havadurum

Eğitim Sen’den yarıyıl raporu

Eğitim-Sen 2011-2012 öğretim yılının ilk yarısı sonunda yapmış olduğu değerlendirmede “2011–2012 eğitim-öğretim yılının ilk yarısının sonu itibariyle Türkiye’de eğitim sisteminin artık kronikleşen sorunları bütün ağırlığıyla varlığını sürdürmektedir. Eğitimin temel bir insan hakkı olması, kamusal finansman yoluyla bütün yurttaşlara eşit ve parasız olarak sunulması gerekirken, önceki hükümetlerin izinden giden AKP Hükümeti döneminde, eğitim hakkı aynı zamanda bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılarak piyasa ilişkileri içine çekilmiş ve ticarileştirilmiştir” ifadelerine yer verdi.

498
“Eğitim emekçilerinin sorunları ağırlaştı”
Eğitim –Sen tarafından hazırlanan  yarı yıl değerlendirme raporunda  ağırlaşan sorunlara bağlı olarak eğitim emekçilerine mücadele çağrısı yapılarak “Eğitimin ve eğitim emekçilerinin sorunlarına kalıcı çözümler getirilmesine yönelik taleplerimizin karşılanmaması durumunda tepkilerimiz artarak sürecektir. Önümüzdeki dönemde başta eğitim alanında yaşanan olumsuz düzenlemeler olmak üzere, eğitim ve bilim emekçilerinin yaşadığı sorunların çözümü için daha kitlesel ve sonuç alıcı eylemler hayata geçirmeye kararlıyız” değerlendirmesi yapıldı.
 
Eğitim –Sen değerlendirme raporunu aynen yayınlıyoruz:
“Geçtiğimiz yarıyıl içinde önceki yıllardan birikerek artan sorunlar yetmezmiş gibi, eğitimde yeni sorunlar ve olumsuzluklarla karşı karşıya kalınmıştır. Geçtiğimiz dokuz yılda eğitimde yaşanan ticarileştirme ve eğitimi dinselleştirme uygulamaları, geçtiğimiz yarıyılda olduğu kadar yoğun yaşanmamıştır.
 
9 yıllık AKP iktidarı, piyasacı ve özelleştirmeyi temel alan eğitim politikaları ile eğitimi ve eğitim sistemini içinden çıkılması güç bir duruma sürüklemiştir. AKP bu süreci, bir taraftan yoğun siyasi kadrolaşma çabalarıyla yürütürken, diğer yandan demokratik, laik, bilimsel ve anadilinde eğitim talepleri görmezden gelinmiş, bu yöndeki talepleri savunanlar adli ve fiili baskılarla sindirilmeye çalışılmıştır.
 
Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer, göreve gelmesinden kısa bir süre sonra “öğretmenlerin 3 ay tatil yaptığını” iddia etmiş, öğretmenlerin okullarda “sabah 8, akşam 5 mesai” yapacağını açıklamıştır. Aynı Bakan, ataması yapılmayan 300 bin öğretmene “atanamıyorlarsa başka iş yapsınlar” diyerek eğitime şaşı baktığını ortaya koymuştur. Öğretmenlerin 3 ay tatil yapmadığını çok iyi bilen Milli Eğitim Bakanı, eğitim alanında hayata geçirilecek projelerine kamuoyu desteği sağlamak için eğitim emekçilerini kullanmış ve esas amacının eğitimde angarya çalışma uygulamalarını hayata geçirmek olduğu kısa sürede anlaşılmıştır.
 
