Tehlikeli gelişmeler…

16 Mart 1978 tarihinden itibaren 37 yıl geçti.
16 Mart 1978 tarihi İstanbul Üniversitesi’nde okuldan çıkan devrimci öğrenciler üzerine atılan bomba ve kurşunlarla 7 gencin katledildiği birçok gencin yaralandığı kara bir gün olarak tarihe geçmiştir.
1 Mayıs 1977 de Taksim’de yapılan katliam ve 16 Mart İstanbul Üniversitesi katliamı liseli yılarımda en çok etkilendiğim olaylar olarak, bilincimde çok ayrı bir yeri olarak varlığını korumaktadır.
İstanbul Üniversitesinden katliam haberi geldiğinde İstanbul’da liseli ve üniversite gençliğinin büyük çoğunluğu okullarını boykot ederek o gün İstanbul Üniversitesi’ndeki işgal eylemine katılmışlardı.

548
Bizde okulu boykot ederek büyük bir kalabalıkla bu işgale katıldık.
O akşam İstanbul Üniversitesi bahçesinde müthiş bir kalabalık vardı, ertesi gün düzenlenecek cenaze töreninin hazırlıkları yapılırken bir yandan da forumlarla faşizme karşı mücadelenin sorunları ve neler yapılması gerektiği tartışıyordu.
Ertesi gün okul işgaline son verilmiş ve işgale katılan öğrencilere, çeşitli yapıların vermiş olduğu destekle müthiş bir katılımın olduğu kortej bu faşist saldırıyı lanetlemişti.
Sivil faşist güçlerle güvenlik güçlerinin ortak operasyonu ile düzenlenen katliamın sorumluları devletin koruması altında ortaya çıkarılamadı, katliamın üzeri devletin o bildik koruma zırhı ile her zamanki gibi örtülmüştü.
1980 askeri darbesine kadar olan süreçte, ilerici devrimci fikirlerin yok edilmesi için böylesi katliamlar oldukça yoğun olarak hayata geçirilmekteydi.
Bu operasyonların en temel özelliği de, sivil bazı güçlerin bu olaylarda aktif bir şekilde yer almaları ve resmi güçlerle ortaklaşa işbirliği içersinde bu katliamları gerçekleştirmeleriydi.
Bugünlerde de demokrasi ve emek güçlerine yapılan saldırılarda 1980 öncesinin taktiklerinin yeniden devreye sokulmaya çalışıldığını gözlemlemekteyim.
Bu aynı zamanda şunun göstergesidir; demokrasi ve özgürlük mücadelesinin büyüyen ivmesi siyasi iktidarı oldukça ürkütmüş olmalıdır ki,13 yıldır hükümette olanlar bugün yeni bir organizasyon içersine girip Çanakkale’de olduğu gibi bu organize kıtaları demokrasi ve barış savunucularının üzerine salıp provokatif girişimler içersinde bulunuyorlarsa bu gelişmenin üzerinde durmak gerekecektir.
Önce Cumhurbaşkanın kentte olduğu günde sürdürülen gözaltı teröründen nasibini alanlara karşı bu provokatif tavır geliştirilmiş. sonra kentin demokrasi güçlerinin, baskıları kınadığı basın açıklaması sırasındaki kışkırtmalarla sürmüştür.
Güvenlik güçlerinin bu konuda kayıtsız kalmaları dikkatle takip edilmesi gerekli bir konudur.
12 Eylül öncesi gençliği olarak yaşadığımız bu provokatif tavırları  bilen, tanıyan bir kişi olarak yetkilileri buradan uyarıyorum.
Böylesine kışkırtıcı faaliyetlere engel olunmaz, korunarak bu provokasyonlar peşinde koşanlar engellenmezse bu son derece olumsuz sonuçlar yaratacak gelişmelere neden olabilir.
Bu işin güvenlik yanına ilişkin özelliğidir.
Ancak siyasi iktidar gelinen noktada demokratik hak ve özgürlüklerin yok edilmesi böylece hedeflerindeki uygulamaların hayata geçirilmesi için bir yandan yeni yasal düzenlemelerle, bir yandan sivil organizasyonların kışkırtmacılığındaki tertiplerle, diğer yandan resmi güçlerin keyfi baskıcı uygulamalarıyla topyekûn bir saldırı içersindedir.
Bu saldırıları boşa çıkaracak olan; demokrasi ve özgürlüklerden yana olan emek güçlerinin birlik ve beraberlik içersinde geliştirecekleri karşı duruştur.
7 Haziran seçimleri bu anlamıyla önem kazanmıştır, bu seçimlerde AKP hükümetinin baskı ve şiddet ortamını daha da yoğunlaştırarak sürdüreceği siyasal dönüşümlere dur demek için birlikte adım atılmalıdır.
Ancak hala bir araya gelme, ortak hareket etmeyi becerme konusunda bazı zaafların varlığı gözlenmektedir.
Özellikle ayrıştırıcı bir dile sürdürülen gereksiz spekülasyonlarla bu mücadelenin özünü saptırmak halka zarar vermekten başka bir sonuç vermez.
Bu mücadelenin demokrasi,  emek, barış ve özgürlük mücadelesi olduğunu unutmadan bu mücadele içersinde olan herkesin düşüncelerine saygı göstererek gericiliğe ve faşizme karşı ortaklaşmaktan başka bir alternatif söz konusu değildir.
Siyasal atmosferin böylesi olduğu koşularda şimdi Çanakkale savaşlarının 100. yılı dolayısıyla yine bir sürü hamasi nutuklara şahit olacağız.
Ağırlıklı olarak barıştan bahsedecek olanlar toplumun terörize edilmesi, demokratik hak ve özgürlüklerin şiddet yoluyla engellenmesi konusunda fütursuzca davrandıkları sürece buradan barış çıkmaz.
Kendi halkına düşmanca davranan bir anlayış, barış diye bir kavramdan bahsedemez.
Hele hele emperyalist kapitalist sistemin bir parçası olan iradenin, bağımsızlık ruhu ile bir araya gelerek, çeşitli milliyetlerden vatandaşların omuz omuza çarpıştığı ve yaşamlarını yitirdiği, emperyalistler arası   çatışmanın içersinden vatan savunması gerçeğini ortaya koyan bu mücadeleyi anlaması söz konusu değildir.
Çanakkale savaşlarında belirleyici olan bu savaşa katılan ve yaşamlarını yitiren halkların iradesidir.
Bundan dolayıdır ki bu savaş kendi içerinden barış olgusunu çıkarmış ve centilmenler savaşı olarak tarihe geçmiştir.
Bugün Çanakkale savaşları üzerinden hamaset yapılmaktadır, ancak belirleyici olan omuz omuza çarpışan halkların iradesidir.
Bu gerçeği göz ardı etmeden Çanakkale savaşlarında yaşamalarını yitiren her milliyetten vatandaşları saygıyla anıyor, emperyalist sistemin insanlığa savaş ve ölümden başka bir şey sunamayacağı gerçeğinin altını bir kez daha çiziyorum.
Paylaş