M. Şahabettin Kalfa Çanakkale yerel Tarih araştırmacısı
Çanakkale; farklı kültür coğrafyalarının bir temas noktasıdır. Bu bölgenin batısında, Anadolu’dan farklı parametreleri olan, deniz kıyısındaki yerleşmeleri, adalarıyla farklı bir kültür coğrafyası olan Ege dünyası vardır. Bu en eski dönemlerden itibaren farklı bir coğrafyadır. Kalfa M. Şahabettin, “Çanakkale’de Karantina Hizmetleri ve Sahil Sıhhiye” makale. Çanakkale Troia Dergisi Nisan 2018 Sayı:8 Sayfa:42-47.
Ege Dünyası, Anadolu Kültür Bölgesi, Trakya, Güney Doğu Avrupa Kültür Coğrafyası. Çanakkale; Anadolu ve Yakındoğu’da odaklanan ve gelişen kültürler için uç noktası, Avrupa ve Ege dünyası için ise başlangıç yeridir. Çanakkale; üç bölgenin sınırı, yani taşrasıdır. Özdoğan Mehmet, Arkeolog Prof. Dr. Çanakkale-Troas 5. Arkeoloji Buluşması’ndan. 07.09.2007. Yalı Hanı.
Çanakkale Boğazı, tarihte Asya ile Avrupa; Akdeniz, Ege ile Marmara ve Karadeniz, hatta Tuna yoluyla Orta Avrupa arasında karşılıklı askeri, ekonomik, sosyal ve siyasi faaliyetlere neden olur. Bir bakıma; “Çanakkale Boğazı’nın tarihi, Afrika, Asya ile Avrupa tarihinin ulaşım, ticaret, siyaset ve kültürlerin kesişim noktasıdır.” diyebiliriz. Osmanlı Devleti’nin üç kıtaya uzanan topraklarında görülen salgın hastalıklarda bu sürecin bir parçasıdır. Kalfa M. Şahabettin, “Çanakkale’de Karantina Hizmetleri ve Sahil Sıhhiye” aynı makale.
19.yüzyıl savaşlar ve salgın hastalıklarla geçmiştir. Tüm dünya devletlerini etkisi altına alan bu felaketlerden Osmanlı Devleti de nasibini almış, bu salgınlarla yapılan mücadelenin dışında kalmamış, kalamamıştır.
Batı ile ilişkileri çoklukla savaşlar şeklinde tezahür etmiş olan Osmanlı Devleti için 19. yüzyıl, yeni bir temas alanının ortaya çıkmasıyla birlikte ilişkilerin daha çetrefil bir döneme girmesi anlamına gelir. Bu yeni temas alanı salgın hastalıklardır. Özellikle 18.yüzyılda Sanayi Devrimi ile, buhar gücünün deniz ulaşımında kullanılmasının yarattığı etki bu bakımdan “ölümcül” olur. Zira her yeni teknoloji öncelikle “hız”ı artırır ve bu hız birçok şeyi kolaylaştırdığı gibi, salgın hastalıkların yayılmasını da kolaylaştırır.
Osmanlı sağlık tarihi açısından bu dönemde iki önemli nirengi noktası öne çıkıyor; bunlardan biri Çiçek, tifo, tifüs, humma, veba ve kolera gibi salgın hastalıklara karşı 1831 yılında başlayan karantina uygulamaları, ikincisi de sağlık konusunda ciddi düzenlemelerin yapıldığı 1866 tarihinde İstanbul’da toplanan Uluslararası Sağlık Konferansı’dır. Bu iki önemli eylemi tetikleyen şey ise sanıldığı gibi veba salgınları değil, 1831 ve 1865 yılında Osmanlı coğrafyasını kasıp kavuran kolera salgınlarıdır.
