ÇOMÜ’de neler oluyor?

Cumhuriyet Gazetesinde ve yerel basında yer alan Batı Dilleri ve Edebiyatı öğretim üyesi Sevinç Özer ile ilgili ‘Profesöre Türban Mobbingi” başlıklı haber ile ilgili ÇOMÜ rektörlüğünün yapmış olduğu açıklama sonrasında Prof. Dr. Sevinç Özer Gazetemize açıkla-malarda bulundu. ÇOMÜ Rektörlüğünün hakkındaki iddialarına cevap veren Prof. Dr. Sevinç Özer “kendi kutsal planlarım dışında irade tanımam” şeklinde sürdürülen yönetim anlayışının üniversiteye ve kente zarar vereceğini belirtti.

1708
ÇOMÜ Rektörlüğünün hakkındaki iddialarına cevap veren Prof. Dr. Sevinç Özer “kendi kutsal planlarım dışında irade tanımam” şeklinde sürdürülen yönetim anlayışının üniversiteye ve kente zarar vereceğini belirtti. ÇOMÜ Rektörlüğünün Özer hakkında sürdürülen soruşturma ile ilgili olarak “Esas mesele daha önce de belirtildiği üzere Sayın Özer’in çalışma arkadaşlarına mobbing uyguladığı, onları aşağıladığı ve çalıştırmadığı iddiaları ve öğrencilerini kendisini şikayet etmeleri nedeniyle tehdit etmesine dönük savlarıdır” değerlendirmesi sonrasında yaşanılan gelişmeler üzerine geniş bir açıklama yapan Prof. Dr. Sevinç Özer şunları kaydetti:
 
“Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi beni beş yıl önce YÖK tarafından bilimsel kadrosunun yetersizliği yüzünden üç uyarı almış bir bölümü kurtarmak üzere davet etti. Eğer gelmeseydim şimdi bana koro halinde iftira atanlar; benim iyi niyetlerimle kendilerini bölüme yerleştirenler; hiçbir akademik çalışma yapmadan varlıklarını sürdürenler ya da akademik yetersizlikleriyle bölümden kaçanlar kim bilir şimdi hangi rektörün dünya görüşüne yağdanlık olup kimlerin başına çorap örmeğe çalışacaklardı. Solcu, sağcı, liberal, Vanlı, Bigalı fark etmez… Beş yıl içinde Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünü yalnızca kapatılmaktan kurtarmakla kalmadım, aynı zamanda saygın ve öğrencileri açısından iş bulma umudunu artıran bir bölüm haline getirdim. Eğer eski rektör Prof. Dr. Ali Akdemir başlangıçta verdiği desteği sürdürmüş olsa idi, şimdi bölümde hem içinde Yunanca, İtalyanca, Almanca ve Fransızca öğrenilen güçlü bir Çeviribilim anabilim dalı olacaktı hem de simültane çeviri öğrenilen bir merkez. Öğrencilerimizin çoğu da birden fazla dil bilen elemanlar olarak öğretmenlik atamalarını bekleyen yığınlar içinde yer almayacaklardı.
 
Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümü, benim gayretlerim ve girişimlerimle yalnızca kapatılmaktan kurtarılmadı, içinde bir Avustralya kütüphanesi ve Türk–Avustralya Araştırmaları merkezi kuruldu. 2547 sayılı Yasa, bir bölüm başkanının görevlerini başta bölümün akademik standartlarını yükseltmek olmak üzere, bölüm elemanlarının görev anlayışlarını denetlemek, (hiyerarşiye uygun bir biçimde) işbölümü sağlamak olarak belirler. Elbette ki bunları yaparken bölüm başkanları, ilgili fakültenin dekanı ve son aşamada rektör tarafından desteklenir. Üniversite her şeyden önce bilgi önceliğine dayalı hiyerarşik bir kurum olarak çalışır ve yönetim ve denetim konusunda deneyimli, sağduyulu, rasyonel bir yönetici bu hiyerarşiyi “kendi kutsal planlarım dışında irade tanımam” havalarıyla alt üst edemez. Ederse olan üniversiteye olur, kent bundan zarar görür.
 