2011-2012 eğitim öğretim yılı başından itibaren öğretmenler asli görevleri dışında “Öğrenci Koçluğu”, Eğitim Harcamaları Anketi (TEFBİS), İlköğretim Kurumları Standardı Anketi (İKS), mahallelerde okuma yazma bilmeyenlerin tespiti , vb gibi ek çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Eğitim-öğretim yılı başında gündeme getirilen ADEY, RİDEF, RİTA, “Aile Öğretmenliği Projesi” “Ana-kız okuldayız” projesi vb gibi uygulamalarla, öğretmenleri mesai saatleri dışında angarya ve esnek çalıştırmaya dönük çalıştırma uygulamaları hızlanmıştır. Eğitim emekçilerini daha yoğun çalıştırmayı hedefleyen performans değerlendirme uygulaması pilot illerde başlamıştır. Artan iş yükü nedeniyle eğitim emekçilerinin görevini sağlıklı bir şekilde yerine getirmesi her geçen gün zorlaşmaktadır.
 
Eğitime Yönelik Piyasacı Hamleler ve Eğitimi Dinselleştiren Uygulamalar Sorunları Arttırdı
9 yıllık AKP iktidarı döneminde eğitimin ticarileştirilmesi uygulamaları ile eğitim sisteminin dinselleştirilmesi uygulamaları birbirine paralel olarak hayata geçirilmiştir. Bir taraftan okullar kar-zarar hesabıyla tıpkı piyasada faaliyet gösteren “şirketler” gibi işletilirken, müfredatın ırkçı, gerici ve cins ayrımcı öğeler içermesi, başta Felsefe dersi olmak üzere pek çok derste dini referansların belirgin bir şekilde arttırıldığını gözlemlemek mümkündür.
 
Eğitimin toplumun geleceği açısından taşıdığı önem dikkate alındığına, eğitim müfredatının biçimlendirilmesinden pratik uygulamalara kadar hemen her alanda dini öğelerin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından eğitim sürecine adım adım eklemlenmeye çalışılması dikkat çekicidir. Okullardaki sayısız uygulamalardan, yardımcı kaynakların içeriğine kadar her araç, eğitimin dinselleştirilmesi doğrultusunda kullanılmıştır.
 
 
Pedagojik açıdan çok ciddi sakıncaları bulunan Kur’an kurslarındaki yaş sınırının kaldırılması, bu anlamda atılan önemli adımlardan birisidir. Daha önce, Harun Yahya’nın evrim teorisine karşı çıkardığı ve hiçbir bilimsel değeri olmayan “Yaradılış Atlası” adlı kitabı Türkiye’deki bütün Biyoloji ve Felsefe öğretmenlerinin adına okullara gönderilmiş, Milli Eğitim Bakanlığı öğretmenlerin adlarının söz konusu kişilerin eline nasıl geçtiğini açıklayamamıştır. Türkiye’nin çeşitli illerindeki okullarda dönem dönem dini içerikli kitaplarıyla tanınan yazarların katılımıyla toplantılar düzenlenmiş ve öğrencilerin bu yazarların kitaplarını alıp okumaları özendirilmiştir.
 
Eğitim müfredatının değiştirilmesi sürecinde önerilen “100 Temel Eser” içinde yer alan pek çok hikayede kısaltma ve düzeltmeler yapılarak bu kitaplar İslami söylemler eşliğinde yeniden düzenlenmiştir. Kitap listesinin içinde dilinde en çok değişiklik yapılan kitaplardan birisi Pinokyo’dur. Kitap yine bazı yayınevleri tarafından İslami söyleme uydurularak piyasaya sürülmüştür. Sefiller, Robinson Crusoe (Timaş), İnsan Ne ile Yaşar, Heidi (Nehir), Hikayeler-Cehov, Andersen Masalları, Mutlu Prens, Polyanna (Damla), Üç Silahşörler, La Fontaigne’den Seçmeler gibi kitaplar dini söyleme uydurulan kitaplardan bazılarıdır. Özgün metinler, kitaplara ekleme, çıkarma, çarpıtma gibi yollar kullanılarak değiştirilmiştir. Eğitim Sen, o dönem 100 temel eser ile ilgili olarak yayınladığı açıklayıcı broşürle (100 Temel Eser Niçin Temel Eser Değil, Ocak 2008) bütün bu kitaplardaki dini söylemleri ayrıntılı olarak açıklamıştır.
 