Çiçek aşısının 1840 yılında Osmanlı coğrafyasında kullanılmaya başlanmasıyla bu hastalıktan ölenlerin sayısı ciddi bir biçimde azalma göstermiştir. Kısacası kolera, daha çok hacılarla gelen bir hastalık olarak, 19. yüzyılın ikinci yarısında vebadan daha çok öne çıkmış görünüyor. 1845 yılında hacdan dönen 2.500 kişi Adana’da karantinaya alınmak istenince, buna uymayarak isyan etmişler ve memleketlerine dönmüşlerdir. Böke Pelin, “İzmir Karantina Teşkilatının Kuruluşu ve Faaliyetleri (1840-1900)”, çttad, vııı/18-19, (2009/bahar-güz), s.s.137-159
Salgın hastalıklar insanlık tarihi boyunca sık sık ortaya çıkmış; bunlardan kolera ise, XIX. Yüzyıl boyunca insanların ölüm nedenlerinin başında yer almıştır. Bu niteliği ile de yüzyılın şekillenmesinde hafife alınamayacak bir rol üstlenmiştir. Çağlar boyunca deprem, yangın, kıtlık ve iklim düzensizlikleri gibi diğer doğal afetler, salgın hastalıkların yaptıkları kıyımla boy ölçüşememişlerdir. Birkaç hafta, ay veya birkaç yıl içinde binlerce hatta bazen milyonlarca insanın ölümüne yol açan salgınlar, imparatorlukları çökertmiş, orduları kırmış, toplumun psikolojisine derin tahribat yapmış, tarihin akışını etkilemiştir. Çiçek hastalığının Amerika kıtasını işgal ettiğini, sıtmanın köle ticaretini geliştirdiğini, vebanın XIV. Yüzyılda Avrupa kıtasının üçte birini yok ettiğini, ortaya çıktıkları coğrafyada uzun süre silinemeyecek izler bıraktığını biliyoruz.
Tarihin seyrini yalnızca savaşlar ve antlaşmalar gölgesinde takip etmek büyük bir yanlıştır. Hemen hiçbir savaş, salgın hastalıkların verdiği acıyı insana tattıramamıştır. Bu genel değerlendirme; Osmanlı Devleti için de yapılabilir. Çok geniş bir coğrafyaya hâkim oluşunun da etkisiyle, neredeyse hiçbir yılı doğal afetsiz geçmemiştir. Bütün bu afetlerin kalıcı sonuçları toplumun insan ve ekonomik gücünü oldukça zayıflattı. Bu zor geçen dönemlerde azalan üretim, pahalılık, kriz ve kıtlıkla sonuçlanabilmekteydi.
Osmanlı Devleti’nde bilinen ilk veba salgını; 1466-1467’de Trakya ve Balkanlar’da, XVI. yüzyılda çeşitli yıllarda veba, XVII. yüzyıl ile XIX. Yüzyıl aralarında taun ve XIX. yüzyılda kolera, Osmanlı halkına zarar veren ciddi bir düşman ve en öldürücü afet oldu. Ayar Mesut. “Osmanlı Devleti’nde Kolera İstanbul Örneği (1892-1895), Kitabevi 326, İstanbul 2007.
