ÜNİVERSİTE, SEÇİM, BİLİM İNSANI…
Coşkun Bakar - Bilim Öğrencisi
Bugünlerde üniversitede seçim rüzgârları esmektedir. Gerçi ünlü bir anarşistin “Oy vermek bir şeyleri değiştirseydi, yasaklanırdı” sözü içinde bulunduğumuz orta oyununa çok iyi uymaktadır. Yapmaya çalıştığımız, birilerinin aklında olanı bularak, yaranmaya çalışmaktır. Bu anlamda aslında hepimiz kocaman bir yalanın içinde, bize verilen senaryoları oynamaktan başka bir şey yapmıyoruz.
İşin kötüsü bunu yaparken kendimizi de bilim insanı olarak tanımlamaya çalışıyoruz. Herhalde hepimiz birbirimize kocaman bir şaka yapıyoruz. Bu olguyu başka türlü açıklamak, yaşadığımız trajedi ile yüzleşmemizi gerektirecek ve gerçek, bilimin biraz tozunu yutmuş herkesin çok canını yakacaktır.
Newton’un bir mektubunda “Uzakları görebiliyorsam, bunun sebebi devlerin omuzunda olmamdır.” diye yazdığı söylenir. Bence bilimi daha güzel anlatan bir cümle yoktur. Newton buluşlarını, sadece kendisine bağlama küstahlığına düşecek kadar cahil olsaydı; bilimin yolunun ancak kendinden öncekilerin döşemiş olduğu taşların izinden gidilerek bulunacağını da bilemeyecekti. Zaten o zaman da Newton olamayacaktı.
Peki, biz bugüne kadar tarihi sadece kendimizle başlatacak kadar haddimizi aşmak dışında ne yaptık? Kendinden öncekileri yok saymak ön önemli başarımız değil mi? Bu senaryoyu yüzlerce yıldır defalarca ve defalarca yaşamadık mı? Osmanlı’dan bu yana her yenilik, öncekine yok edecek derecede saldırmadı mı? Belki de toplumsal hafızamız da o yüzden zayıf! Bu durum son on yılda ülkemizde ve özellikle de son dört yılda Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesinde yaşanmıyor mu?
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi yirmi üç yaşında. Bütün başarılar ve hayal kırıklıkları bu yirmi üç yılın sonucudur. Hayal kırıklıklarını geçmişe, başarıları bugüne ya da başarıları geçmişe, hayal kırıklıklarını bugüne bağlamak koca bir cehaletin göstergesidir. İşin kötüsü yüzlerce yıldır, yürütülmeye çalışılan bu tasfiye politikasının bir işe yaramadığını, ısrarla kimse görmek istemiyor. Kendisi gibi olmayanları yok etme çabaları, kısa bir süre başarı elde etmek dışında asla bir sonuç vermiyor. Bu insanlara en güzel cevabı yüzlerce yıl öncesinden Pir Sultan vermiştir: “Yürü bre hızır paşa; senin de çarkın kırılır; güvendiğin padişahın; o da bir gün devrilir.”
Ancak üniversitemizdeki seçim kampanyası, bu gerçeklerden bîhaber yürümektedir. Kampanya, bilimsellik ve özgürlük konusunda üniversitenin nereye ulaşacağı ekseninde olamıyor. Kim kiminle birlikte hareket edecek? Kim hangi siyasetçi ile birlikte hareket ediyor? Acaba saray kimi atar? Aman sarayın atamayacağı birisini desteklemeyelim. Bir de en önemlisi, biz gelirsek diğerlerini yok edeceğiz.
Herkesin hedefinde yok edecek birileri var. O listede bugüne kadar hep solcular olmuştur. Ancak bu üniversitede evrensel anlamda solcu, sosyalist bilim insanın da varlığından söz etmek çok zor. Hiçbir zaman olmamış da. Belki tek tük dünyaya bu açıdan bakanlar olmuştur. Ancak emin olun bunların sayısı onlu yirmili sayılara ulaşmamış; olsaydı fark edilirdi. Ülkemizde bu insanların bulunduğu üniversiteler bulunmaktadır. Ve o üniversiteler her yerden görülüyor. Cumhuriyet, her dönem istikrarlı bir şekilde sol, sosyalist, komünist, Marksist diyebileceğimiz insanları yok etmeye çalışmıştır. Ancak geriye dönüp baktığımızda, ülkemizde son derece fakir olan entelektüel dünyanın da bu insanların sayesinde geliştiği görülecektir. Belki de bu durumu fark eden bir cemaat, son otuz yılda eğitime önem vermiş ve kendi entelektüellerini yetiştirmeye çalışmıştır. Bu konuda aldıkları yolu takdir etmemek mümkün değildir. Ellerini son on yılda iktidar kavgasının kısır hesaplaşmaları ile kirletmemiş olsalardı, bugün yaşadıkları durumu yarattıkları dünya ile bir savaş olarak bile algılayabilirdik. Ancak bu mümkün değil. Gerek ulusalda gerekse yerelde çok kötü işler yaptılar. Önce bu işlerin hesabını vermeleri gerekiyor. Ancak bu hesabı sadece onların sırtına yüklemek haksızlık olacaktır. Çünkü bu günahları işlerken ortakları da en az kendileri kadar günahkârdır. Yine de bu yaşanılanlardan ders alınmamış olacak ki neredeyse her grubun temizlik hedefi bulunmakta. Yasa dışı işler yapmış herkes adalet önünde hesap vermelidir. Ancak olayın burada kalmadığını tecrübelerimiz bize öğretmiştir.
