sermet@canakkaleolay.com
Kazdağlarının bağrına ilk hançer saplandı. Uzun yılardır sondaj faaliyetleriyle Kazdağlarını delik deşik eden yok edici altıncı şirketler Lapseki Şahinli-Kocabaşlar'da altın-gümüş madeni için gayri sıhhi müessese ruhsatı alarak yok edici faaliyetlerini yeni bir aşamaya taşıdılar. Daha evvel görev yapan hiçbir valinin altıncı şirketlere gayri sıhhi müessese raporu vermediği göz önünde bulundurulursa gelişme artık farklı bir noktada demektir. Siyasal iradenin rant uğruna doğayı sömürmek ve sonuç olarak; yaşamsal değerlerimizi yok etmek noktasındaki saldırılarının ayyuka çıktığı günümüzde verilen bu gayri sıhhi müessese raporu siyasi iradenin bir dayatması olarak gündeme gelmiştir
Böylesi bir gelişme doğal olarak yaşam savunucularını, mücadele noktasında etkin işler yapmaya, bu saldırıyı boşa çıkaracak bir alan yaratmaya zorlamaktadır.
Bunun yolu; havamıza, suyumuza, toprağımıza sahip çıkarak yaşamsal değerlerimizin siyanürle zehirlenerek geleceğimizin yok edilmesine karşı güçlü bir karşı duruşun yaratılmasından geçer.
Çanakkale halkı yılardır bu konuda yaşamsal değerlerine sahip çıkma, çocuklarının geleceğini koruma adına mücadele veriyor, iradesini bu temelde ortaya koyuyor.
Gelinen noktada bu iradenin örgütlü bir karşı duruşa dönüştürülmesi kaçınılmaz bir ihtiyaç haline gelmiştir.
Değil mi ki siyasi erk halkın iradesini yok sayarak yaşamsal değerlerimizi yok edecek; su kaynaklarımızı zehirleyecek, toprağımızın ağır metallerle etkileşimi sonrasında tarımsal potansiyelimizi bitirecek, havaya karışacak siyanür ve sülfürik asit gazları ile zehir solumamızı sağlayacak, işte bu noktada; altın ve gümüş üretimine karşı olmak yaşamı savunmak sorumluluğu haline gelmiş demektir.
Bu yok edici faaliyet bölgede tüm canlıları etkileyecektir.
Bizler dışında sebzeler, meyveler ,ağaçlar , her türlü bitki, hayvanlar doğadaki tüm canlılar bu olumsuz durumdan etkilenecektir.
Bu tehlikeli girişimin ilk adımında bu saldırıyı boşa çıkaramazsak geri dönüşü zor olan bir yıkım ile karşılaşmış olacağız.
Maden işletme sahasının Lapseki bölgesinin içme suyunu sağlayan Bayramdere ve Umurbey barajlarının su toplama havzası içerisinde yer alması direkt olarak içme suyumuzu etkileyecek ayrı bir gelişmedir. Kütahya-Tavşanlı-Gümüşköy, İzmir-Bergama-Ovacık, Uşak-Eşme-Kışladağ, Manisa-Turgutlu-Çaldağ gibi metalik madenciliğin yapıldığı bölgelerde yaşanan tehlikeleri yakından görüyoruz. Her gün insan sağlığına doğaya hayvanlara bitkilere verdiği zararların bir yenisi gazete sayfalarından eksik olmuyor.
Kütahya Tavşanlı Eti gümüş tesislerinin yanında bulunan Duldakir Köyü’nde daha 3 gün önce 150 oğlak’ın zehirlenerek öldüğünü okuduk.
Dulkadir köyünün akıbetini http://www.evrensel.net/haber/276938/eti-gumusun-hayalete-cevirdigi-kanserli-koyde-150-oglak-oldu adresinden okuyun, okuyun ki; metalik madenciliğin direkt kanser riski başta olmak üzere insan sağlığı ve tüm canlı hayatı üzerindeki yok edici etkilerini bizzat görün.
Bugün Şahinli ve yakınındaki Subaşı,Damlalı,Tavşan Tepesi, Kocaveli,Kocabaşlar, İlyasköy,Tatlı Göl,Çardak,Bayramdere Barajı,Eskikışla,Karaömerler,Koru Deresi,Çınarlı Dere,Karapınar Deresi,Haciömerler,Dalyan Burnu gibi yerleşim yerlerinde Kütahya Tavşanlı Gümüşköy bölgesinde yaşanan yok edici sonuçlar aynen yaşanacaktır.
Gelinen nokta gerçekten büyük bir tehlikedir.
Yöre halkı bu tehlikeye karşı yaşamsal değerlerini savunmak için harekete geçmez ise geleceklerini kaybedeceğini unutmamalıdır.