1854, İstanbul’da koleranın tekrar hüküm sürdüğü yıldır. İstanbul’un korunması amacıyla, konu Sıhhiye Meclisi’nce görüşülerek, Çanakkale’den gelecek donanma ve askerler için, sıhhi tedbirler alınmasına karar verildi. Marsilya’ya da bulaşan hastalık, Kırım’a sevk edilen Fransız askerleri vasıtasıyla, Gelibolu’da tesis edilen Tahaffuzhane hastanesine taşındı. Şubat 1854
1863 pandemisi Pandemi, `da tüm anlamına gelen ••• (pan) ile insanlar anlamına gelen ••`3f••• (demos) kelimelerinden türetilmiştir.; denizyolunun hastalığın yayılması üzerindeki rolünü gösterir nitelikte, Hindistan’dan Kızıldeniz’e, öte yandan Bombay’dan yine gemilerle ve Hintli hacılar vasıtasıyla Hicaz’a taşınarak gelen hastalık, 1864 yılının Mayıs’ında Süveyş, İskenderiye, Beyrut, Marsilya, Tulon, Paris, Cezayir ve İstanbul’a kadar gelir. 1865 yılında kolera İzmir, Çanakkale, İzmit Tekirdağ ve İstanbul ile Marmara Denizi etrafında inanılmaz tahribat yapar. Ayar Mesut, aynı kitap, sayfa: 14-30
KARANTİNA TERİMİ VE OSMANLI DEVLETİ’NDE İLK KARANTİNA UYGULAMALARI
Karantina karantina İ`49t. quarantina a. (karanti`na) tıp 1. Bulaşıcı bir hastalığın yayılmasını önlemek için belli bir bölgenin veya yerin kontrol altında tutulup giriş çıkışların engellenmesi biçiminde uygulanan sağlık önlemi:“Karantinası bitince kendiliğinden serdi postunu siyasiler koğuşuna.” -K. Korcan. 2. Hastanelerde, yatacak hastaların kayıt ve kabul edildikleri yer. Güncel Türkçe Sözlük
karantina İng. quarantine
Bulaşıcı bir hastalığa maruz kalmış veya hastalığın kuluçka süreci içinde hastalığa yakalanmış olma potansiyeli olan insan veya hayvanların bu hastalığı yaymalarının önüne geçmek için hareketlerinin kısıtlanması, hastalığın görüldüğü bölgeden dışarı çıkmalarının engellenmesi. BSTS / Veteriner Hekimliği Terimleri Sözlüğü sözcüğü, quarante (kırk) kelimesinden türemiştir ve bu usulün ilk tatbik edildiği dönemlerde kırk gün olan bekleme süresini işaret eder. Bilinen ilk uygulamaları VII. Yüzyıla dayanacak kadar eski olmakla birlikte, vebaya karşı ilk karantina, XIV. Yüzyıl sonlarında, doğudan gelen gemilere karşı Akdeniz limanlarında tatbik edilmiştir.
İlk karantinalar 1465’te Ragusa’da (Dubrovnik) ve 1485’te Venedik’te, ilk tahaffuzhane de yine Venedik yakınlarındaki Santa Maria’de nezaret Adasında oluşturulmuştur. Ayar Mesut, aynı kitap, sayfa: 377
*kalikratya:(Rumca = Güzelşehir) Bugünkü Büyükçekmece’dir.
Karantina usulü anlatılırken en önemli kavramlardan birisi de gemilere, haraket ettikleri yerlerin sağlık durumu hakkında oranın bulaşık veya temiz olduğuna dair verilen tezkereyi ifade eden “patente” dir. patente: Yabancı limanlardan gelen gemilere, varış limanındaki sağlık dairesince karantina muayenesinden geçtikten sonra verilen karaya çıkış belgesi; sağlık patentası. Çeşitli nizamname ve talimatnamelerle düzenlenen patenteler, bir mahallin salgın hastalıklardan korunması amacıyla uygulanan karantinanın müddetini belirleten en önemli belgeydi. Ayar Mesut, aynı kitap, sayfa: 394-395
Osmanlı Türkçesi’yle, karantinaya karşılık usul-ı tahaffuz, karantina mahalleri içinse karantinahane veya tahaffuzhane terimi kullanılmıştır. Arapça; sakınmak, korunmak anlamına gelen tahaffuz kelimesine dayanarak, bulaşıcı hastalıkların ortaya çıktığı zamanlarda, karantinada bulundurulacak hastaların muayyen müddet geçirmek için ikametlerine tahsis edilen yerlere tahaffuzhane denmekteydi. Daha geniş bir ifadeyle tahaffuzhaneler, bir şehre salgın hastalığın bulaşmasını veya buradan başka yerlere sirayetini engellemek üzere, şehre giriş ve çıkış yapacakların sağlık durumlarının belirli bir süre gözetim altına alındığı; bu gözetim sırasında yapılan muayenelerle şüphe çekici durumu saptananların sağlıklılardan ayrılması için alıkonulup, tedavi edilmeye çalışıldığı yerlerdir.
