Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Söz Statükonun(!), At Binenin, Kılıç Kuşananın

2564
Anayasa Mahkemesi başkanı Haşim Kılıç bey, geçtiğimiz günlerde ‘kıldan ince, kılıçtan keskin’ bir açıklama yaparak; ‘değişim istemeyen’, ‘halkı ikna edemeyen’, ‘statükonun kibirli mensuplarına’ eleştiriler yöneltti…
Tabi eleştiriler Kılıç’tan çıkınca, şavkı da şimşek gibi pırıltılı, ses bombası gibi etkileyici oldu.
Ülkenin tartışma gündemi, yeni gümbürtülerle sarsıldı…
Önce şunu söylemeliyiz: eğer Haşim Bey, soyut bir statüko tanımlaması yapmıyorsa, kendisi de başında bulunduğu kurum nedeni ile statükonun önemli temsilcilerinden birisidir. Ve hatta özel temsilcilerinden birisidir.
Bugün Anayasa Mahkemesi, statükonun en önemli, en ‘üst’ kurumlarından biridir. Hukuk adına, anayasal çerçeve adına kararları toplumsal gelişim ve değişimleri etkileyen ve hatta zaman zaman belirleyen bir nitelik taşımaktadır.
Bu nedenle Anayasa Mahkemesi başkanı sıfatını taşıyan şahsiyetlerin (yurttaşlık hakları saklı kalmak koşulu ile) sözleri, açıklamaları ince elenip sık dokunmalıdır.
Ama O, statükonun bazı mensuplarını ‘kibirli’ olarak niteleyip ‘halkı ikna edemedikleri’ konusunda eleştirebiliyor. Ve yine değişim istemediklerini vurgulayarak, özel göndermeler yapabiliyor.
Oysa sayın Haşim Kılıç’ın bulunduğu pozisyon açısından bakılınca, halkın ikna edilmesi konularının dışında olması gerekir.
Toplumsal değişim, halkın ikna edilmesi süreçleri, parlamentoların yasal ve anayasal değişikliklere ilişkin aldıkları kararlar değil ki Anayasa Mahkemesi başkanının ilgi alanına ve eleştiri sınırları içerisine girsin.
Tabi Kılıç’tan bu açıklamalar gelince Kılıçdar’ın cevabına muhatap olması kaçınılmaz oldu.
Sayın Kılıçdaroğlu, çekilen kılıca bir kılıçdar maharetiyle anında karşılık verdi.
‘Vicdan’, ‘ahlak’ gibi etik değerler üzerinden ve ‘hukuk bilgisi’ gibi daha geniş ve ucu açık bir kavram üzerinden, hiddetli ve şiddetli bir karşı atakta bulundu.
Aslında sorun, ne vicdan, ne ahlak ne de hukuk bilgisi ile sınırlı bir sorundur. Sorun, statüko içerisinde mevzilerini güçlendirmek isteyenler arasındaki çelişki ve çatışmalardan kaynaklanan ve 12 Eylül referandumunun sonuçlarından alınan rüzgarın etkisi ile ileri bir adım atma sorunudur. Sorun aynı zamanda yedekleri cepheye sürme sorunudur.
Hele yakınlaşan genel seçimler düşünüldüğüne, bu ve benzeri çıkışların yapılacağını şimdiden öngörebiliriz.
Statükoya karşı çıkıyormuş gibi yaparak, statükonun egemeni durumuna gelmek için siyasi ve ekonomik mevzilerini güçlendirmek için, çatışmanın tarafı olan herkesin yeni argümanlarla ortaya çıkarak, kitleleri yedeklemek, ‘ikna etmek’ için her yolu deneyecekleri de bilinmelidir.
Olan biten, Kılıç’la Kılıçdar’ın düellosundan ibaret değildir. Derininde ve ötesinde seçimlere de yönelik, izleyicilerin alkışlarını (siz oylarını deyin) almak ve kazanmak için yapılan ‘statüko içi’ manevralardan ibarettir.
Belli ki ortaya başka kozlar da sürülecek ve hatta sürülmeye başlandı bile. Uzun süredir küllenen, dondurulan türban sorunu yeniden ve yine aynı amaçla (seçimlere yönelik olarak) tekrar gündemin baş sıralarına taşındı.
Haşim Bey, eğer statükoyu bütün kurumları, bütün organları alt ve üst yapısı ile bir gerçeklik olarak ele alıyorsa; olan biteni ve herkesin gördüğünü görememiş olamaz. Ama O, at binenin kılıç kuşananın diyorsa, biz de ata binen süvarinin nitelikli olmasını öneririz. Zira o süvarinin atın sırtından yuvarlanması, statükonun da süvarinin de itibarını sarsabilir!...Atlar ise her zaman uysal ve sakin olmayabilir.
12 Eylül’ün yüzdelik hesapları yanlış ata oynayanları, yanlış süvarileri alkışlayanları yanıltabilir. Hangi atın çiftesinin ‘pek’ olduğunu, şu bizim zor ‘ikna olan’, ‘ikna edilemeyen’ milletimizden öğrenmekte yarar var.