Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Şiddetten beslenenlerin postmodern halleri

1808
Geçtiğimiz ve içinde bulunduğumuz hafta ÇÖMÜ’de ve Kredi Yurtlar Kurumu`na bağlı bir yurtta son derece çirkin olaylar yaşandı.ÇOMÜ’de “Kolektif olalım” kampanyası için çalışmada bulunan Öğrenci Kolektifi mensubu öğrenciler, özel güvenlik elemanları ve bir grup sağ görüşlü öğrencinin saldırılarına maruz kaldılar.
 
Üniversiteler öğrencilerin fikirlerini özgürce ifade edeceği alanlardır yada böyle olmalıdır diyelim.
Ama her ne hikmetse ilerici devrimci fikirlerden rahatsız olanlar kendileri gibi düşünmeyen herkese olduğu gibi bu öğrencilere de her fırsatta saldırmaktan geri durmuyorlar.
 
Hele bir de idare veya başka güçler tarafından korunup, himaye edilirlerse tut tutabilirsen bu tipleri. Bu şekilde başlayan gerici şiddet ve saldırılar, sonrasında etnik kimlikleri itibarıyla sürekli saldırı altında kalan Kürt kökenli öğrencilere yöneldi.
 
Şiddet üzerine kurgulanmış bu organizasyon hemen Kredi Yurtlar Kurumu`nda kalan 3 Kürt öğrencinin odalarının basılarak; öldüresiye dövülmeleri ile sürdü.
 
Tüm bu olaylar sürerken çeşitli kesimlerin çeşitli tepkileri gündeme geldi.
 
Saldırıları organize eden gruplar klasik milliyetçilik söylemleri altında beslendikleri milliyetçi damarın etkisiyle yaratmış oldukları bir bölücülük teması üzerinden her türlü şiddeti mübah gören anlayış ile meşru müdafaa savunması altında bu saldırıları savundular. Bu tavırlarını bir basın açıklaması ile deklare dahi etiler.
 
Bu durum gayet net bir şekilde anlaşılmaktadır.
 
İdeolojik olarak kendilerini milliyetçi, özellikle Kürt vatandaşları bölücü olarak gören bu kesimin son günlerde kamuoyunun gündeminde olan İmralı sürecine ilişkin tavırlarını da ele aldığımızda ne yazık ki şiddetten beslenen ve insan hakları ve özgürlükleri yok sayan bu tavrın çok fazla tartışılacak bir yanı yok.
 
Şiddetten beslenen bu düşüncenin tecridini sağlayacak olan, onların dışındaki diğer kesimlerin tavrı.
Şimdi bu kesimlerin nasıl bir tavır içersinde olduğunu iyi analiz etmeliyiz.
 
Ne yazık ki bazı öğretim üyeleri, Çanakkale basınında köşeler tutmuş bu kişiler bir kez daha ilerici devrimci değerlere düşmanlıklarını ortaya koydular.
 
Bunu yaparken de izledikleri yöntem ince bir taktiğe bürünmüştü; şiddete karşı olmak bu tür saldırılara tepki göstermek, o kadar yalın bir eylemsellik gerektiriyor ki ne yaparsanız yapın, böylesi eylemlere karşı olmanın gereğini yerine getirmediğiniz sürece, karşıymış gibi olma halleriniz bir aldatmadan öteye gitmez.
 
Bu durum bir anlamda şiddetten nemalanan postmodern haller olarak değerlendirilebilir.
 
Şiddete karşı olmak önce kesin bir dille kınamak, sonra sorumlularını bulup, cezalandırmak, gibi çok net sorumluluklar gerektirir.
 
Yoksa güvenlik önlemlerini arttığını söyleyip, demokratik hakların gasp edildiği koşullar yaratmak değildir, şiddete karşı olmak.
 
Bizzat bu şiddetin yaratmak istediği bir sonuçtur; demokratik ortamları yok etmek özgürlükleri yok etmek onun yerine baskı ortamlarını yaratmak.
 
