sermet@canakkaleolay.com
Bazen öylesine uygulamalar vardır ki, hiçbir şekilde açıklanması mümkün olmamaktır. Bu tür durumlar için "tuz koktu" şeklindeki değerlendirme tam yerinde bir değerlendirme olmaktadır. Basında çıkan haberler her gün bize tuz kokusundan değişik kokular hissettirmektedir. Bir yandan şiddet ve savaş politikalarıyla, katliamlar tutuklamalar sürerken, diğer yandan kişilerin, siyasi partilerin, basının ifade özgürlüğü engellenerek demokrasinin en küçük bir kırıntısı bile yok edilmek istenmektedir.
seçim sürecinde HDP’nin seçim beyannamesinin yasaklanması nasıl bir şeydir, nasıl açıklanabilir, nerde görülmüştür !...
Bu denli açık bir saldırının olduğu bir dönemde demokrasiye, özgürlüklere barışa sahip çıkmanın önemi çok daha önemli bir hale gelmiştir.
Yasaklanmasına neden olan gerekçe, eğer demokrasiye sahip çıkamazsak geleceğimizin ne kadar karanlık olabileceğinin işaretini vermektedir.
Seçim beyannamesinde yer alan “Bütün halkların farklılıkları ile birlikte kendi iradesi ile yaşamasından yanayız. Doğrudan demokrasiye inanıyoruz, yerel yönetimlerin güçlendirilmesini yerinden yönetilme yani öz yönetimi savunuyoruz. Valimizi, kaymakamımızı kendimiz seçmek istiyoruz. Bunun için bir kez daha inadına HDP” ifadelerini yasaklama gerekçesi yapan irade; açıkça kendi dünya görüşü dışında hiçbir düşünceye hayat hakkı vermeyeceğim demektedir.
Bunun adı faşizmdir.
Bugün uygulamaların genelde bu temelde olduğunu düşünürsek, sarayın ‘sistem değişmiştir şimdi hukuki zeminini yaratmak lazımdır’ şeklindeki yaklaşımı ile 1 Kasım seçimlerine gidiyor olmamız; bu seçimlerin demokrasi ile diktatörlük arasında bir referandum olacağı gerçeğini ortaya çıkarmaktadır.
7 Haziranda”seni başkan yaptırmayacağız” diyen halklar kırmızı kartını göstermiş, şimdi de “seni diktatör yaptırmayacağız” hedefi her türlü baskı ve engellemeye rağmen 1 Kasımda sandıkta gerçekleşecektir.
Böylesine azgınca saldırılar altında insan olmanın sorumluluğu, diktatörlük özlemlerinin bu heveslerini kursaklarında bırakmaktır.
Yerelde, AKP milletvekili adaylarının 1940’lı yılların Türkiyesi’nde yaşıyormuşçasına siyaset yapmalarını izlemekteyiz.
13 Yıllık iktidarları sonrasında tükenmişliğin sonucudur bu durum, çünkü söyleyecek sözleri kalmamıştır.
Yol yapacağını, tiyatro salonu yapacağını, arıtma tesisini yapacağını söylemekle, ülkeyi yönetmeye talip olmak çok farklı şeylerdir
Vaat olarak ileri sürülen şeyler yaşamın doğal ihtiyaçlarıdır, zaten ülkenin dinamikleri bunları bir şekilde gerçekleştireceklerdir.
Ülkenin kaynakları ve idari yapısı buna uygundur.
Önemli olan içinde bulunduğumuz durumda ülkenin önünü açacak politikaların nasıl şekilleneceği konusundaki yaklaşımlardır.
Bugüne kadarki uygulamaları itibarıyla siyasi irade, kapitalist sistemin sömürü düzenini sürdürmek adına demokrasiyi, özgürlükleri rafa kaldırarak; yasaklar kısıtlamalar, engellemeler ile ülkeyi yönetme tavrı içersindedir ve bunun sonuçları acı bir şekilde yaşanmaktadır.
Bir seçim beyannamesini yasaklayan bir iradeden nasıl olurda özgürlükler alanında politikalar üretmesi beklenir!
Beğenmediği her türlü fikri yok etme girişimi, aynı zamanda katliamlarla insanların yok edilmesine kadar götürülmüş, ülkemiz bir savaş yerine döndürülmüşken bu durumdan kurtulmak halkın yönetimde söz sahibi olduğu demokratik halk iktidarı ile mümkündür.
Bunun için ;”İnadına barış”,”İnadına Emek” “İnadına özgürlük” “İnadına eşitlik” “İnadına insan”
“Seni diktatör yaptırmayacağız”