Tahaffuzhaneler tüm salgın hastalıklar, ama özellikle veba ve kolera için yapılmış mahaller olup, Osmanlı Sıhhiye Meclisi’nin tesis edildiği günlerden itibaren bu ülkenin topraklarında kurulmuş önemli sağlık kuruluşlarıdır. Bunlardan bazıları yalnızca hastalıkların salgın halini aldığı zamanlarda kullanılmış geçici tesislerken, bazıları da uzun yıllar kullanılan, bir nevi salgın hastalıklar için teşkil edilen özel hastahaneler olarak görev yapmıştır.
Bu bakımdan tahaffuzhanelerin bir karantina merkezi olma, bir de hastahane işlevi vardır. 1893-1895 dönemindeki İstanbul kolera salgınları esnasında Kavak, Sinop, Çanakkale, Nağra, Tuzla, Çatalca ve Kalikratya* tahaffuzhaneleri öne çıkmıştır. Ayar Mesut, aynı kitap, sayfa: 378-379
KARANTİNA MECLİSİ’NİN KURULUŞU VE MİLLETLERARASI BİR STATÜ KAZANMASI
1798`de Napolyon`un Mısır`ı istilası üzerine, Çanakkale Boğazı’nda ecnebi gemilerin muayene edildikten sonra bırakılması emri verilir. "Kal`a-i Sultaniyye (Çanakkale) ile Sultanhisarı (Kumkale) arasında Çömlekçi Gavurköy denilen yerde –şimdiki Güzelyalı- Karantina denilen yer- gemilerin durmaları ve muayene edilecekleri ecnebilere bildirildi." Böylece, Çanakkale Boğazı’ndan gemilerin muayene edilerek geçirilmesi keyfiyeti ilk olarak bu tarihte başlar Askeri Mecmua; Çanakkale Savaşları Tarihi, I.Kısım, Birinci kanun – 1939, Sayı: 55; Yazan: Kur. Bin. Kadri Perk. İstanbul Askeri Matbaa, Sayfa: 55, 4. Par.
Osmanlı Devleti’nde başta karantina usulünün uygulanması olmak üzere, sağlık işleriyle ilgili yenilikler ise, II: Mahmud devrinde başlamıştır. (1808-1839)
1831 yılında ikinci kıtalararası kolera salgını devam ederken, hastalık İstanbul’a sirayet edince, Osmanlı Devleti’nde ilk kez karantina uygulaması gündeme geldi. Doğabilecek tepkilerden çekinildiği için devamlı hale getirilemeyen karantina usulünün yerleşmesinde, Antuvan Lago adlı bir Fransız uyruklu doktorun önemli bir rolü olmuştur.
Kızkulesi’nde vebalı hastalar için oluşturulan hastahanede görev yapan Lago’nun 4 Nisan 1838’de yazdığı Layihada, Avrupalıların salgın hastalıkla mücadele yöntemlerini anlattıktan başka, karantinanın yalnız bir şehir veya vilayetle sınırlandırılmayıp, bütün Osmanlı topraklarını kapsayacak geniş bir teşkilat yapısı sağlandığında başarı getireceği belirtilmiştir. Karantina Meclisi, uygulama lehine karar almasına rağmen, karantinanın halk nazarında meşruluğunu sağlamak için de Şeyhülislam’dan fetva hazırlığı istendi. Şeyhülislam Mekki-zade Mustafa Asım Efendi’nin 29 Nisan 1838 tarihinde karantinanın caiz olduğuna dair verdiği fetva ile Karantina Meclisi, Takvim-i Vakayi gazetesi ile ilan edildi.
Meşveret Meclisi’nde İstanbul ve Çanakkale Boğazları’yla Anadolu ve Rumeli’nin gereken yerlerine karantinahaneler kurulması kararı yanında, Karantina usulünün ayrıntılarıyla ele alınarak düzenleme ve müzakeresiyle görevli, karantina hakkında bilgili kişilerden oluşan ve haftada birkaç defa toplanacak bir Karantina Meclisi’nin oluşturulmasına da karar verildi. Karantina Meclisi, hazırlayacağı nizamların iradesi çıktıktan sonra, uygulamasına da nezaret etmekle yükümlüydü. Meclis-i Sıhhiye adı verilen yeni meclisin şer’i yönü Mehmet Es’ad Efendi, tıbbi yönü Abdülhak Molla ve askeri yönü de Namık Paşa’nın sorumluluğuna verildi.