Zorunlu eğitimin kendi içinde kademelendirilerek 4+4+4 şeklinde 12 yıla çıkarılması için çalışmalar yapıldığı basına yansımıştır. İlköğretimin bir bütün olarak değerlendirilmesi yerine 4+4 şeklinde belirlenmiş olması, ister istemez imam hatip okullarının orta bölümlerinin yeniden canlandırılması tartışmalarını gündeme getirmiştir. Her ne kadar düzenleme “mesleğe yönelme” şeklinde ifade edilse de, ilköğretim dördüncü sınıfta okuyan bir çocuğun pedagojik olarak, kendi iradesiyle meslek seçimine yönelmeyeceği ortadadır.ÊEğitim Sen, eğitimin 2 yıl okul öncesi 9 yıl kesintisiz ilköğretim ve 4 yıl da ortaöğretim olmak üzere toplam 15 yıla çıkarılmasını önermekte, bunun için gerekli altyapı çalışmalarına bir an önce başlanmasını savunmaktadır.
 
Yine önceki yıllarda Valilikler ve Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından verilen izinlerle bir takım dernek ve çevreler tarafından birçok il ve ilçede okullar ve öğrenciler üzerinden organize edilmeye çalışılan ve neredeyse ulusal bir etkinlik düzeyine çıkarılan “Kutlu Doğum Haftası” geçtiğimiz yıl yayımlanan Milli Eğitim Bakanlığı genelgesiyle okullarda dini siyasete alet eden yaklaşımlar eşliğinde yaygınlaştırılmıştır. Geçtiğimiz haftalarda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ilköğretim okulu öğrencilerine “umre ziyareti” yapılması ile ilgili yazısının Milli Eğitim Bakanlığı tarafından “acele ve günlü” olarak 81 ildeki bütün okullara gönderilmesi ve okullardan öğrencilerin listesinin istenmesi eğitimin dinselleştirilmesi uygulamalarının geldiği noktayı görebilmemiz açısından önemlidir. 
 
Yıllardır ülke gündeminde olan “zorunlu din dersi” uygulaması, AİHM ve yüksek yargı kararlarına rağmen sürdürülürken Milli Eğitim Bakanlığı, her fırsatta din dersi verilen alanları artırmaya çalışmıştır. Normal çocuklara din dersinin zorunlu olduğunun tartışıldığı bir dönemde Bakanlık, otistik çocuklara da din kültürü ve ahlak bilgisi dersini zorunlu hale getirerek, eğitimin dinselleştirilmesi uygulamalarında sınır tanımadığını göstermiştir. Üstelik bu yapılırken otistik çocukların en fazla ihtiyaç duyduğu ders saati azaltılmıştır. Beden Eğitim dersi 4 saatten 3 saate indirilerek Din Kültürü dersi konulmuştur. Üstelik okullarda din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni olmadığı durumlarda bu derslerde beden eğitimi öğretmenleri görevlendirilmiştir.
 
Eğitimde dinselleştirme uygulamaları sadece burada belirttiklerimizle sınırlı değildir. Bu uygulamalar, eğitimin gün geçtikçe kronikleşen sorunları ile birlikte değerlendirildiğinde karşı karşıya olduğumuz sorunun büyüklüğü daha iyi anlaşılmaktadır.
 
Milli Eğitim Bakanlığı Fatih Projesi (Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi Geliştirme) kapsamında yaklaşık 12 bin tablet bilgisayar dağıtılacağını, okulların bin 496 akıllı tahtayla donatılacağını açıklamıştır. Fatih Projesi kapsamında Ulaştırma Bakanlığı ve Vestel Elektronik iştiraki Vestel Dijital Üretim arasında akıllı tahtalar için 339.6 milyon liralık bir sözleşme imzalanmış ve eğitim hizmetinin giderek derinleşen sorunlarının üstü süslü söylemlerle kapatılmak istenmiştir.
 
