turgutcamer@hotmail.com
Değerli okurlarım bu yazımın ana fikrini çok güzel aydınlattığı için, başımdan geçen üç olayı paylaşmak istiyorum. Biri beni utandıran, diğerleri çok duygulandıran ve de önemli bir dersi vurgulayan gerçek öyküler
***
Yıl 2017… On beş gün önce ortaokuldan bir arkadaşımla yıllar sonra tarihi Çan Saati Kulesi önünde karşılaştım.
“Ya Turgut gazetede ki yazılarını beğeniyle okuyorum. Arkadaş genellikle siyasi ve politik konulara duyarlısın, yazılarında daha çok o konulara değiniyorsun, üslubunla fark yaratıyorsun… Bu üslup ve ifade tarzınla başka konulara da değinsene, sen Kimya Mühendisi oldun, lisede edebiyat bölümündeydin, çok etkili yorum ve görüşlerini neden başka alanlarda da kullanmıyorsun?” diye çıkıştı!
* Belki inanmayacaksınız ama o arkadaşımla tam 52 yıl sonra karşılaşıyordum. O bana ismimle hitap ederken üzülerek ifade ediyorum ona ismiyle hitap edemedim. Demek ki yıllar fiziğini oldukça değiştirmiş, ses renginden çıkarmaya çalıştım, başaramadım…
- Arkadaş senin ismin neydi diye de soramadım, çünkü utandım!.. O da benim ismimi hatırlamadın değil mi? diye üstelemedi. Bu vesileyle kendisinden bu yazı aracılığıyla çok çok özür diliyorum.
Arkadaşıma 250’yi aşkın yazım var. Başka konulara da değiniyordum, demek ki gözünden kaçmış demekle yetindim.
*Arkadaşım sanki yalnızca siyasi ve politik konulara duyarlısın deyince… Babam Sait Usta’dan henüz 15 yaşımda iken ‘duyarlı’ olmak nasıl bir şeymiş, ondan aldığım ders aklıma geldi ve o anda bunu yazı konusu yapmaya karar vermiştim. Ve bu satırları o nedenle kaleme alıyorum.
Babamdan aldığım ders o günden bu yana adeta benim temel kişilik oluşumumun mihenk taşı oldu.
Hiç kuşkusuz bireyin temel kişilik oluşumunda önemli evreler var; aile, okul, arkadaş, çevre faktörleri vb…
Babam duyarlılık dersini nasıl vermişti?.. O dersi nasıl almıştım?
Yıl 1965… Babam Çanakkale’nin sipariş üzerine mobilya yapan ilk ustasıydı. Marangozlar-Mobilyacılar Derneği Başkanlığı da yapmıştı. Onu 1991 yılında, annemi 1994 yılında yitirdim. Her ikisinin de mekanı cennet olsun.
Ders 1: Ben Ortaokul 3. Sınıfa gidiyorum. Babam Yalı Camii’nin yanında Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait bir mekanı atölye ve teşhir salonu haline getirmişti. Sabahçı olarak okula gider, öğleden sonra teşhir salonundaki masada ödevlerimi yapar derslerime çalışır, müşteri geldiğinde atölyede çırak ve kalfalarıyla çalışan babama haber verirdim…
Bir gün bir emekli Hakim eşiyle birlikte teşhir salonuna geldi ve “ustan nerede? Çağır bakayım..” deyince babama seslendim ve babam üstündeki önlüğün üzerinde planya talaşları olduğu halde müşterilerin karşısına geldi.
Babam onları tanıyordu!
Mesleklerini sonradan babamdan öğrendiğim müşteriyle babam arasında şöyle bir diyaloğa tanıklık ettim. Bu gün gibi anımsıyorum.
Müşteri: Sait Usta nedir senin elinden çektiğimiz?
Babam: Hayırdır Hakim bey, size karşı bir kusurum mu oldu?
Müşteri: Evet… Hem de ne kusur! Bize yatak odası takımını yapalı 18 sene oldu.. İnsan bir tarafını çürük-çarık yapar da biz de değiştirme imkanı bulurduk!
Babam: Çok yaşayın Hakim bey, ben de çok büyük bir kusur işlediğimi sanmıştım.
*Evet… Ben çocuk aklımla şaşkınlık içindeydim. Hakim bey ve eşi dükkandan ayrıldıktan sonra babam o muhteşem duyarlılık tohumunu şöyle ekmişti;
Ders çalıştığım masaya beni oturtarak “evladım şimdi ortaokul son sınıftasın, liseyi bitireceksin, üniversiteye gideceksin, hangi mesleği seçeceksin şimdiden bilemeyiz ama hangi mesleği seçersen seç; bir işi ‘ya tam’ ya da ‘hiç yapacaksın’!”
Ben: Baba ‘hiç yap’! ne demek?
Babam: “Benim üzerime vazife değil diye etrafındaki olumsuz işlerin olumlu hale gelmesi için çaba sarf etmekten asla vazgeçmeyeceksin. Yani çevrende yarım bir iş ya da görüntü kirliliği varsa dünyanın en rahatsız insanı sen olmalısın!
İşte bir işi ‘YA TAM’ ya da ‘HİÇ YAP’ tan kastım bu!”
Ders 2: Çanakkale Ortaokulu ve Lisesinin karşısında Öğretmen Okulu var. (Şimdi Öğretmen Evi)
Ders 1’den bir hafta sonra ben yine teşhir salonundayım. Öğretmen okulundan genç bir öğretmen ve eşi geldiler. Onlarla babam arasında geçen diyalog:
Öğretmen: Ustacım biz eşimle birlikte Öğretmen okulunda öğretmeniz. Evimiz için bir sehpa takımı ve çizimini yaptığımız şu kitaplığı sipariş vermek istiyoruz.
Babam: Sehpa ve kitaplıkta ceviz mi yoksa maun kaplama mı istersiniz?
Öğretmen: Ustacım kaplamanın rengi cinsi önemli değil, hangisini isterseniz ondan yapın tercih sizin… Biliyorsunuz bizim maaşlarımız belli, çok iyi malzeme kullanmasanız da olur!
Babam: Ahh sevgili öğretmenlerim üzülerek ifade ediyorum ki sizin siparişinizi kabul edemem! Çünkü ben en iyi malzemeleri kullanırım. Sizler haklısınız, maaşlarınız düşük… Ben sizi İnegöl’den, İzmir’den hazır mobilya getirip satanlara yönlendireyim.
Ve… Öyle de yaptı. Ben yine şaşkınım, müşteri gelmiş babam müşteriyi kaçırıyor!
*(Babam İstanbul’a gider ve en iyi malzemeleri kendi elleriyle seçerdi. Evleneli 40 yıl oldu… Ankara’da ki evimde hala babamın yaptığı el yapımı mobilyaları kullanıyorum.)
***
Sevgili Çanakkale OLAY okurları babamı yitireli 26 yıl oldu. Kule önünde rastlaştığım ama ne yazık ki ismini anımsayamadığım arkadaşımın duyarlılıkla ilgili sözleri; 52 yıl önceki kişilik oluşumuma temel karakter özelliklerime babamın yaptığı çok önemli iki katkıyı anıyı yazmama vesile oldu. Bu yaşımda bile üstüme vazife olmayan işlere karışır, icad çıkarırım!