OLAY: AKP iktidarı ülke yönetiminde 11’inci yılının içinde. Siz AKP’ye nasıl taraf ediyorsunuz? Kamuoyunda “Başarılı” olarak gösterilmeye çalışmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Mustafa Yalçıner: AKP, akıl hocaları epey tecrübeli olan, epey bilgili, yetenekli olan bir parti. Ama sadece akıl hocalarının verdiği, bilgilerle ya da değerlendirmelerle yoluna devam etmiyor. Aynı zamanda bir takım nesnel üstünlükleri var. Dini istismar etmesi, halkın dini duygularını sadece okşaması değil ama bunun üzerinden politika yapması, din siyaseti yapması onun bir üstünlüğünü oluşturuyor. Hani derler ya; “Yüzde 99’u Müslüman bir ülke” diye. O doğru. Yani burada başkaları salyangoz satar duruma düşüyor, AKP’nin din siyaseti yapması karşısında. Bununla bağlantılı, Fethullah Gülen hareketiyle yakınlığı, ittifakı, içiçeliği, ona buradan gelen bir üstünlük sağlıyor yine. Ama bunların yanı sıra çeşitli başka ülkelerde de, Mısır’da Müslüman Kardeşler’de örneğinde de görüyoruz. Halkın sadece dini duygularını istismar etmekle kalmıyorlar, aynı zamanda “sadakacılık” diye tanımlayabileceğimiz, sosyal yardım örgütü gibi de çalışıp, bazı kaynakları, bir takım banka hesaplarına aktarırken, küçük kırıntılar dağıtarak halkın kendisini desteklemesi için bir takım maddi çıkarlar da sağlıyor, görülüyor. Görülüyor diyorum, maddi çıkar, çıkar mıdır? Böyle midir? Bu bir tartışmadır. Sadakadır çünkü bunlar. Karşılığında çok büyük lokmalar vardır. Ama bu dediğim şeyler AKP’nin üstünlüğü bakımından, ya da başarılı görülüşü bakımından izlenim oluşturur. Başarılı mıdır? Aynı zamanda şu da AKP’nin başarılı görüntüsünü koşullamıştır; .2008 krizi yani birinci krizde “Teğet geçti” dedi başbakan. Bu kriz Türkiye’yi gerçekten teğet geçti. Bunun nedenleri ayrıca tartışılır ama, bu AKP’nin bir şansı oldu. Büyüdük, büyüyoruz edebiyatı yapabildi AKP. Buradan benim dediğim sadaka dağıtımını en azından örgütleyebildi. İşlerin iyi gittiği bir Türkiye çok sorgulanmadı AKP yönetimindeki bir Türkiye olarak. Bu da bir artısı ya da şans olarak sözü edilebilecek bir şeydir. Bir başka şans Amerika ile yakınlığıdır. Bu başa bela da olur, ama işlerin iyi gittiği göründüğü bir süreçte şans da olur. Amerika’nın yakınları olan, diyelim ki petrol şeyhlerinden bir kısmı, en azından şu sıcak para denen şeyi Türkiye’ye akıtmışlardır. Hem onlar kazanmıştır, hem de AKP kazanmıştır. En azından ekonomi tıkırında gidiyor gibi görünmüştür. Bu iyi bir gidişat mıdır? Tüm uluslararası gözlemciler, tabiri sevmem ama hemen hemen iktisattan anlayan herkes, sıcak para dolayısıyla sinyal çakmaktadır, S.O.S. vermektedir. Hatta buradan maliye bakanı ile sanayi bakanı arasında bir tartışma olmuştur; “frene basalım, gaza basalım, çarpacağız, düşmeyelim” gibi bir tartışmada vardır. Şimdi Amerika ile Avrupa arasındaki ekonomik entegrasyon dolayısıyla da aynı bakanlar arasında tartışma çıkmıştır. “gümrük birliğinden çıkalım mı, kalalım mı?” tartışması olarak. Böyle iç tartışmaları da vardır AKP içinde. Ama dışarıdan bakarsak AKP, bu artı görülen, şanslı görülenlere rağmen, özellikle emeğiyle geçinmekte