan bu sıraladığımız sorunlar, çoğu kez devletlerin ve hükümetlerin politikaları ile doğrudan ilişkilidir.
 
Bu durum, insan hakları örgütlerini ve aktivistlerini daha fazla mücadeleye, hakları savunmaya iten başlıca nedenlerdendir.
 
Bu yazıda, esas olarak üçüncü kuşak haklardan söz etmeyi düşünüyorum. Ancak bütüncül olması açısından birinci ve ikinci kuşak haklarının maddelerini sıralamadan, yalnızca ana başlıklarını hatırlamakta, konumuz açısından yarar var sanıyorum.
 
Birinci kuşak haklar, ana başlık olarak; kişisel ve siyasal haklar, ikinci kuşak haklar yine ana başlık olarak; ekonomik, sosyal ve kültürel haklar ve özgürlükler, üçüncü kuşak haklar ise; dayanışma hakları/kolektif hakları ve özgürlükler.
 
Bu hakların kapsadığı alanları(maddeleri); 1982 yılında dayanışma haklarına ilişkin uluslararası 3. paket önerisiyle “Barış hakkı, çevre hakkı, gelişme hakkı ve insanlığın ortak mal varlığına saygı” şeklinde belirlendiğini ifade edelim.
 
Bu süreci özetlersek; 1968 Tahran Bildirgesi, 1989 Lahey Bildirgesi, 1992 Rio Dünya Çevre Konferansı Bildirgesi, 1993 Viyana İnsan Hakları Konferansı Bildirgeleri bu hakların somutlaştırılması ve biçimlendirilmesinin belgelerini oluşturmaktadır.
 
İnsan hakları belgeleri ve değerleri açısından barış; yalnızca bir “savaşsızlık durumu” olarak ifade edilemez. Daha derin, daha geniş bir anlam ifade eder.
 
Savaş ve çatışma, tehdit ve tehlikesinin olmadığı, diğer hakların günlük olarak kullanılabildiği, güvenceye alındığı, demokratik bir siyasal, sosyal, kültürel, toplumsal iyilik iklimini ifade eder ve anlatır.
 
Bütün insanlığın korkusuzca, bireysel ve toplumsal olarak, kendini gerçekleştirme olanaklarının varlığı, barış hakkının gerçek anlamda yaşanıldığı ve ulaşıldığı bir değer olanak tanımlanması, insana ve hayata en uygun olan tanımlama ve ele alış olarak anlaşılmalıdır.
 
Ve yine üçüncü kuşak haklardan olan çevre hakkı, bugün en fazla ihlal edilen hakların başında gelmektedir.
 
Çevre haklarının ihlal edildiği bir dünyada ve tek tek ülkelerde, insan haklarının “bütüncül” olarak kullanılabilmesi, önemli ölçüde ve çoğu kez neredeyse imkansız hale gelmektedir.
 
Çevre tahribatları konusunda, Birleşmiş Milletler, AB, ülkeler, uluslararası sözleşmelere ve hakları(çevre haklarını) anayasalara ve diğer yasalara gözlerini kapamış, kulaklarını tıkamış durumdadırlar.
“Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı”, ilgili uluslararası metinlerin ve anayasaların maddelerinde yer almasına karşın, bu konudaki ihlallere adı geçen örgütler ve devletler, hükümetler, bırakın sessiz kalmayı “teşvikçi” durumuna düşmektedirler.
 
Kutuplardan yağmur ormanlarına, Meksika Körfezi’nden Afrika Boynuzu’na; Fırtına Deresi’nden Kazdağları’na, Sinop’tan Akkuyu’ ya ve dünyanın diğer tüm alanlarına kadar, çevre tahribatları ve ihlaller, bütün söylemlere rağmen her gün yeniden ve artarak devam etmektedir.
 
Tüm bu sıraladığımız nedenlerle, çevre tahribatları, doğal hayat ve insanlık için “yakın tehlike”,”yakın tehdit” durumuna yükselmiştir.
 
Birincisi, çevre yıkıcılığı ve yok ediciliği; günlük, sürekli, giderek ağırlaşan ve aynı ölçüde sonuçlarını ve tahribatlarını, somut biçimde yaşadığımız bir durum olarak ortaya çıkmaktadır.
 
İkincisi, çevrenin, doğanın kendisini yenileme ve onarma süreçleri, bazen yüzyılları, binyılları gerekli kılmaktadır. Ve yine bu nedenle verileri objektif olarak ele aldığımızda, çevre tahribatlarını “yakın tehdit” ve “yakın tehlike” olduğunu söylemek, sanıyorum abartılı bir tanımlama olmaz.
 
Sonuç olarak; insan hakları bütüncül ve bütünlüklü hak ve değerleri ifade eder. Bir alanda yapılan “hak ihlali”, kaçınılmaz olarak diğer alanlarda ifadesini bulan hakların kullanılmasını, en başta da yaşam hakkı olmak üzere kaçınılmaz olarak olumsuz yönde etkilemektedir. Ve etkilediğini görebiliyoruz.