sermet@canakkaleolay.com
Siyaset mekanizması ülkemizde son derece faydacı, ilkesiz,”dün dündür bugün bugündür” mantığı ile işleyen bir mekanizma. Son günlerde yaşanılan olayları değerlendirdiğimde bu tespit bir kez daha kendini doğrulamakta. Halkımız da zaten kendi deneyimleri ile bu gerçeğin farkında. Bu farkındalık seçim öncesi ve sonrası süreçlerde kendisini daha yoğun olarak hissettirmekte.
Seçim öncesi basını göklere çıkaran, yaptıkları görevlerin yüce olduğunu söyleyen bazı siyasetçiler şimdi Çanakkale Basını için zavallı tablosu çizmektedirler.
İl Genel Meclisi Başkan Vekili MHP’li Rüştü Akgün’ün meclis toplantısında kendi önerisine destek oluşturmak için sarf ettiği sözler yenilir yutulur cinsten değil.
Bakın neler diyor Akgün Çanakkale Basını için
“Kendilerine muhabir bulamıyorlar. Haber alacak muhabirleri yok, koşturacak muhabirleri yok. Bir tane muhabir var; ya gelir, ya gelmez”
İyide Akgün, Belediye Başkanlığın zamanında çalışmalarını kamuoyuna ileten, Milletvekili adayı olduğun zaman mesajlarını partililerine ve kamuoyuna aktaran, en zor gününde bile senin yanında olanlar, o muhabirleri yok dediğin basın kuruluşları değil miydi?
Şimdi ne çabuk unuttun bu gerçekleri.
Senin unutman önemli değil.
Basın emekçisi arkadaşlar görevlerinin bilincinde gerekliliklerini yaparlar. Ama onlar seni unuturlarsa işte o zaman neler olur bilemem.
Siyaset mekanizmasındaki bu faydacılık kavramını şimdi bir kez de Ergenekon soruşturması kapsamında son yaşanılan gözaltılar temelinde görmekteyiz.
Ergenekon soruşturması siyasileştirilmiş bir noktaya taşınmıştır.
Bizzat çetelerden, darbecilerden hesap sorulması, faili meçhul cinayetlerin açığa çıkarılması, gibi temel hedefler şimdi adeta üstü örtülerek, AKP`ye karşı muhalefet edenlerin susturulması operasyonuna dönüştürülmüştür.
Eli kanlı, halka karşı suç işlemiş adı kirli ve suç ilişkileri ile anılanlarla, demokratik ve sivil alanda AKP`ye karşı mücadele eden kesimler aynılaştırılıyor.
AKP hükümeti "ya itaat edersiniz ya Ergenekoncu olursunuz" tehdidini savuruyor. En son Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği`ne ve Prof. Dr. Türkan Saylan`a yönelik operasyon tüm hukuksuzluğu ve vicdanları inciten yanlarının dışında aynı zamanda demokratik mücadele alanına yönelik bir baskıdır.
Şimdi önümüzde yaklaşan 1 Mayıs var.
Geçen yıl ülkemiz tatil cenneti deyip 1 Mayısın tatil olmasına karşı çıkan Başbakan, bu yıl 1 Mayısın resmi tatil olmasını kabul etmek zorunda kaldı.
Şimdi işçi sınıfı ve onun örgütleri 1 Mayısı kutlamaya hazırlanıyorlar.
1 Mayısın Taksimde kutlanması talebi bugünde gündemde.
Kendisine muhalefet eden her kesime gözdağı verme politikalarının gündemde olduğu şu günlerde bu mücadeleye hazırlanan kesimlerin şimdiden baskılanması ihtimalide çok fazla.
Yarın öbür gün Ergenekon soruşturması kapsamında 1 Mayıs kutlamalarına hazırlanan kesimler için soruşturmalar başlar ise hiç şaşırmayın.
Yoksa Taksime giden yolda mı Ergenekon’dan geçecek diye yazmaktan kendimi alamıyorum.
1 Mayıs 1977 yılında kontrgerilla ve uluslararası işbirlikçileri vasıtasıyla tertiplenen komplo ile 36 vatandaşımız hayatını kaybetti.
Bugüne kadar aydınlatılamayan bu süreç ve hesap sorulmasını, aydınlatılmasını talep eden demokrasi güçlerine dönük yeni bir komploya dönüşebilir.
Değil mi ki bu ülkede Türkan Saylan’lar, değerli bilim insanları, çeteci darbeci olarak gözaltına alınmaktadırlar.
Şimdi de 1 Mayıs katliamının hesabının sorulmasını talep edenler böylesi bir komploya kurban edilebilirler.
Çünkü AKP bir korku ve baskı ortamı oluşturarak yeni bir otoriter rejim tesis etmeye çalışmaktadır.
Vicdansızlık mı? Çaresizlik mi?
Sultanbeyli`de gecekondu yıkımı esnasında yaşanan bir olay karşısında medya tarafından yapılan değerlendirmeler yeniden bir gerçeği gündeme taşıdı. Kapısına yıkım ekipleri dayanan bir baba; birkaç aylık çocuğuna bıçak dayadı. Medya, yıkımı değil sadece bu olayı gördü. AKP`li belediyenin talimatıyla mahalleye akın eden dozerler 50`yi aşkın konduyu yoksul halkın feryatlarına, gözyaşlarına bakmadan başlarına yıktı.
Yıkım terörü esnasında üzücü bir olay yaşandı. Kapısına yıkım ekipleri dayanan acılı bir baba, bunalım geçirdi. Baba, kepçe darbesi ile delik açılan gecekondusunda 4 aylık bebeğini rehin aldı. Elindeki bıçağı bebeğine dayayan baba, evi çocuğu için yaptığını söyledi, yıkımın durdurulmasını istedi.
Yıkım terörünü görmediler
Yaptıkları haberlerde halkın mağduriyetine hiç değinmeyen, evleri başlarına yıkılan emekçilerin akşamı nerede geçireceği konusunda fikri bulunmayan gazeteler, yıkım terörünü yaşanan üzücü olay üzerinden yorumlamakla ve yıkımla ilgili haberlerini "bir babanın çocuğuna saldırısı"na indirgeyerek, bu şekilde görmekle yetindi. İşte gazetelerin bazılarının başlıkları:
Milliyet "Böyle vicdansızlık görülmedi", Yeni Şafak "Cinayete tam teşebbüs", Sabah "Böyle baba olmaz olsun", Radikal "Baba, 4 aylık çocuğunun boynuna bıçak dayadı", Star "Gecekondu yıkımında rehine krizi", Hürriyet "Kızının boğazına bıçak dayadı", Zaman "Evini yıktırmamak için 4 aylık bebeğini rehin aldı".
Neden bu yoksul vatandaşın yaşadığı çaresizliği görmeden, yıkım faaliyetini manipüle etmek için özel bir çaba içersinde olan bir medya anlayışı kapsamında ile olaylar kamuoyuna aktarılmaktadır?
Yoksa korku Cumhuriyeti ürünlerini vermeye başladı mı?
Sermet ATADİNÇ