olan, geçinmeye çalışmakta olan kesimler için bir felaket durumundadır. İşçi bakımından, AKP’nin pozisyonu çok kötüdür, memur bakımından öyledir, esnaf bakımından öyledir. Esnaf raflarını dolduramamaktadır eskisi gibi, işçinin aldığı gerçek ücret hep aşağı doğru gitmiştir, işsizlik çok ciddidir. “ben işsizlik rakamlarını geriye çekiyorum” diye övünme çabasındadır AKP, ama işsizliğin arttığını hepimiz biliyoruz. Enflasyon sözde dizginlenmiş durumdadır, cari açık denen şey bir türlü toparlanamamaktadır. Geçen gün başbakan Türkiye’nin borçlarının milli gelire oranının düştüğünü söyleyerek övünüyordu. Ama bu borçlar mutlak değer olarak çok ciddi boyutlardadır. Velhasıl, başarılı görüntüsü altında dokunsan düşecek durumdadır AKP. Ama bunu tabi abartmamak gerekir. “Dokunsan düşecek” lafını birkaç şeyi belirtmek için söylüyorum. yoksa henüz kimsenin dokunamadığı ve dokunduğunda da düşmediği ortadadır. Ama içi kof bir başarı görüntüsüdür bu. Çok kısa sürede, örneğin arkasından Amerika’nın çekildiği durumda, o anda hemen tersine dönüşecek bir görüntüdür. Çünkü AKP’nin eksileri ya da negatif uygulamalarının sonuçları da hep karşısına dikilmektedir. Komşularımızla olan problemler bu kapsamdadır. Bunlar ;Sureyi konusudur, Irak konusudur örneğin, Rusya konusudur, İran konusudur. Dış politikada hemen hemen övünülen bütün adımlar tersine çıkmıştır. Buradan sıkışmaktadır, iktisaden sıkışmaktadır. Şimdi bu sene yüzde ikiye yakın bir büyüme sağladı Türkiye. Bu büyüme nüfus artışını dikkate alırsak, 0’dır. Türkiye büyümemiştir. Üstelik büyüyen, Türkiye’nin neresidir? Bu da tartışmadır. İşçi büyümemektedir. İşçinin çantası, filesi büyümemektedir, tersine küçülmektedir. Dolayısıyla AKP’nin başarılı görüntüsünün arkasındaki tablo kendisi açısından da iyi değildir. En önemli konu ise AKP, inandırıcılığı törpülenmekte olan bir siyasi parti durumundadır. Örneğin şu son Kürt meselesini çözme diye gündeme getirdiği, silahları bıraktırma diye gündeme getirdiği açılım denilen süreçte inandırıcılığı ne kadardır? Çok tartışma konusudur. “Pazarlık yok” demektedir ama buna kimse inanmamaktadır. Sorun buradan çıkmaktadır. Bu zaaf noktasıdır bu sürecin. Pazarlık yoksa adamlar neden silah bırakacaklar? AKP’nin kaşı gözü için mi? Rengi için mi? Neyi seviyorlar? Karşılık almadan birisi neden 30 yıllık bir mücadeleden vazgeçsin? Bu dava böyle vazgeçilebilir bir davaysa, neden dava oldu? Neden uğruna binlerce, on binlerce insan öldü? Bu sorular cevapsızdır ve buradan hareket eden kimse inanmamaktadır Erdoğan’ın “pazarlık yok” sözlerine, olduğunu bilmektedir çünkü. Dördüncü yargı paketinde bir takım “kıytırık” da olsa taviz kategorisine sokulabilecek şeyler vardır. Bir ara TC yazısı kaldırılmıştı. Bunlar hep ele ayağa dolanan şeylerdir. Çünkü şovenizm canavarını kendileri büyütmüşlerdir. Seçim döneminde MHP lideriyle karşılıklı ip sallamıştır başbakan. Bunların ceremesini çekecektir. Pazarlıksız yapıyorum diye “Türk hassasiyetini” tırnak içinde söylüyorum gözetme çabası, ayağına dolanmaktadır. Dolayısıyla çok başarılı bir durumudan söz etmek mümkün değildir, AKP için.