Ancak yıllardır harekete geçemeyen bürokrasinin bugün maden üretimine izin vermesi anlamına gelen bu gelişmenin siyasal iradenin bir dayatması olduğunu unutmadan, bu mücadelenin aynı zamanda siyasal erki hedef alması gerektiğini, başarılı olmak için göz önünde bulundurmak zorundayız.
Yaşamsal değerlerin korunması adına Çanakkale Çevre Platformu olarak organize olmuş tüm bileşenler hiç vakit kaybetmeden yeniden platform temelinde birleşerek, güçlerini ortaklaştırarak bu saldırıyı boşa çıkarmak için harekete geçmelidirler.
Bu mücadelenin bir yaşam mücadelesi olduğu gerçeğini karartmadan, kapitalist sistemin doğayı sömürme politikalarının bir sonucu olduğu gerçeğini de göz ardı etmeden çağdaş, ilerici, devrimci, sosyalist tüm güçlerin en etkin bir şekilde bu mücadeleyi destekleyecek bir pozisyon almaları kaçınılmaz bir görev haline gelmiştir.
Önce bu saldırı karşısında halkın tepkisini en güçlü şekilde gösterecek bir protesto eyleminin düzenlenmesiyle bir başlangıç yapılmalıdır.
CHP tam da bu noktada sorumluluk almalıdır.
Güçlü bir çevre mitingi düzenleyerek başlangıç adına ilk adım atılmalıdır.
Unutmayalım ki hukuki alanda bir çok kazanımlar olmasına rağmen, tam da bu olaya ilişkin devam eden hukuk süreci söz konusu iken, verilen bu üretim izni tam bir dayatmadır.
Bu arada Çanakkale Valisinin Çanakkale’yi yeryüzü cenneti olarak değerlendirip, 2014 yılı Çanakkale Çevre Durum raporuna yazdığı önsözde “Bütün varlıkların bir arada yaşadığı çevreyi (ekosistemi) koruyarak gelecek nesillere emanet etmemiz, kuşkusuz hepimizin en önemli görevlerinden biridir.
Ne havanın, ne suyun, ne de toprağın kendi kendine kirlenmeyeceği herkes tarafından bilinen yadsınamaz bir gerçektir. Özellikle sanayinin gelişmesiyle birlikte tüm dünyada çevre sorunları ortaya çıkmış ve doğal kaynaklar konusunda sıkıntılar yaşanmaya başlanmıştır. İnsanoğlu kimi zaman bilerek kimi zaman da farkında olmadan çevreyi kirleterek dünyanın ve dünya üzerindeki canlı yaşamının geleceğini tehlikeye atmaktadır. Bu nedenle, İnsanın, insan sağlığının, çevrenin korunması ve iyileştirilmesi, çevre kirliliğinin önlenmesi ve iyileştirilmesi, kırsal ve kentsel alanda arazinin ve tabii kaynakların en uygun şekilde kullanılması ve korunması, ülkenin doğal bitki ve hayvan varlığı ile tabii ve tarihi
zenginliklerinin korunması için toplumun en küçük birimi olan aileden, eğitimcilere, yerel yönetimlerden vatandaşlara kadar herkese çok büyük sorumluluklar ve görevler düşmektedir” şeklinde ifade ettiği düşüncelerini kendisi unutsa da, gereğini yapmak şimdi Çanakkale halkına düşmektedir.
Hukukun çeşitli defalarda çevresel değerler adına vermiş olduğu kararlara rağmen yok edicilerin daha çok kar elde etmek adına yaşamsal değerlerimizi yok eden uygulamalarının sorumlusu olan siyasal iradenin tahakkümü ortaya böyle bir tablo çıkarmaktadır.
Tüm bu gelişmeler sonrasında içinde bulunduğumuz sistemin ne denli anti demokratik olduğunu, siyasal erkin istediğini istediği gibi yapma iradesinin nasıl tahakküm ve baskıya dönüştüğünü de bu şekilde bir kez daha görmekteyiz.
Bir bütün olarak yaşamı yok edecek olan böylesine bir girişim için siyasal erkin dayatmasıyla sadece bir valinin onayının yeterli olduğu bu koşullarda herhalde demokrasiden bahsetmek kadar da abes bir şey söz konusu olamaz.
Fazla söze gerek yok.
Ya hep birlikte yaşamsal değerlerimize sahip çıkarak sağlıklı bir çevrede yaşam hakkımızı koruyacağız, ya da zehirli toprak su ve hava şartlarında çocuklarımıza sağlıksız bir gelecek bırakmanın ezikliğiyle her gün ölerek yaşamımızı sürdüreceğiz.
Yok, öyle; bir halkın geleceği bir valinin oluruna terk edilemez, son sözü halk söyleyecek.
Direnmekten, karşı durmaktan başka bir alternatifimiz kalmamıştır.
Geleceğimiz, çocuklarımız için bunu yapmalıyız.