Karantina Meclisi; “Meclis-i Umur-ı Sıhhiye”, “Sıhhiye Meclisi”, “Meclis-i Tahaffuz”, “Sıhhiye Nezareti” ve “Karantina Nezareti” gibi isimlerle de anılmıştır. Karantina usulünün uygulandığı ilk günlerden itibaren karantina altında bulundurulan gemilere “sarı bayrak” çekilmesi usulü getirilmişti. Ayrıca 1852 senesinden itibaren de Karantina Meclisi kararıyla, Sıhhiye gardiyanlarına “sarı şeritli” üniformalar giydirilmeğe başlanmıştı.
Çeşitli tarihlerdeki küçük değişikliklerle birlikte, 9 Haziran 1867’e kadar devam eden Meclis-i Umur-ı Sıhhiye bu tarihte Dahiliye ve Sıhhiye Nezareti’ne bağlanarak, “Hudut Sıhhiye Müdüriyet-i Umumisi” adını almış ve Kurtuluş Savaşı sırasında “Beynelmüttefikin Sıhhi Kontrol Dairesi” adı altında tekrar kurulmuştur. Nihayet Lozan Antlaşması ile de tarihe karışmıştır. Ondan hemen sonra “İstanbul ve Boğazlar Karantina Müdürlüğü” kurulmuş, kısa bir süre sonra da “Hudut ve Sevâhil-i Sıhhiye Müdüriyeti” adını almıştır. Ayar Mesut, aynı kitap, sayfa: 390-391
Lozan Anlaşması Montreaux Sözleşmesiyle kuruluşu tamamlanan, Dünya Sağlık Örgütü Anayasası`nın 21 ve 22.ci maddeleri uyarınca hazırlanmış ve 6368 sayılı Yasayla onaylanmış Uluslararası Sağlık Tüzüğü ve Umumi Hıfzısıhha Kanunu ile görevleri şekillenmiş “Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü” olarak tüm kara hudut kapıları, limanlar ve havalimanlarında örgütlenmesine devam ederek hizmetlerini sürdürmektedir.
ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA KARANTİNA UYGULAMALARI
Çanakkale; İstanbul’un, Payitaht’ın giriş kapısıdır. Bir başka deyişle; Kal’a-i Sultani ve Kilitbahir kaleleri İstanbul’un temizlik seddidir. Kalfa M. Şahabettin, “Çanakkale’de Karantina Hizmetleri ve Sahil Sıhhiye” aynı makale.
!893 yazında, Akdeniz yönünden gelip Çanakkale Boğazı’ndan geçmek isteyen gemiler için hazırlanan nizamnamede, karantina altında olarak boğazlardan geçen her bir geminin, Marmara Deniz de dahil olarak bütün güzergahı müddetince, büyük direğine en az iki metre yükseklikte olarak bir sarı bayrak asması gerektiği belirtilmiştir. Bir limana gelen gemilerin, karantina idareleri tarafından, giriş çıkışına müsaade edilmesi anlamına gelen “pratika”ları Pratika: Kıyı sağlık yönetimince gemilere verilen, limanın ve gemi çalışanlarının sağlık durumlarını gösteren belge ve giriş çıkış izni.. verilmedikçe ve baş direklerinde bulunan sarı bayrak indirilmedikçe, hiçbir kimse ile temas etmemesi, sıhhiye nizamnameleri gereğiydi.