Şiddete karşı olmak cesaret ile barış ve özgürlükleri savunmaktan geçer.
 
Bunları yapmak yerine yok “öğrencileri kışkırtmayın”, yok “öğrencileri siyasete bulaştırmayın” gibi bir takım içeriksiz ve içi boş olan değerlendirmeler ile tribünlere oynayan halkın güvenlik ve huzur duygularını istismara dönük girişimlerde bulunmak yapılan saldırıları bir anlamda görmemezlikten gelmek demektir.
 
Hele bir de bu tavrı gazetemize yaptığınız gibi basının karalanmasının aracına dönüştürür iseniz işte o zaman ağzınız ile kuş tutsanız şiddete karşı olmak noktasında inandırıcı olamazsınız.
 
Bakın ülkemizde çok sık karşılaştığımız çeşitli çevrelerin basın kuruluşlarına karşı geliştirdiği saldırılar söz konusu.
 
Öyle bir noktaya geldi ki ülkenin başbakanı bir basın kurumuna “yaptığınız gazetecilik batsın” diyecek kadar işi ileri götürdü.
 
Halbuki yapılan neydi: haber değeri olan bir konunun kamuoyuna taşınması; gazetecilik de zaten budur.
 
Şiddetten nemalanan bu post modern şiddet savunuculuğuna soyunmuş bildik bazı öğretim üyeleri ve onların besleme kalkan, koruyucu paravan internet siteleri hemen aynı mantık ile gazetemize karşı sürdürdükleri kampanyaya bir yenisini ekleyiverdiler.
 
Düşüncelerin özgürce ifade edildiği ortamlardan rahatsız olan bu tipler paravan sitelerinde bir kaç kişinin kaleminden çıkmış bazı yorumlar ile basın özgürlüğüne karşı kinlerini kusmayı sürdüre dursunlar, onlara çok yakında basın özgürlüğü adına bir sürprizim olacak.
 
Şimdi şunu bir not edin; Olay Gazetesi gazetecilik sorumluluğunun gereklerini yerine getirmektedir.
Her türlü şiddete karşı barıştan demokrasi ve insan haklarının yana yayın yapmaktadır. Haksızlığa zulme her türlü entrika ve tertibe karşı mücadele etmekte böylesi yöntemlere başvuranları da bir bir teşhir etmektedir.
 
Rahatsız olanlar oldukça doğru yolda demektir.
 
Özetle ilerici devrimci değerlere, özgürlüklere, demokratik haklara karşı yapılan bu saldırılara karşı iseniz; çıkın açıkça bu saldırıları kınayın, sorumlularını açıklayın cezalandırın.
 
Yok kışkırtmadıydı, yok gençler siyasete karıştırılmamalıydı gibi son tahlilde bu saldırıları onaylanan bir yöntemselliğiniz ve bunun arkasına sığınarak bu olayları kamuoyunun dikkatine sunan habercilere karşı saldırıda bulunan anlayışınızdan vazgeçin.
 
Şiddete karşı olmayan, bir gün gelir şiddetin en azgın darbesine maruz kalır.
 
Gerek şiddet yanlılarının gerekse onların postmodern savunucularının içinde bulundukları durumu sizlere bir kuzu kurt hikâyesi ile anlatmak istiyorum.
 
Suyun başında su içen kurt, suyun aktığı yöndeki kuzuya orada suyla oynama suyumu bulanıyorsun diye çıkışmış . Kuzu da sen suyun başındasın benim suyu bulandırmam söz konusu olmaz deyince; kurt, sen zaten 1 ay önce de bana hakaret etmiştin demiş. Kuzu, kurda seni daha ilk defa görüyorum deyince o zaman senin ailenden birileri bana hakaret etmişti diyerek kuzuya saldırmış...
 
Kıssadan hisse; şiddeti yöntem olarak belirlemiş kurt gibiler her halükarda kuzuya saldırması kaçınılmaz bir durumdur.