YÖNETİCİLER VE SİYASETÇİLER İÇİN DERSLER: ÜREME SAĞLIĞI POLİTİKALARI

1022
Doç.Dr.Coşkun Bakar
Halk Sağlığı Uzmanı
 
Ülkemiz seçim dalgası içine girdi. Demokrasi, karar mekanizmaları üzerinde temsilciler yoluyla söz sahibi olabildiğimiz, ileri bir yönetim biçimi. Günümüzde tek kişinin karar vererek bir toplumu yönlendirmesi gerçekçi olmadığı gibi bilimsel de değildir. Ancak ülkemizdeki siyasi ve bürokratik karar vericilerin bilimsel yöntemleri doğru bir biçimde kullanabildiklerini düşünmüyorum. Aslında sivil toplum örgütleri de kullanamıyor ya her neyse… Örnek verecek olursak;
Ülkemizde bir süredir, yeni bir nüfus politikası oluşturulmaya çalışılıyor. Bu politika, kararlılıkla en yüksek konumdaki siyasi liderler tarafından dile getiriliyor. Siyasi iradenin ve devlet mekanizmasının politika üretmesi görevidir. Bu noktada yanlışlık, inanç değerleri üzerinden çizgi oluşturulması ve üç ya da beş çocuk politikasında diretilmesidir. Daha da kötüsü bunun her ortamda tek doğru olarak sunulması ve tartışma ortamlarına bile izin verilmemesidir. Kullanılan argümanlar o kadar yüksek sesle söyleniyor ki; yanlışlıklar, fark edilemiyor bile...
Bu süreç içinde şu sözleri sıklıkla duyduk: “Türkiye’de bugüne kadar uygulanan “Nüfus Planlaması” politikaları ile vatana ihanet edilmiştir”. Ülkemizde her düşüncenin birilerinin ihanet sınırları içine girmesini kanıksadığımızdan olsa gerek, burada ihanet kelimesinin bir değeri yoktur. O yüzden ben “Nüfus Planlaması” kelimesi üzerinden bir tartışma yürüteceğim.  
Türkiye’de nüfusla ilgili devlet politikaları Cumhuriyet ile başlamıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ciddi bir nüfus eksikliğinin olması, nüfusun tamamına yakının kırsal alanda ve emeğe dayalı bir tarım ekonomisi ile geçinmek zorunda oluşu, o dönemde dünyada büyümenin nüfusla ilişkilendirilmesi ve muhtemel savaş ortamları nedeniyle nüfusa gereksinim duyulmuştur. Cumhuriyet, Anadolu topraklarında, Osmanlı’dan yaklaşık 13 milyon insan almış olup, genç ve çalışma çağındaki güçlü nesillere ihtiyacı bulunmaktaydı. Bu nedenle de 1965 yılına kadar nüfus arttırıcı politikalar uygulanmıştır. Hatta bu dönemde, Ceza Kanununa göre kürtaj “Irkın Tümlüğü ve Sağlığı Aleyhine Cürümler” olarak değerlendirilmiştir.
Ancak 1965 yılında dünya artık değişiyordu. Yeni dünyada nüfus nicelik olarak değil, nitelik olarak değer görmeye başlıyordu. Tarımın makineleşmesi, daha fazla ürünü daha az insan gücüyle üretilmesini sağlarken, yeni bilgi teknolojileri ile dünya emek gücüne değil, az sayıda nitelikli insana ihtiyaç duymaktaydı. Çocuk beş yaşında tarlada çalışmaya başlatılacak bir geçim kapısı olmaktan, ciddi eğitim ihtiyacına gereksinim duyan bir yatırım alanına dönüşmeye başlamıştı. Aynı dönemde dünyada aşırı doğurganlık ve istenmeyen gebelikler nedeniyle on milyonlarca kadın hayatını kaybediyordu. Türkiye’de ise kadınlar Osmanlı zamanından itibaren, geleneksel yöntemlerle doğurganlıklarını kontrol etmeye başlamışlardı. Yüzyılın başında İstanbul’da kadın başına doğum sayısı 3’e kadar düşmüştü. Bu seviyeye, ulusal düzeyde ancak 2000’li yıllarda ulaşılabilecekti. Bu nedenle Cumhuriyet’i yönetenler 1965 yılından itibaren önce aile planlaması yöntemlerini kullanılması önündeki yasakları kaldırdılar, sonra da bu hizmetlerin insanlara ulaşabilmesini kolaylaştıracak sağlık hizmeti modellerini kurmaya çalıştılar. Ana ve Çocuk Sağlığı Merkezleri ile Sağlık Ocakları aile planlaması hizmetini önceleyen birinci basamak kuruluşlar olarak 50 yıla yakın hizmet sunmuşlardır. 1965 yılından itibaren toplumun en öncelikli sağlık sorunları bebek, çocuk, anne ölümleri, enfeksiyon hastalıkları, aşırı doğurganlık olmuştur. Bu süreci 1968 yılından itibaren düzenli olarak yürütülen Nüfus ve Sağlık Araştırmalarından izleyebilirsiniz.