“Kürt sorunu sınıf hareketini de geriletmektedir”
OLAY: Kürt sorunun demokratik çözümü noktasında ne düşünüyorsunuz? Çözüm sürecini biraz değerlendirebilir misiniz?
Mustafa Yalçıner: İki taraftan bakmak gerekir bu sürece. Birincisi, barışı dair özlemleri olan insanlar var. Akil insanların içinde de var. Örneğin Kadir İnanır. Geçenlerde televizyonda tanık olduğum Orhan Gencebay, şiirle Türkiye’nin nasıl barış özlemi içinde olduğunu ve olması gerektiğini dile getirdi. Gerçekten insanları etkiler. Yani beni de etkiledi, “Orhan Baba” diye bilinen birisi böyle bir özlemi dile getiriyor. Bu bizim insanlarımızın yüzde 90’ından fazlasının özlemidir diye düşünüyorum. Bir bu yönü var işin. Kim ister savaşın sürmesini? Kim insanların birbirini boğazlamasını, öldürmesini ister? Bu yönü kesin ve mutlaka dillenmesi gereken bir yöndür. Erdoğan da bunu söylüyor, “Anaların göz yaşları dinsin” diyor. Kim ister? Ama şimdi öyleyse bunun gerekleri vardır. O zaman “pazarlık yapmıyorum” demeyeceksiniz, “Taviz vermiyorum” demeyeceksiniz, “Terörle mücadeleyi sürdürüyorum” demeyeceksiniz. Bunlar inandırıcılık kaybına yol açmaktadır. “Gözyaşı akmasın, barış olsun” diyorsanız, şu silahları siz de bırakacaksınız, en azından susturacaksınız. Bileceksiniz ki insanlar, eline silahı ava gitmek dışında kolaylıkla almazlar. Bir insan eline silahı alıp dağa çıkıyorsa çok ciddi nedenleri olması gerekir. Bu kolay iş değildir. Ölümü göze alıyor bir defa. Şimdi ele alınmış silahtan kolaylıkla da vazgeçileceği düşünülmemelidir. Bunun bedelinin olacağı bilinmelidir. Bu bedel de halka iyi anlatılmalıdır. Anlar insanlar, çünkü Türk gençleri, Kürt gençlerinin üzerine öldürmek için giderken kendileri öldüler, tersi de doğru, Kürt gençleri de Türk gençlerinin üzerine geldiklerinde onlar öldüler. Onlar bunu iyi anlarlar ve ölmemek, yaşamak sorununu kavrarlar, buna itiraz etmezler. Geri kalanı politikaya dahildir. Politika dediğim burjuva politikası, üç kağıtçılık demektir, kandırmak demektir. Rahat politika yapar, kendine çıkar elde etmeye çalışır ve burjuvalar üst kademe politika yaparak halkı kandırır. Şimdi bu ikinci yönü de buna dahildir. Herkesin bir amacı var ona ulaşmanın derdinde. Örneğin AKP’nin amacı nedir? Dediğiniz gibi Ortadoğu’da sadece Ortadoğu’da değil, Afrika’da da son iki sene içinde 19 büyükelçilik açıldı. Çin de açılıyor Afrika’ya biz de açılıyoruz. Çin ile yarışacağı diye söylemiyorum bunu bizim ağabeyimiz var, Amerika yani. Amerika’nın koltuğunun altında Çin ile rekabete gidiyoruz oraya, Hindistan ile ya da Brezilya ile. Herkes gidiyor çünkü oraya. Ortadoğu’da böyle. Şimdi burada kazan kazan politikası Özal’dan beri savunulur; “Kürtlerle anlaşırsak, 1071’de Malazgirt’te olduğu gibi biz düşmanlarımızın üstesinden geliriz” ya da “Büyük Türkiye oluruz” “hem Türk kazanır hem de Kürt kazanır” diye Kürtler burada yedeklenmeye