Karantina usulü tam oturtulana kadar, Akdeniz ve Karadeniz’den İstanbul’a gelenlerin karantina ve tütsüleme işlemleri için, Kurşunlumahzen Kurşunlumahzen: Karaköy`de Kemankeş Caddesi ile Rıhtım Caddesi arasında eski Karantina ve Liman Başkanlığı binasının yerinde, Kemeraltı Caddesi’yle bir seviyede olan ve üstünde Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü olarak kullanılan iki katlı büyük bir ahşap yapı. önüne Kapak gemisi Kapak (Kaypak): İki ambarlı savaş gemilerinden olup güvertesinde ve her bordasında iki sıra topu vardı. 80-110 topu bulunurdu. 800-1000 mürettebat ve savaşçı taşırdı. çektirilmiş ve uygulama burada icra edilmeğe başlanmıştır. İstanbul’a karayoluyla gelenler için, Anadolu yönünden Büyükderbent’e, Rumeli’de Küçükçekmece’ye birer tütsü memuru ve yardımcısı atanmıştır. Osmanlı’nın diğer şehirlerinde görülen salgın hastalıklara karşı da bir takım karantina önlemleri alınmaya başlanmıştır.
Avusturyalı Doktor Minas’ın İstanbul’a gelerek, Abdülhak Molla’nın yerine Karantina Meclisi’nin tıbbi işlerinin başına geçmesi, meclisin uluslararası bir nitelik kazanması sürecinin de ilk adımı oldu. Başdirektör olarak tayin edilen Minas, Mehmet Es’ad Efendi ve Namık Paşa’nın emri altında olarak, karantinanın uygulanmasına nezaret edecekti.
Kolera, 1835 yılında Akdeniz’in doğusunu tamamen etkisi altına alıp, İstanbul için korku ve endişe tekrar hissedilince, bu kez Çanakkale’de geçici bir karantina kurulmuş; böylece ilk Karantina Müdürlüğü teşkil edilmiştir. Karantina uygulaması, Çanakkale şehri yakınlarındaki Sarısığlar koyunda kurulan çadırlarla yürütülmüş ve alınan koruyucu sağlık önlemleriyle birlikte, salgının ardı kesildiği zamana (Kasım 1835) kadar yaklaşık altı ay devam etmiştir. Bu dönemdeki geçici karantina uygulaması ile, Marmara Denizi ve İstanbul’a gidecek gemiler gözetim altında tutulmuş, diğer sahillerden buraya gelecek kayıkların reislerinden karantina tezkeresi alınması usulü getirilmiştir. Bu sırada Mehmet Esat Efendi tahaffuzhaneye müdürlük yaparken, Çanakkale’de görev yapan fahri Avusturya konsolosunun oğlu Doktor İspiro burada mesleğini icra etmiş, ayrıca Çanakkale Boğaz Nazırı Raif Paşa’da alınan önlemlerle ilgili çalışmalara başkanlık etmiştir.
1831’de İstanbul’da, 1835’te Çanakkale’de kurulan geçici tahaffuzhaneler istisna edilirse, 1838 sonlarından itibaren, Meclis-i Tahaffuz emrine verilen İstanbul’daki Kuleli Kışlası ilk tahaffuzhane sayılır. Sıhhiye Nezareti’nin idari merkezi de olan bu mekânın kullanılması 1842’ye kadar devam eder. Bundan sonra, Akdeniz’den gelen gemiler Çanakkale’de, Karadeniz’den gelenler de Anadolu Kavağı’nda karantina altına alınmağa başlanır.
1840 Şubat’ında Minas’ın deniz karantinası hakkında bilgi sahibi olmaması nedeniyle, Fransız Doktor Robert başdirektörlüğe getirildi. 1841’e kadar 50’nin üzerinde birçok şehir, ada ve sahillerde taşra karantinaları kurulmuş bunların arasında Ayvacık, Gelibolu ve Çanakkale Boğazı da vardır. 1862’e kadar faaliyet gösterenler arasında Biga’da vardır.
Deniz yoluyla gelenlerin önlenmesi kadar demir ve kara yoluyla gelenler için de tedbirler alınır. Balkanlardan gelenler, Edirne’ye bağlı Dedeağaç ve Karaağaç’tan başlayıp Gelibolu’ya kadar tedbirler alınır. İzmir, Karesi ve Hüdavendigar’dan gelişlerde Bandırma, Biga ve Ayvacık kontrol noktası olarak görevlendirilir.
