havadurum
Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

BU UYGULAMALARA DEMOKRASİ DENİR Mİ?...

2021
Önce basit, anlaşılması kolay bir soru soralım; Bu ülkede siyasi sistemin adına demokrasi denebilir mi?
Öyle uzak zamanlara gitmeden, son 10-15 gün içerisinde yaşadığımız, tanıklık ettiğimiz olayların toplamı üzerinden bir değerlendirme yapıldığında gerçekten, bu ülkede demokrasi var, demokratik kurallar hayatın her alanında işliyor diyebiliyor muyuz?
 
Soruyu biraz daha ilerletelim; Ülkeyi yönetenlerin, egemen siyasetin, yaptığı, yapmak istediği anayasal-yasal düzenlemeler, pratik uygulamalar ve söylemler, gelecekte gerçekten demokratik bir düzenin kurulmasına, kurumsallaşmasına yönelik adımlar olarak değerlendirilebilir mi?
 
Veya günlük hayatın ve ilişkilerin demokratikleşeceği gibi bir kültürün gelişmesini ve yerleşmesini, ülkeyi yöneten erkin gerçekleştireceğini umut edecek verileri gözlemleyebiliyor muyuz?
 
Birkaç örnek ve söylemi paylaşalım:
Meclis’inde yumrukların konuştuğu, sokaklarında demokratik haklarını kullanmak isteyen yurttaşlarının yerlerde sürüklendiği, tazyikli sulara maruz bırakıldığı, coplandığı, gaz bombalarının hedefi haline getirildiği bu tutumlar, hangi siyasal sistemin göstergeleri olarak değerlendirilebilir!...
 
Tahran’dan dönen Sayın Başbakan’ın gazetecilerin sorularına verdiği yanıtlara bakarsanız, 4+4+4 yasasını protesto için Ankara’ya gelen KESK ve Eğitim-Sen üyeleri, adı geçen yasayı protesto için değil de, cam-çerçeve indirmek için onca yolu tepmişler!...
 
Çocuklarımızı emanet ettiğimiz, koca koca öğretmenler, sağlık emekçileri, mühendisler vb. gibi bu ülkenin insanları, işleri güçleri yokmuş gibi otobüslere binerek, sırf Ankara’da olay çıkarmak, sağı solu taşlamak için yollara dökülmüşler!...
 
Başbakan’ın verdiği cevaplardan durum-vaziyeti böyle anlıyoruz, böyle anlamamız isteniyor.
Bu açıklamalar, demokrasiyi içselleştiren bir anlayışın ifadesi olabilir mi?
Ya da TBMM’deki tartışmalar için;”Anladıkları dilden konuşuruz.” söylemi, demokratik bir yönetim kültürünü, yönetici tipini mi gösteriyor?
 
Yine İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin;”75  bin kişilik hainleri 75 milyonun tükürükle boğacağını” söylerken demokratik bir siyasete hatta kendi ülke anayasasının üzerinde şekillenmesi gereken bir hukuk siyasetine işaret ediyor,”makul sözlerdir” diye değerlendirilebilir mi?
 
Bırakınız hukukun üstünlüğünün egemenliğini,az çok hukuktan söz edilen bir ülkede, hainler ve hainlik kavramı İçişleri Bakanları tarafından belirleniyor ve tarif ediliyorsa; Vay haline o ülkenin, o ülke yurttaşlarının ve sözü edilen o ileri demokrasinin!...
 
Kaldı ki, başkalarına tükürtme çağrısı bir ilkelliğin, bir recmin, bir kindarlığın ifadesi olmakla birlikte; kimin kime tüküreceği emirle olmuyor, komutla olmuyor, esen rüzgarla ilişkili oluyor!...
Ama biz yine de en karşımızda olana, karşıtımız olana, en farklı düşünene bile tükürülmesini istemeyiz, tükürenleri, tükürmek isteyenleri kınarız, lanetleriz!...
En değerli tükürük, ağzımızın içinde kalan tükürüktür!...
 
Bunca keskin söylemler yerine, 4+4+4 yasasının, Türkiye’nin hangi ihtiyaçlarından doğduğunu, eğitim sisteminin hangi açmazlarını gidereceğini, çocuklarımızın ve gençlerimizin hangi problemlerini çözeceğini anlatmayı denesek daha hayırlı bir iş yapmış olmaz mıydık?
 
Ama biz biliyoruz ki, bu yasa (4+4+4 yasası); ülke çocuklarının ve gençliğinin, Türkiye’nin ihtiyaçlarının karşılanması için değil, AKP’nin ihtiyaçlarını, AKP’nin gelecek projeksiyonlarını, şekillendirmek istediği toplumsal-siyasal modellerin ihtiyaçlarına yönelik gerçekleştirilmek istenmiştir.
 
Buradan Başbakan’ın ziyaretlerine atlayarak, birkaç satırla konuya ilişkin düşüncelerimizi paylaşalım.
Biliyorsunuz, Sayın Başbakan Suriye’de yaşananları, Türkiye’nin iç meselesi olarak değerlendiriyor.
Doğaldır ki, Bay Obama ve diğer emperyalist şefler, Suriye’de olanlara ilgisiz değiller.
Son Seul toplantısında, Obama İran’ı işaret etti. Büyük hedef olarak Tahran’ı gösterdi.
Şimdi biraz geriye çekilerek, yakın coğrafyamızdaki gelişmelere ve emperyalist ülkelerin bölge planlarına, stratejik ve taktik hedeflerine, attıkları adımlara baktığımızda bir büyük oyunun sahnelenmek istendiğini görüyoruz.
 
Suriye’ye yönelik bir dış müdahaleye, İran, Rusya ve Çin’in kayıtsız kalmayacağı açık.
ABD bu ittifakı (Rusya,Çin,İran) parçalamak ve zayıflatmak istiyor.
BM eski genel sekreteri Kofi Annan, ortalıkta dolaşıp, planlar sunuyor.
Arap Birliği, toplantı üstüne toplantı yapıyor.
Türkiye, İstanbul’da Suriye Dostları(!) toplantısına hazırlanıyor.
Velhasıl ve kısaca, yakın coğrafyamızda oyun üstüne oyun, oyun içinde oyun izliyoruz.
Bir satranç gibi hamle üstüne hamle!... Taktik üstüne taktik!... Taktik içinde taktik!... Karşılıklı hamleler!...
Piyonlar, atlar, şahlar sahneye sürülüyor!...
Bu devasa oyunun bütün oyuncuları, yönetenleri ve figüranlarıyla birlikte sahnede arz-ı endam eyliyorlar!...
 
Oyun sürüyor!... Gerçek tarih yapıcılar sahnedeki yerini alıncaya dek bu oyun böyle sürecek!...
Ve bir gün, ve oyun bittiğinde ünlü Rus şairi Puşkin’in dediği gibi “Oyun bittiğinde; şahlarda, piyonlarda aynı kutuya kaldırılır!”
 
Bu oyunun baş aktörü olduğunu sananlara Puşkin’in sözünü ithaf ediyorum.
Ne içeride ne de dışarıda halk/halklar henüz sözünü söylemiş değil!...