çalışılmaktadır. Nereye? Egemen politikaya, burjuva politikaya. Çünkü Türk yayılmacılığından Türkiye halklarının Türk olsun, Kürt olsun kimsenin bir çıkarı olacağını sanmıyorum. Diyelim ki; Kuzey Irak’ın petrolleri. Hangi Türk işçisinin buradan çıkarı olacaktır? Onun cebine mi gidecek petrolün parası? Ya da buradan Türkiye büyürse işçiler mi büyüyecek? Biraz önce büyümeyi tartıştık. Türkiye büyürken işçiler hiç büyümedi. Tersine boyları da kısaldı, işsizlikleri de büyüdü. Tersine bir büyüme ile yüzleştiler. Dolayısıyla işin bu yönü, yani burjuvazinin bugün AKP ile sürdürdüğü yayılmacılığa hizmet ettirilme çabası barış sürecinin başka bir yönü. AKP bunu istiyor, Amerika da bunu istiyor. Bu nedenle hem Amerika hem AKP Kürt sorununda bir noktaya gelinmesini eskisi gibi çatışmaların sürmemesini, hatta PKK’nin de AKP yandaşı bir pozisyona geriletilmesini istiyor, buna yönelik politika yapıyor. Bizim bir takım solcuların ya da solculuk görüntüsü altında faşizm yapan Aydınlık gibi gruplar, bunu ileri sürerek, bunun sanki olmuş bitmiş bir olgu olduğunu, yaymaya çalışıyorlar. Sanki AKP-PKK ittifakı var olduğunu söylüyorlar. Bunu MHP de söylüyor, Bahçeli de söylüyor. Hatta CHP’de bu doğrultuda bir takım eleştirilerde bulunuyor. Ama bu AKP’nin amaçladığı bir şey olabilir, Amerika’nın öngördüğü, ulaşmaya çalıştığı bir hedef de olabilir. Bu gerçekleşmiş midir? Yok bugün böyle bir şey. Buna yönelik örneğin, Öcalan’ın Newroz’da Diyarbakır’da okunan mesajını söylüyorlar. İşte “İslam bayrağı altında birlik” falan gibi çağrıları olduğunu söylüyorlar, buradan hareket ediyorlar. Alevi lafı geçirmemiş, Sünni demiş, Fethullah Gülen’e selam söylemiş Sırrı Süreyya Önder ile gibi. Şimdi bunlar bir sorunu kendi lehine çözmeye çalışan ve sorunun önünde engel olduğunu düşündüklerini tarafsızlaştırmayı önüne koymuş bir hareketin önderi bakımından anlaşılır şeylerdir. Mavi boncuklar dağıtıyor ve Fethullah’ı bir tarafa çekmeye çalışıyor. Biraz önce sözünü ettiğimiz “İslam”ın kullanılması noktasında gardını almaya çalışıyor. Şimdi böyle açıklanacak şeylerdir. Üstelik hiç kimse Öcalan’ın söylediklerinin yorumcubaşısı değildir. Onun ne dediğini açıklamak değil, olan biten nesnellik üzerinden yaklaşmak gerekir. Bugün AKP-PKK ittifakı var mıdır? Yoktur. Bugün PKK Amerika tarafına mı kaymıştır? Kaymamıştır. Ama iki taraf da birbirlerinin durumunu gözeten politikalar izliyorlar ve iki tarafta kendi önünü açma çabası içindeler. Herkes temkinli hareket adım atıyor. Örneğin AKP, “Hiç pazarlık yok” derken bir takım pazarlıklar yapması, bir takım tavizler vermesine rağmen bunun en azını vermeye çalışıyor. Taviz vermeden silahların bıraktırılmasını sağlamaya çalışıyor. Olur mu? Olmaz duadır ama böyle davranıyor. PKK’de tabi daha fazla taviz almaya çalışıyor. İki düşman tarafın 30 yıl sonra birbirinden almaya çalışacakları tavizleri normal karşılamak gerek.