1893Temmuz’u sonlarında karantina oluşturulmamış bazı Osmanlı iskelelerinde lüzum oldukça, İstanbul’dan sıhhiye memuru gönderilir. Çanakkale Boğazı girişinde yer alan Seddülbahir iskelesine de bulaşık gemilere karşı gereken işlemleri yapmak üzere memurlar gönderilmiştir. (26.07.1893) Ayar Mesut, aynı kitap, sayfa: 380-390
1893 yılında meclisin asıl gündemini, kuzeydeki tehlike oluşturmuştur. Karantina tedbirleri her nereden alınırsa alınsın, nihai amaç mikrobun Osmanlı Başkentine ulaşmasını engellemekti. 1893 Ağustos’u ortalarında bazı askeri doktorlar önemli tahaffuzhane ve kordonlara Gerek görülen yerleri kordon altına alma, abluka altına alma, çevirme. Giriş çıkışı kontrol etme. atandı. Ağustos 1893’te İstanbul’da salgının patlamasından hemen önce, Akdeniz’den gelen gemiler, Çanakkale Boğazı’ndaki Nağra Tahaffuzhanesine uğrayarak, buradan alınan gardiyanlar refakatinde Kavak Tahaffuzhanesine geliyor ve gardiyanları tahaffuzhaneye çıkarıyordu. Karadeniz’den gelen gemiler de Kavak Tahaffuzhanesinde kontrolden sonra gerek yabancı ülkelere gerekse diğer Osmanlı topraklarına gitmek üzere Çanakkale Boğazı’ndan çıkmak üzere hareket eden gemilere alınan gardiyanları Nağra Tahaffuzhanesi’ne bırakıyordu. Böylece Boğazlar iki yönden meydana gelen transit geçişler için kontrol altında tutuluyordu.
Bu arada ilginç olaylar da görülüyordu. İstanbul’da henüz kolera salgını başlamadan önce, Napoli’den gelen bir Yunan gemisine Çanakkale Tahaffuzhanesi ikinci tabibi tarafından yanlışlıkla 5 gün yerine, 24 saat karantina uygulayıp pratikasının verildiği, tahaffuzhanenin sertabibi tarafından tespit edilince, durum İstanbul’a bildirilmiştir. Bu sırada geminin tayfalarının Çanakkale’ye çıkması kasabanın 5 gün karantina altına alınmasına da neden olur. Ayar Mesut, aynı kitap, sayfa: 414
Akdeniz’den gelip, Çanakkale’de durmadan boğazdan geçmek isteyen gemiler hakkında 01 Ağustos 1893’te Sıhhiye Meclisi tarafından hazırlanan nizamname ile transit geçecek gemiler Nağra yerine Çanakkale Tahaffuzhanesini kullanacaktı. Muayenesinin gemide yapılmasını isteyen kaptanlar, Boğaz’dan girerken sarı üzerine kırmızı şeritli sancağı çekmek mecburiyetindeydi. Gemide pratika muamelesini yapmak üzere karantina memuru bir römorkör veya istimbotla gemiye gidecekti.
Bahr-ı Sefid(Akdeniz) Boğazı Muhafızlığı Vekâleti’nin idaresindeki Nağra Tahaffuzhanesi’nde karantina işlemlerine tabi tutulan gemiler, Çanakkale Boğazı’ndaki Nağra mevkiinde yapılan tıbbi muayenelerde, -koleralı hastaya rastlanması durumunda- hasta burada alıkonulacak, gemi geri çevrilip karantina sürecini atlatmak üzere Klazomen (Urla) Tahaffuzhanesi’ne yollanıyordu. Ayar Mesut, aynı kitap, sayfa: 423
Akdeniz’de hastalığın var olduğu bir limandan çıkıp Karadeniz’e açılmak isteyen gemilerden, hastalık taşımayanlar; boğazlardan transit geçebilecekti. Bu gemilerin sorgulanması temas edilmeden sağlık memurlarınca yapılacaktı.