Fırsat eşitliğini Fatih Projesi ile sağlayacağını söyleyen MEB’in sadece sermaye çevrelerine, büyük şirketlere böylesi projelerle borsadaki hisselerini harekete geçirecek büyük fırsatlar sunduğu açıktır. Yıllardır işaret ettiğimiz ve çözümü noktasında da çeşitli önerilerde bulunduğumuz kronik eğitim sorunlarını görmek istemeyen MEB’in öncelikli olarak Fatih Projesine eğilmesi manidardır. Sorunların altını her çizdiğimizde bütçenin kısıtlılığından bahsedenlerin milyonlarca liralık ihaleler gerçekleştirmesi ile kimlere fırsat yaratılmak istendiği açıkça görülmektedir.
 
Eğitimi “teknoloji odaklı” hale getirmek isteyen MEB’in Bilişim Teknolojisi dersini 4. ve 5. sınıflarda kaldırması; 6, 7 ve 8. sınıflarda da seçmeli hale getirmesi ile Fatih projesi ile ulaşılması istenen hedefler arasında ciddi bir çelişki bulunmaktadır. Eğitim sistemi içinde çeşitli proje ve modellerle büyük şirketlerin bir daha çıkmamak üzere sokulmak istenmekte, eğitim hizmetinin tamamıyla ticarileştirilmesi hedeflenmektedir.
 
 
Öğretmen Açıkları Sorunu Devam Ediyor
Milli Eğitim Bakanlığı’nın Kasım 2011 verilerine göre Türkiye genelinde 661.571  görev yapıyor. Bunlardan 661.411’i kadrolu, 160’ı sözleşmelidir. Bakanlık verilerine göre 2011-2012 eğitim öğretim yılının ilk yarısında ek ders karşılığı çalıştırılan ücretli öğretmen sayısı 60 bin 94’tür. Bir yanda norm kadro esasına göre 126.137 öğretmen açığı varken, diğer yanda 300 bini aşkın ataması yapılmayan öğretmen bulunmaktadır.
 
2011’de KPSS’ye giren ve resmi olarak atama bekleyen öğretmenlerin sayısı 264.277’dir. Her yıl eğitim fakültelerinden mezun olanların sayısı 33.783, diğer üniversitelerden mezun olup pedagojik formasyon eğitimi alanların sayısı 39.359’dur. Ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısı her yıl en az 73.142 kişi artarken, her yıl mezun sayısının yarısı kadar bile öğretmen ataması yapılmaması, ataması yapılmayan öğretmenlerin sayısını birkaç yıl içinde 500 binlere çıkaracaktır.
 
Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir taraftan öğretmenlerin niteliklerini ve yeterliliklerini tartışmaya açarken, diğer taraftan ihtiyaç kadar öğretmen ataması yapmaması ve okul öncesi eğitim dahil eğitimin bütün kademelerinde “ücretli öğretmen” istihdam etmesi dikkat çekicidir. Öğretmenlik mesleğinin herkesin yapabileceği sıradan bir “iş” olarak değerlendiren, öğretmenlik gibi mesleki uzmanlık gerektiren bir mesleğin “ücretli öğretmen”ler tarafından yerine getirilmesinin önünü açan Bakanlığın öğretmenlerin mesleki yeterliliklerini tartışmaya açması tek kelimeyle bu konudaki politikasızlığın ve samimiyetsizliğin en somut ifadesidir.
 
Sayıları her geçen yıl hızla artan ataması yapılmayan öğretmenlere, yeni kurulan üniversitelerin eğitim fakültelerinden mezun olacaklar da eklendiğinde işsiz öğretmen ordusunun önümüzdeki yıllarda daha da büyüyeceğini tahmin etmek zor değildir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen istihdamı konusunda bugüne kadar benimsediği politika öğretmen yetiştirmeden atama sürecine kadar hiçbir planlamanın olmadığını göstermektedir.
 
(Devamı 23/01/2012 Pazartesi Günü)
Paylaş