Bu nasıl kardeşlik? Bunun adı olsa olsa düşman kardeşler olur.
OLAY: Çözüm süreci boyunca bir grup da “Biz zaten kardeşiz” siyaseti üzerinden eleştiriler getirmeye çalışıyor. Özellikle bu güne kadar Kürt kelimesini dahi ağızlarına almayanlar bugün iki ulusun “kardeş” olduğunu dolayısıyla sorunun Kürt sorunu değil, bir PKK sorunu olduğunu söylüyorlar. Sizin bu konudaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Mustafa Yalçıner: Geçen bir Akil İnsan diyordu, “zaten düşmanlıklar arasında olur barış görüşmeleri.” Yani dostsak MHP’lilerin dediği gibi kardeşse Türklerle Kürtler, ne gereği vardır barış görüşmelerine diye bir sonuç çıkar. Bu nasıl kardeşlik? 30 yıl savaşmış kardeşler, düşman kardeşlerdir en azından. Demek ki çözülmesi gereken, oturup görüşülerek bir noktaya varılması gereken bir takım olaylar geçmiş bu kardeşlerin başından. Böyle kardeşlik olmaz. Kardeşlik henüz ulaşılması gereken hedef durumdadır. Bunu AKP eliyle ulaşılır mı? Bu çok zor görünüyor. Başbakanın yapmaya çalıştığı hep nalıncı keseri gibi kendisine yontma çabasıdır ve kendi durumunu güçlendirme girişimidir. Bunu yapmak için de ufak tefek tavizleri göze almaktadır. Buradan ne kadar çözüm çıkar? Bundan iyisini, siyasi çözümü halklar kendileri inisiyatif aldıkça gerçekleştireceklerdir. Kalıcı bir çözüm içinde de sosyalizmi gerekmektedir. Ondan önce ne kadar çözüme yaklaşılabiliyorsa, hiç değilse silahların sustuğu bir sürece gidilecekse bunlar iyi şeylerdir. En azından sınıf mücadelesinin önünü açacağı için iyidir. Şimdi işçiler bile Türk-Kürt diye bölünme durumuna geldiler. Patronun karşısında bile birleşmekte zorlanıyorlar. Bu meselelerde bir noktaya gelinmesi, bir eşiğin atlanması, az-çok Türk-Kürt karşıtlığının bir nebze de olsa aşılıyor olması bile Türkiye işçi sınıfının, Türk olsun, Kürt olsun işçilerin hayrına olacaktır. Sosyalistler bir defa bu nedenle bu süreci desteklerler. Desteklerler dediğim ileri gitmesini sağlamaya çalışırlar. Buradan bir AKP destekçiliği falan çıkmaz. “yetmez ama evet”çi değildir sosyalistler. AKP’nin gericiliğinin farkındadırlar, Amerikancılığının farkındadırlar. Bir sorunun eğer çözülecekse bugünkü dış dengelerinin ürünü olduğunu bilerler böyle bir çözümün ve 30 yıllık mücadele olmasaydı zaten bu noktaya gelinemeyeceğinin farkındadırlar. Eşithak isterler sosyalistler. Çünkü sorun burada düğümlenmektedir. Kürt sorunu varsa, Türk ile Kürt eşitsiz oldukları için, kardeş olamadıkları için ne yazık ki çıkmıştır sorunlar ki buradan çözüleceğini bilerler, buradan mücadele ederler.
“Yaşanabilir bir çevre için Kapitalizm ile mücadele etmeliyiz”
OLAY: Bu dönemde Çanakkale siyaseti biraz da çevre sorunları üzerinden yapılıyor. Kazdağları’nda altın arama çalışmaları, Çanakkale-Karabiga arasındaki 100 kilometrelik alana 14 bin megavat termik santral kurma çalışmaları. Bu konuyla ilgili yorumlarınızı da olabilir miyiz?