Ayrıca küçük yelkenli gemilerin pratika işlemleri Boğazdaki Seddülbahir, Erenköy, Lâpseki, Gelibolu karantinahanelerinde de yerine getirilecekti. 11 Ekim 1893’ten itibaren hastalığın diğer Osmanlı topraklarına bulaşmasını önlemek üzere 24 saat ihtiyat karantinası 3 güne çıkarıldı. Havaların soğumasıyla birlikte yolcuların üçer gün konaklayacakları mekanların olmaması büyük sorundu. Yolcuları açık havada karantinada bekletmek tam bir zulüm olacaktı. Ayrıca üç günlük karantina uygulaması Marmara ve çevresinin ticari hayatına da büyük zarar verecekti. Yapılan tartışmalardan sonra, hükümet böyle bir yardıma gerek olmadığı yönünde karar aldı.
Yasaklar 20 Mart1894’te kaldırılmış, Kontroller azaltılmış, gemi geçişlerine müsaade edilmiştir. Eylül 1894’te Marmara kıyılarında yeniden görülen kolera vakaları nedeniyle 30 Ekim’de Karabiga-Tuzla arasında Güney Marmara Sahillerinden gelenlere Tuzla’da 10 günlük karantina uygulamasına geçildi. Kasım’da 5 güne, sonra 24 saate indirilen karantina, 8 Aralık 1894’te 15 gündür kolera vakası görülmediğinden kaldırılmıştır.
1895 Şubat’ının ilk günlerinden itibaren İstanbul’la ilgili önlemlerden dolayı, İstanbul’dan İzmit, Tekirdağ, Mudanya, Bandırma ve Karabiga yönlerine yolcu taşıyan İdare-i Mahsusa’ya (Özel İdare) ait vapurların 5 günlük karantina muamelesi nedeniyle sefer sayıları azaltılmıştır. Ayar Mesut, aynı kitap, sayfa: 403
SONUÇ
Kolera ve diğer pandemik hastalıkların önlenme çalışmaları ve bu konuda karşılaşılan zorlukların başında, devletlerin kaynaklarını tüketen, ticareti zedeleyen ve dolayısıyla fakirliğe yol açan karantina uygulamaları Osmanlı Devleti için de tahrip edici olmuştur.
Salgında, insanlar kadar hayvanlar da konulan karantina tedbirlerinden nasibini aldı. Sahiplerinin 11gün karantina altına alınmasıyla hayvanlar sahipsiz ve perişan bir şekilde yollarda kalmaktaydı.
Posta vapur ve trenlerin karantina altına alınması, evrak ve her türlü eşyanın istenilen yere varışı gecikmelere yol açmaktaydı.
Bütün bunların dışında, pandemi görülen yerleri kordon altına almalarla ilgili yaşanılanlar komşu ülkeler arasındaki gerginliklerdir. Bulgaristan tarafından sınırda oluşturulan kordonları, karantinada beklemeden geçmek isteyenlere karşı üç ihtardan sonra silah kullanılacağını belirtmesi üzerine, mukabele-i bi’l-misl “mukabele-i bi’l-misl” kararları, devletin başka bir devletin kararlarına karşı misli ile yanıt vermesidir. kaidesine uygun olarak Osmanlı Askerlerini de aynı şekilde silah kullanmasına karar verildi.
Kolera mikrobunun yayılmasındaki etkenlerin başında kirli su kaynaklarının kullanımı gelmekteydi. Bu durum kentlerde alt yapı çalışmalarının gözden geçirilmesi için olumlu bir etki yapmıştır. Halkın çeşmeler vasıtasıyla sağlıklı suya ulaşmaları sağlanmıştır.
Bu süreçte her önlem, devletin omzunda büyük bir külfet olarak binmiştir. Ancak, ciddi bir parasal yük getirmesine rağmen doktorlar başta olmak üzere, eczacılar, polisler, Belediye Çavuşları, hastabakıcılar gibi salgınla mücadele eden insanların vazifelerine daha sıkı sarılmaları amacıyla, bunlara aylarca zamlı maaş ödenmesinden kaçınılmadı.
Karantina muameleleri, Batılıların Osmanlı iç işlerine karışmak için güzel bir bahane teşkil ederek, bir tür kapitülasyon hüviyetine bürünmüş ve meclis kaldırana kadar bu şekilde devam etmiştir.