Aynı dönemde dünyada da nüfus artışı önemli bir sorun olarak görülmüş; önce nüfus planlaması, sonra aile planlaması ve sonra da üreme sağlığı anlayışı kapsamında yeni bir yaklaşım gelişmiştir. En sonunda da her bireyin sağlıklı ve mutlu bir cinsel yaşama, kendi doğurganlığının özgür iradesi ile planlama ve cinsel tercihleri yüzünden ayrımcılığa uğramama haklarının tanındığı üreme sağlığı kavramı gelişmiştir. Bu kavram içinde üreme sağlığı bir insan hakkı çerçevesinde ve sağlık penceresinden ele alınmıştır. Türkiye’de sağlık politikaları son 50 yılda bu çerçeveden belirlenmiştir. Ülkemizde nüfusun planlaması ile ilgili katı politika hiçbir zaman uygulanmamıştır. Konu üreme sağlığı açısından ele alınmış ve aile planlaması politikaları uygulanmıştır. Elbette bu durum nüfus artış hızının düşüşüne sebep olmuş ve politika belirleyicisi bu hedefe ulaşmak istemiştir. Ancak nüfus planlaması başka bir şeydir. Örneğin Çin’de uygulanmıştır ve çok katı sınırlamalar içermektedir. Bizde ise politika hiçbir zaman bu çerçeveden belirlenmemiştir.
Aile planlamasının anlamı ise insanların istediği kadar ve istediği aralıkta çocuk sahibi olabilmeleri demektir. Bunun da sınırları sağlık ile çizilmiştir. Ayrıca bu durum zamanla toplumsal ihtiyacın karşılanması amacıyla yapılmıştır. Kentleşme, kadının eğitiminin ve statüsünün yükselmesi, çekirdek aile yapısı, bebek ve çocuk ölümlerinin azalması zamanla arzu edilen çocuk sayısını azaltmıştır. Çiftler kendi olanakları ile doğumlarını azaltmak için çaba sarf etmişlerdir. Devlet bu süreçte sağlık hizmeti ile bu ihtiyacı karşılamaya çalışmıştır; hepsi bu. Kaldı ki halen evli çiftlerin beşte biri aile planlaması yöntemi olmayan ve gebelikten korumayan “geri çekme” yöntemini kullanmaktadır. Bunun anlamı halen nüfusun önemli kısmına modern ve bilimsel aile planlaması yöntemlerini ulaştıramıyoruz. Ve aile planlaması hizmetlerine halen toplumun ihtiyacı var.
Kısaca özetlemek gerekirse ülkemizde nüfus planlaması politikası uygulanmamıştır. Uygulanan aile planlaması politikalarıdır ki bu bilimsel, çağdaş ve toplumun ihtiyacı olan bir hizmettir.
Evet, toplumumuz yaşlanmaktadır! Ancak bu kaçınılmaz bir süreçtir. Reçete daha çok doğurmak değildir. Nedir? Diye sorarsanız. Onu da başka bir yazıda tartışmaya çalışırız; fakat bu konuda hekimlerin reçeteleri yetersizdir. İktisatçı ve sosyologlar gibi konu ile ilgili sosyal bilim uzmanlarına ihtiyaç vardır. Yani reçete inançlarda değildir; aksine bilimsel yöntemlerdedir! Yöneticilerin ve ülkeyi yönetmeye talip olan aday adaylarının, bilimsel yöntemlere göre hareket etmesi, toplumun sağlığı açısından gereklidir. Umarım bu ülkenin okulları ülkeyi yönetenlere ve talip olanlara bilimsel yöntemleri kullanma konusunda gerekli olan bilgi, beceri ve tutumu verebilecek niteliktedir.