Yönetim gitmem için bütün yetki ve gücünü kullanıyor
Tam büyüme, gelişme noktasına gelmiş, Yunanistan, Avustralya üniversiteleriyle ilişkiler başlatmış, araştırma görevlilerini İstanbul’da, Almanya’da doktoraya göndermiş, geleceğe yönelik yatırımlar yapmaya başlamış olan Batı Dilleri ve Edebiyatları bölümünde yeni rektörün göreve gelişinden beri neler oluyor? Kısaca söyleyeyim: yönetim benim, bir bölümü yoktan var etmeye var gücüyle çalışmış benim, bölümün tek profesörünün, gitmesi için bütün yetki ve gücünü kullanıyor. Elimde bulunan belgelere göre konuşuyorum: Hakkımda yalan ve iftiralarla dolu üç soruşturma açtırıyor, bölümden üç ay uzaklaştırılıyorum, maaşımdan önce 1/30 miktarı, daha sonra 1/3’ü iki ay üst üste kesiliyor ve can havliyle hukuka gidiyorum, dosyam reddediliyor, YÖK’e şikayette bulunuyorum ses yok, uzun bir süre sonra YÖK 1. hukuk müşaviri imzasıyla ilk cezam onaylanıyor. Suçum nedir? “Amirine, maiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş sahiplerine (?) hakarette bulunmak veya bunları tehdit etmek.” Otuz dokuz yıllık üniversite hocalığımda bütün Türkiye’nin her tarafında öğrenciler yetiştirmiş, öğrencileri profesör doçent olmuş, birçok yöneticilik görevinde bulunup, takdir teşekkür almış, çok geniş bir akademik network ve saygınlık içinde çalışmış biri olarak, bir derginin sürekli yazarı, edebiyat alanında adını duyurmuş biri olarak, Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinin (yaşı benim mesleki kariyerimden daha az olduğu söylenen) bir rektörü zamanında içinde düşürüldüğüm durum, hem mesleki çevremi şok ediyor, hem de her taraftan bana telefon edip olayı öğrenmek isteyen eski öğrencilerimi, hemen hepsi akademisyen olan ailemi, her meslekten dostlarım ve meslektaşlarımı…
 
Peki bana cephe alanlar kimler?
Bir kere üç soruşturmanın şikayetçisi de benim açtığım kanaldan Avustralya’ya (bölüm başkanı olarak bana sorulmadan) gönderilip iki ay sonra soruşturmayı başlatan bir yardımcı doçent! Ben nasıl bir mobbing uzmanıyım ki, hanımefendi 6 ay sonra döndükten sonra bir günde dekanlığa, sosyal bilimler enstitüsüne, bölüm başkanlığına benim hakkımda dört şikayet dilekçesi birden veriyor. Sonuç: Rektör danışmanlığına atanıyor. Normal koşullarda onun durumunun da incelenmesi gerekirdi değil mi? İftira korosunda, yine bendeki belgelere göre, başka kimler var? Öğretim görevlileri (ki biri İzmir’deki Gediz Üniversitesinden başını uzatıp koroya katılıyor), burada bulunduğum beş yıl içinde hiçbir akademik çalışma yapmamış, çoğu kez bana işlerimde köstek olmuş kişiler.
 
Bölüm çalıştırılmıyor
Yeni gelen yardımcı doçentleri de bu güç gösterisi etkiliyor, “artık yalnız değilsiniz, bölümü birlikte çalıştıracağız” diye gelenlerden biri karşıma çıkıp “siz gidicisiniz, sizinle çalışmam” diye karşıma çıkabiliyor, diğeri de ortalıktan çekilip görünmez oluyor. Kısacası bölüm çalıştırılmıyor. Bölümün çalışmaları, projeleri, ileriye dönük yatırımları bütünüyle duruyor. İşleri de araştırma görevlileri yapıyor. Elimden alınan, tezine benimle başlamış yüksek lisans öğrencileri şaşkın, benimle bitmiş tezler “uzatma” alıyor, kısacası herkesin gözünde itibarsızlaştırılmaya çalıştırılıyorum.
 
