Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Yeni adli yıl ve gazeteciler

1657
Yeni adli yıl başladı.
Bu yıl adli yılın başlangıcına Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun açılış konuşması damgasını vurdu.
Feyzioğlu’nun konuşması, hukukun üstünlüğü kavramını hayata geçirmek için; çoğulcu demokrasiden, insan haklarından, evrensel hukuktan, özgürlüklerden, barıştan, emekten, halktan yana uygulamalar için önemli mesajlar içeren, güncelliği açısından çok değerli görüşleri barındırıyordu.
Savunma hakkı anlamında yaptığı tespit yaşadığımız ve yaşayacaklarımız anlamında çok önemli mesajları içermekteydi;”Bugün, savunma baskı altındadır. Avukatlar, mesleki faaliyetleri nedeniyle soruşturulmakta ve kovuşturulmaktadır. Adliyelerden ve duruşma salonlarından yaka paça çıkarılmakta, savunma görevinden yasaklanmaktadır”
Savunma hakkının bu konumda olduğu bir ülkede şimdi tutuklu olan gazetecilerin durumunu daha iyi anlayabiliyorum.
Adli yıl ile, gazetecilerin ilgisi de nerden çıktı diye düşünebilirsiniz!
Adli yıl başlayınca, gazeteciler de, ister istemez şöyle bir hakkımda süren davalar neler, hangi gün mahkemelerim var deyip; habercilik ve ifade özgürlüğü temelinde yaşanan bu anti demokratik şokun etkisini bir kez daha yaşarlar.
Benim gibi, şöyle bir avukatımın yolunu tutayım da; ne oldu, ne bitti, neler olacak gibi bir değerlendirme yapma ihtiyacı olanlar da çıkar.
Basın özgürlüğü kapsamında;  gazetecilerin özgürce mesleklerini icra etme konusu günümüz hukuk sisteminde yeteri kadar sağlıklı bir yapıda değil.
Gazetecilerin yapmış olduğu her eleştiri, toplumda var olan birçok uygunsuzluk için bunları kamuoyunun gündemine taşımak durumu, bir şekilde dönüp dolaşıp gazetecilerin karşısına dava konusu olarak çıkabiliyor.
Bu durum daha çok bazı çıkar çevreleri ,hukuksuzluk ve  kuralsızlıklardan beslenen çevreler  tarafından bir baskı unsuru olarak kullanılarak ; gazetecilerin gerçeklerle olan ilgisi ve bu gerçeklerin kamuoyuna aktarılması konusunda gazetecileri  yıldırmak için  kullanılsa da   bu yöntem herkes için sonuç vermiyor.
Bu ülkede, hala yürekli gazeteciler, mesleğinin onuruna sahip çıkan arkadaşlarımız mevcut.
Son dönemde çıkarılan bazı yargı paketleri ile gazeteciler yapmış olduğu haberler ve ifade ettikleri düşünceleri anlamında korunmaya çalışılsa da; hukuksuzluklardan beslenen, kanunsuzlukları, kuralsızlıkları vicdansızlıkları  kendilerine ilke edinmiş  bazı çevreler kendilerini aklamak adına bu sorunları dile getiren gazetecileri dava etme gayretlerinden  vazgeçmiyorlar.
Açılan bu davalar basın özgürlüğü kapsamında hukukun gazeteciler lehine tecil ettiği süreçler olarak sonuçlanmasına rağmen; gerek iş yükü zaten inanılmaz derecede yoğun olan mahkemelerin meşgul edilmesi, gerekse de gazetecilerin mahkeme koridorlarında geçirdikleri lüzumsuz zamanlar olarak kabul edilecek bir durum değil.
Gazetecilerin genelde kişiler ile olan hukuk sorunlarının mevcut durumu böyle, ama birde sistemin; düşüncelerinden ötürü zararlı gördüğü bazı gazetecilere karşı takındığı tavır var ki, esas sorun burada.
Düşüncelerinden ötürü, yaptıkları haberlerden dolayı bugün cezaevlerinde 60 yakın gazeteci tutuklu bulunmakta.
İşte basın özgürlüğü anlamında gazetecilerin hukuk sorunları tam da bu noktada önem kazanıyor.
Demokratikleşme sürecinde bu durumun düzeltilmesi ülkemizdeki demokrasinin kalitesi açısından son derece önemli.
Buradan tekrar, Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun adli yıl açılışında yaptığı konuşmasında demokrasi adına yaşadığımız sorunlar konusundaki değerlendirmelerine dönmek istiyorum.
Özellikle son derece güncel olan sorunlar konusundaki değerlendirmeleri, umut ederim ki;yeni adli yılla birlikte dikkate alınarak, çözümünün oluşturulması için  bir başlangıç olur.
Feyzioğlu’nun konuşmasındaki güncel gelişmeler anlamında önemli bulduğum bazı satır başları şu şekilde :
“İster ülkemizde ister dünyanın başka bir yerinde olsun; barışçıl gösteri hakkını kullananlara şiddet uygulanması, göstericilerin gerçek mermilerle, hedef gözetilerek sıkılan gaz bombalarıyla, plastik mermilerle veya kimyasal madde karıştırılmış tazyikli sularla öldürülmesi ya da yaralanması ağır bir suçtur. Bu suçları işleyenlerin teşvik edilmeleri veya ödüllendirilmeleri değil, cezalandırılmaları gerekir. Hiçbir siyasi veya ekonomik menfaat en üstün değer olan insan yaşamından daha değerli değildir. Sudan’da, Lazkiye’de, Rojava’da, Mısır’ın Adeviyesi’nde veya Tahrir’inde, Lice’de, Uludere’de, Reyhanlı’da, Akçakale’de, Ceylanpınar’da, Eskişehir’in, Ankara’nın, İstanbul’un ve Hatay’ın sokaklarında, insanların katledilmesinin hiçbir mazereti olamaz.
Demokratik bir devlette, devletin, düşüncenin ve ifadenin önünü açması, şiddet çağrısı yapmayan düşüncelerin istenilen yerlere ulaştırılabilmesi için toplumsal iletişim kanallarını açık tutması, barışçıl toplantı ve gösterileri engellememesi esastır. İfade özgürlüğü ve onun hayata geçirilme yöntemlerinden olan barışçıl toplantı ve gösteriler, özgür ve demokratik bir toplumun varlığının en önemli kanıtıdır. Özgürlükler söz konusu olduğunda devlet, kısıtlamak ve yasaklamak yerine engelleri kaldırmakla yükümlüdür.
Bu çerçevede, hiç kimse düşüncelerini açıkladığı için idari veya adli soruşturmalara tabi tutulamaz.
Demokratik bir hukuk devletinde, düşünme, düşündüğünü ifade etme ve basın özgürlüğü vazgeçilmezdir. Basın özgürlüğüne yönelik en büyük tehdit yalnızca gazetecilere açılan davalar veya gazete sahiplerine yönelik idari-mali uygulamalar ve gazetelerin uygulamak zorunda kaldıkları otosansür değil, tekelleşme ve basın çalışanlarının örgütlenmesinin önüne getirilen kısıtlamalardır. Bu özgürlükler kısıtlandığında muhalefet partilerinin ve demokratik kitle örgütlerinin etkili muhalefet yapma imkânları ellerinden alınır. Bu durumda ne kadar baskı altında tutulursa tutulsun, toplum bir noktada patlar ve toplumsal muhalefet, siyasal muhalefetin önüne geçer”