Mustafa Yalçıner: Bir defa bu, sadece Çanakkale’ye özgü değil. Karadenizli olmakla, Rizeli olmakla övünen Tayyip Erdoğan, Rize’nin de anasını ağlatmıştır, dediğiniz çevre sorunu bakımından. Yanılmıyorsam 12 tane baraj yapılıyor bir çayın üzerine. Doğa diye bir şey kalmıyor. Bırakın endemik bitkileri, hayvanlar açısından yaşanabilir ortamı falan, insanların yaşayabileceği bir ortam olmaktan çıkarma peşindedir Türkiye’nin bütününü. Gerek Karadeniz’i gerek Kazdağları’nı ki buralar ciddi SİT alanlarıdır. İşte Kazdağlar’nı biliyoruz. Dünyada Alp’lerden sonra ikinci oksijen üretim merkezidir. Çok müthiş bir alandır Kazdağları, maden uğruna hemen gözden çıkarılabilmektedir. Burada işte belki baraj, Karadeniz’deki kadar yoğun değildir ama yani altın arayıcılığı toprağın altını olduğu gibi kazabilirsin diye ruhsatlandırıyor. Üzerinde okul varmış, köy varmış, orman varmış, SİT alanı varmış hiç bununla ilgilenmiyor. Bu nasıl iştir? Bu gözü para hırsı ile kör olmak demektir. Altın uğruna her şeyden vazgeçmek demektir. İnsandan, insani olan her şeyden değerlerden. Sözde Müslümanlık. Müslümanlık insanidir, insana dairdir. Yanlıştır, doğrudur ideolojik olarak ama insanı bağlayan, insanı çevreleyen bir şeydir. Ama altınla insan, Müslümanlık dahil hiçbir şey bırakılmamaya koşulmaktadır. Hani Müslüman’dı, hani insanı üstün tutardı, hani yaratandan ötürü yaratılanı severdi? Yaratılan böyle mi sevilir? Müslümanlık da değil bu. Ben Erdoğan’ın Müslüman olmadığını düşünüyorum. Ya da kötü bir Müslüman’dır. Çevre sorunu sadece çevreyi sevmekle sınırlı bir yaklaşımın konusu değildir diye düşünüyorum. İçinde yaşanan toplumsal örgütlenme, sadece çevre de değil, aklınıza gelen hangi konu varsa, ideolojik, hukuki, kültürel, bütün konulara sızmış, bütün gözeneklerinden konuları çevreleyip kendine bağlamıştır. Kimdir bunu yapan? Kapitalizm’dir, para hırsıdır. Her şeyin sermayeye dönüştürülmesidir. Şöyle bir bakın; su. Yani neredeyse 10 sene sonra herhangi bir pınara rastlayamayacağız Türkiye’de. İş buraya gitmektedir. Neredeyse havayı oksijen tüplerine doldurup onu bize pazarlamaya yönelecekler. Dünya bankası gibi tüm uluslararası sözleşmelerden gelen genel eğilim de budur. Ama kapitalizm zaten dünya egemen sistemidir. Türkiye de bunun çarkları arasındadır ve asıl çevreyi de korumak istiyorsak, çevremize yaşanabilir bir çevre olarak sahip çıkmayı da arzuluyorsak, o zaman dönüp kapitalizmle mücadele edeceğiz. Bütün bunların kaynağının para hırsı, o insanın gözlerinde dolar işaretlerini yanıp söndüren bir hırs, sermaye. Bu olduğunu bilip, sermayenin egemenliğini devirmeye çalışacağız. Başka yolumuz yok. Başka türlü biz ne Kazdağları’nı sahiplenebiliriz ne de başka bir yeri.
OLAY: Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz
Mustafa Yalçıner: Ben teşekkür ederim