İftiralar ve karalamalar ile dolu bir kampanya
ÇOMÜ haber.com diye bir sitede hakkımda isimsiz, çirkin iftiralar atılıyor, belden aşağı çirkin yorumlar yapılıyor (artık biz ÇOMÜ’lüler mahlas kullanımına alıştırıldık zaten). Benim hakkımda “gitsin, zaten emekliliği geldi”, “yar saçların lüle lüle, Sevinç sana güle güle” gibi hayli estetik yorumlar çıkıyor. Amaca ulaşıldıktan sonra site yoruma kapatılıyor. (Aleyhime açılan her soruşturmadaki soruların da düzeyi bu olduğu için sonuncusunun sorularına cevap vermeyi de reddediyorum.) Yaptığım mobbingin başka kurbanları kimler? Ölmüş dostlarım (onlar bile kullanılıyor), mezun olmuş öğrencilerim ve ille de türbanlılar… Benden en az on ders aldıktan sonra (rektörün yazısı ile derslerime türbanlarıyla da giriyorlardı tabi) güle oynaya mezun olan ve gitmeden önce hakkımda olmadık iftiralar atan türbanlılar. Dahası (YÖK onay yazısına bakarak söylüyorum) eski – yeni Avustralya konsolosları, ki bunlardan Peter Rennert’e ve Kültür turizm müdürü, şimdiki tarih bölümü başkanı, her olayın içinden başı gözüken doçente de saldırıyor, hakaretler ediyorum… Soruşturmalar ve iftiralar böyle sürüp gidiyor. Soruşturmalarda yalan söylemek istemeyen araştırma görevlileri (ki şu anda bölümün bütün yükünü bunlar kaldırıyor) de soruşturmaya uğruyor, daha mesleki kariyerlerinin başında bulunmalarına karşın girdikleri her sınavı kazanıp, her yıl mutlaka birkaç kongreye davet edilen bu çocuk(lar) da ceza alıyorlar. Şu kadarını söylemeden geçemeyeceğim: Ailemde biz bir bayram sofrasında oturduğumuzda kardeşlerim, eşleri, çocuklarımız, üç profesör, bir doçent, doktorasını yapan iki araştırma görevlisi çocuklarımız ve köy enstitüsü çıkışlı öğretmen annemizle bir “üniversiteler kuşağı” oluştururuz. Her üniversiteden konuşulur, her olay yorumlanır. Bana sorulan soruşturma sorularını görünce (11+2+46 soru) ailemden gelen ilk tepki, bütün olanların bir skandal ve kara mizah olduğu şeklinde yorumlanıyor. Ama seksen yaşındaki annem, “kızım bunlar senden ne istiyorlar?” diye sora sora hastalanıyor.
 
Rektör neden objektif davranmıyor
Gerçekten benden ne istiyorlar? Yahut diğer meslektaşlarımdan, onların eşleri, çocukları ile idari personelden? İşçilerden, her düzeyde üniversite çalışanlarından? İki yıla yakın bir zaman içinde mobbinge uğramanın her yönünü gördük bizler… Bir rektör, bir dekan niçin profesörlerle işbirliği yapıp üniversiteyi geliştirmek yerine (Prof. Akdemir de aynı yolu tutmuştu) gücünü niçin iftira atmaya hazır bir yardımcı doçent, öğretim görevlisi, halkla ilişkiler görevlisi vs. ile yalan atmaya hazır öğrencilerden alır? Hayatımda söylemediğim sözler, bana söyletiliyor, insani basit şakalaşmalar ya da iletişim anları çarpıtılarak iftira haline getiriliyor, aleyhime döndürülüyor… Bir çark dönüyor ve herkes, başta öğrenciler, yalana riyaya alıştırılıyor, 2009’da işleme konulmayan dilekçeler 2011’de YÖK’e gönderiliyor, ben kimse hakkında kanıtlasam bile soruşturma açamıyorum, bana her çeşit soruşturma ceza uygulanıyor, dağıttığım derslere Fakülte Yönetim Kurulu hukuk dışı bir biçimde müdahale edebiliyor, karşıma çıkıp “siz gidicisiniz” diye meydan okuyanlar (sanki ellerine bir liste verilmiş) acilen yönetim kurulu yardımcı doçent temsilciliğine getiriliyor, daha neler neler oluyor… Son çözümlemede sorulacak soru, dağ gibi ortaya çıkıyor: Kim kazanıyor ve kim kaybediyor? Dilerim uzun hukuk mücadelemde bu sorunun yanıtını hukuka gerçekten bağlı hukukçular verecek.”
Paylaş