Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Veto, Demokrasi, `Siyasi Gericilik`!...

2497
YSK’nın; Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku’nun desteklediği, bağımsız milletvekili adaylarına uyguladığı ‘veto’ kararı ve sonrasındaki gelişmeler, geçtiğimiz haftanın tüm gelişmelerine, tartışmalarına damgasını vurdu.
Karar; geniş, kitlesel tepkinin yanı sıra, yasa, hukuk siyaset ekseninde de farklı açılardan tartışmaları birlikte getirdi.
Bize göre veto kararı; dar anlamda yasaların, geniş anlamda hukukun siyasi yorumu ve ülkenin içinde bulunduğu dönemsel ilişki ve çelişkilerden etkilenilerek alınmış bir karardı.
Bu nedenledir ki, başta Kürtler ve emekçiler olmak üzere geniş halk yığınlarının tepkileri sonucu ve yine aslında siyasi bir davranış olarak, hukuk ve yasa kılıfına uydurularak geri alınmak zorunda kalındı.
Ama gelişmeler; başka bir gerçeği başka bir noktadan açığa çıkarması, bir bütün olarak ’yönetilenlerin’ bilincine yerleştirmesi bakımından da önemli oldu.
Devlet kendisini; yurttaşlarına karşı, gerektiğinde kullanmak üzere, surlarla ve mayın döşeli arazilerle güvenlik altına almış.
Kimin nerede, ne zaman, hangi mayına basacağı bilinmez.
Peki buradan şu soruyu soralım: ‘Devletin kendisini güvenceye alması, yalnızca soyut bir mekanizmanın, bir aygıtın güvenliğinden ibaret midir? Bu güvenlik, bir sınıfın egemenliğini ve güvenliğini sağlamayan, ona dayanmayan basit bir teorik ve ideolojik soyutlama mıdır?’
Yani şöyle söyleyelim: ‘Tekellerin, tekelci sermayenin egemen olduğu bir sistemde siyaset, hukuk, yasal mevzuatlar, bu egemenlik sisteminden bağımsız, ilişkisiz ve ilintisiz disiplinler toplamından mı ibarettir?’
Hayat ve gerçekler gösteriyor ki; iktisatla siyaset, iktisatla hukuk, iktisatla yasalar arasında doğrudan bir ilişki vardır.
Yani iktisadi altyapı (ekonomik altyapı); siyaset, hukuk, kültür ve bunun gibi üstyapıyı belirler.
Kuşkusuz ki ‘belirlenen’ ile ‘belirleyen’ arasında da tersinden bir ilişkinin varlığı da ayrı bir gerçektir.
Eğer konuyu, tekelci sermaye ile demokrasi arasındaki ilişki üzerinden söylemek gerekirse; tekelci sermayenin siyasi eğilimi, demokrasi değil, ‘siyasi gericiliktir’.
Tekelci sermaye, bulunduğu ve etkilediği alanlarda demokrasiyi değil, siyasi gericiliği yeniden ve yeniden üretmek, şekillendirmek ve egemen kılmak ister.
Bu özellik, burjuvazi adına, tekellerin çıkarları adına siyaset yapanların bir siyasi kültürü olarak gözlemlenebilir.
Geçtiğimiz haftanın tartışmaları (veto kararı tartışmaları), bu noktada önemli veriler sundu.
Bu çevrenin siyasi sözcülerinin, akademisyenlerinin, analistlerinin, hukukçularının ‘siyasi gerici’ özelliklerini ve düşüncelerini nasıl demokrasi ambalajı ile sözde yasa ve hukuk normlarına göndermelerle gizlemeye çalıştıklarını ibretle izledik.
% 10 seçim barajını demokratik bir sorun olarak görmeyen, kitap toplatılmasını bomba benzetmesi üzerinden tarif eden, YGS skandalını protesto eden öğrencilere “istesek biz de beş-on bin genci karşılarına çıkarırız” diyen bir başbakan; demokratik siyaseti mi yoksa siyasi gericiliği mi, demokrasi kültürünü mü yoksa siyasi gerici bir kültürü mü temsil ediyor?
İşleri, emekleri için direnen tekel işçilerine açılan davalar, demokratik bir sisteme mi yoksa siyasi gerici bir sisteme mi işaret ediyor?
Veya 12 Eylül referandumu ile değiştirilen anayasa; toplumsal iklimin, siyasi hayatın demokratikleşmesini sağladı mı?
Ve yine 12 Eylül cuntacıları; sırf fantazi olsun diye, kötü niyetlerini abideleştirmek için mi darbe yaparak, toplumsal siyasal hayatı bütün yönleri ile biçimlendirmek istediler?
İktisadi kaygılar ve çıkarlar hesaplanmadan ‘siyasi gericiliğin’ yoğunlaşmış bir ifadesi olan faşizm, bir ülkede gerçekleştirilebilir mi?
Ve yine egemenlik sistemi(devlet sistemi) bütün kurumları ile yargı, hükümetler, güvenlik güçleri, istihbarat örgütleri, bürokrasi ve bunları birbirine bağlayan yasal sistem bir bütündür.
Ancak bu kurumların, her olay ve her durum karşısında senkronize davranacakları söylenemez ve gerçeğe de uygun düşmez.
Durumun böyle olması bir başka açıdan sistemin herkes için olduğu yanılsamasının da nedenlerinden birini oluşturmaktadır.
Tekelci sermayenin egemenlik sisteminde, siyasi gericiliğin belirli noktalarda aşılmasında, demokratik mevzuların kazanılmasında, emekçilerin ve ezilenlerin lehine mevziler kazanılmasının arkasında mutlaka dişe diş, kitlesel bir mücadele var olagelmiştir.
Eğer YSK; veto kararını geri aldıysa, bunun temel nedeni, gösterilen yoğun kitlesel tepkiler olmuştur.
Seçme ve seçilme hakkının ‘kutsanması’, seçimleri neredeyse demokrasinin tek normu olarak göstermek isteyen çevrelerin, ikiyüzlü tutumları bir kez daha esaslı bir tokat yemiştir.
Bu süreç; demokratik, halkçı, farklı etnik kimlikleri, kültürleri, dinsel inançları kapsayan bir anayasa talebine doğru ilerletilmelidir.