ensarilyasoglu@gmail.com
Ne diyor saldırgan güruh; "Burası Kürt mezarlığı değil, Alevi mezarlığı değil, terörist mezarlığı değil, Ermeni mezarlığı değil." Kürt, Alevi, Ermeni, bir anda terörizmle eşitleniyor!... Şimdi bu söz üzerine, yani çok şey söylenir, biz en hafifini seçelim?
Peki kimin mezarlığı? Ya da ilgisizmiş gibi görünebilecek başka bir soru soralım; Ne oldu tek vatan, tek millet söylemine? Ya da daha başka bir şey söyleyelim; bu çürümüş, kokuşmuş, bütün değerlerini yitirmiş, alçaklığın rengine bürünmüş güruh, kimin, hangi söylemlerin, hangi lümpenleşmiş siyasetin eserdir!?
Ve siz kimsiniz, kimlerin, hangi mezarlara gömüleceğine karar verme hakkını kendinizde görüyorsunuz!?
80 yaşında bir kadının, bir annenin mezarına, tabutuna saldırmaktan; eliyle, diliyle değersizliğin en çürümüş örneğini sunanlardan, ‘insan’ diye söz edilebilir mi bilmiyorum… Ama şunu söylemeliyim, bu güruh, kendiliğinden, kendi reflekslerini bağımsız olarak biriktire biriktire ortaya çıkmadı. Bu, bugüne değin, Kürt’ü, Alevi’yi, Ermeni’yi aşağılayan, yabancılaştıran, ötekileştiren egemen siyasi söylemin eseridir ve biz bunu unutmayacağız. Ve ısrarla, ve inatla, bu yıkıcı ve bölücü ve parçalayıcı söylemlere karşı, barışı, kardeşliği, eşitliği sonuna kadar savunacağız.
Nuriye ve Semih, mahkemeye çıkarılmadılar, tutukluluk hallerinin devamına karar verildi.
Uğradıkları haksızlığı gidermek için, başvurabilecekleri, yasal ve hukuki bir makam bulamayan ve en son çare olarak ve dünyanın en masum eylemi olarak genel kabul gören ve sadece kendi bedenlerini ortaya koyarak ve yine sadece insanlığın ortak vicdanına seslenmeyi hedefleyen, açlık grevinde 190’ıncı günü geride bırakan bu iki insanın, bu iki genç insanın, bu iki yurttaşın ölüme sürüklenişine sessiz kalan, seyirci kalan, yargı, yönetsel erk ve toplum, bu insanlık ayıbına, ortaklık ettiklerinin utancını duyarlar mı bilinmez…
Onları, uydurma gerekçelerle, ‘terör örgütü üyesi’ yaftası ile tutuklayanlar, tutuklayan kurnazlık, belki toplumun belirli bir azınlığını ikna etmiş olabilir. Ancak ne toplumun önemli bir çoğunluğunu, ne hukuka saygılı olanların ortak belleğini, ne de tarihi ikna edemiyorlar, edemeyecekler ve aldatamayacaklar ve umuyoruz ki, bu iki genç insanın; Nuriye ve Semih’in hakları bir an önce iade edilir ve bu utanç verici süreç sona erer…
Bir çarpıcı gelişme ise; 19 Mayıs, 23 Nisan ve 29 Ekim’in, yani Gençlik ve Spor Bayramı, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve Cumhuriyet Bayramı resmi gün ve bayramlar olarak kutlama programından çıkarılmış… Bu olayı eğitim müfredatının bilimsellikten ve laiklikten uzaklaştırılması, hurafelerle doldurulması, gerçekliği ve bu tartışmaları, yani laik, bilimsel, demokratik eğitimin tasfiye edilme süreci ile birlikte düşündüğümüzde ve ilave olarak ve birden bire ve ansızın TEOG sınavlarının iptal edilmesi ile bütünlüklü olarak değerlendirdiğimizde, kimlerin, yönetsel egemen planlamanın toplumu hangi tehlikeli ve çağ dışı mecralara sürüklediğini daha iyi anlayabiliriz.
Ha bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Kılıçdaroğlu’nun Avukatı Celal Çelik’in FETÖ ile ilişkilendirilerek gözaltına alınmış olması ve dört koldan Kemal Kılıçdaroğlu’nu kuşatmaya alma çabaları, siyasal iktidarın güçlülüğünü değil, paniklemesinin ve korkusunun bir göstergesi olarak da değerlendirilebilir…
Türkiye’nin sürüklenmek, içine çekilmek istendiği belirsiz ve karanlık serüveni anlatabilmek için, değişik örnekler sunmaya çalıştım, çok daha fazlası var. Bütün bunlara karşı, birleşmek, olası provakatif gelişmeleri boşa çıkarmak elimizdedir. Yılgınlığa kapılmadan, sabırla, inatla, bütün emekçilerin birliğini ve onları yapay gündemlerle bölüp, birbirlerine düşman etmek isteyenlerin, bu yöntemle kendi iktidarlarını süreklileştirmek isteyenlerin, oyunlarını bozmak, boşa çıkarmak mümkündür ve aynı zamanda bir görev ve tarihsel bir sorumluluk ve zorunluluktur…