Lütfen herkes, başarabilirse, biraz bilimsel yöntem ile düşünsün. Bu yolla hiçbir yere varılmıyor. Hitler’in yaptığı gibi yapmayacaksanız, bir grubu yok edemezsiniz. Ki o da başaramadı.
Bu yolla ülkeniz ve üniversiteniz hiçbir yere gitmez. Zaten gitmiyor.
Şimdi, herkes dönüp bir arkasına baksın.
Atalarının Viyana kapılarına dayanması ile övünen bir millet şimdi nerede?
Hiç düşünüyor musunuz?
Dünya piyasalarında, en uç noktadaki insanların bizimle özdeşleştireceği şey nedir?
Niçin arabalarınızın göstergeleri Türkçe değil?
Kullandığınız bilgisayarlar, herkesin elinden düşürmediği telefonlar, hastalandığınızda kullandığınız ilaçların ne kadarında bizim katkımız var?
Kaç tane yazarımızın eserleri dünya dillerine çevriliyor?
Nobel Ödülünde Türkçe konuşan ve halen Türkçe yazan tek yazarımız nerede yaşıyor?
Müziğimiz, sinemamız, tiyatromuz, sporumuz dünya da ne kadar konuşulabiliyor?
Üniversitelerde yetiştirdiğimiz yüzbinlerce genç diplomasını alıp uluslararası arenada rekabet edebilecek işler peşinde mi koşuyor? Ya da KPSS sınavları için dershanelerinde mi çürüyor? En kötüsü bunu bile yaparken torpil mi arıyor?
İnsanlarımızın ne kadarı sinemada alt yazı olmadan rahatlıkla film izleyebiliyor?
Hadi bırakın onu; Türkçe’yi ne kadar öğretebiliyoruz? Üniversite öğrencilerinden test çözmeleri dışında bir şeyler isteyin; ne kadar Türkçe bildiklerini görürsünüz. Şimdi bir de Osmanlıca öğretilecekmiş. Herhalde şaka yapıyorlar…
Lütfen ama lütfen herkesi bir kez daha düşünmeye davet ediyorum!
Bu yöntemler ile bir yere varamıyoruz. Toplumu yönlendirmesi gereken üniversite kendi sorunlarını bile çözemiyor. Örneğin her yere yaptıkları yeni binalarla ile övünürken mühendislik fakültesi yanındaki ucube inşaat artığını kime görmüyor mu?
Bir bina yapılır ve kullanılır. İnşaat artığı olarak durması nedir? Lütfen biri bilimsel yöntemlerle açıklayabilsin. Yıllardır gözünün önündeki sorunu bile çözemeyen bir kurum, topluma inandırıcı olarak ne söyleyebilecektir?
Binaların üzerine yazılar yazmakla dünyaya hükmedilmiyor.
İnsan yetiştirmemiz gerekiyor ve biz bu konuda iyi değiliz.
Bu yoldan gittiğimiz sürece kimi seçersek seçelim bir şeyleri değiştirmemiz mümkün değildir. Bireysel başarılar elbette olacaktır; ancak önemli olan başarının kurumsallaşmasıdır. Gittiğimiz yoldan, bu mümkün değil. Ve unutmayın hepimiz birileri tarafından tasfiye edilmesi gereken insanlarız. Ve yine unutmayın başarılar da hayal kırıklıkları da bugüne ve geçmişe aittir.
Ben bir bilim amatörü olarak, duygusal bir dille sürece ilişkin düşüncelerimi paylaşmaya çalıştım. Katılmayanlar ve eleştirenler elbette olacaktır. Ancak düşünce özgürlüğü özellikle toplumun bir kesimini ve de iktidardakileri rahatsız edebilecek düşüncelerin rahatça açıklanabilmesi durumunda anlamlıdır…