Şeyh, mürit kültürü
Milli Eğitim Müdürümüzün tayini nedeniyle verilen veda yemeğinde yaptığı konuşma üzerinde konuşulmaya değer doğrusu. “Şeyhler uçmaz, müritler uçurur” cümlesinin çok masum algılanacak bir cümle olmadığını düşünüyorum...
Şeyh, mürit kültürünün egemen kılınmaya çalışıldığı bir toplumda bu cümle dikkatleri üzerine çekiyor.
Özellik ile Milli Eğitim gibi çok temel bir alanda görev yapan bir üst düzey sorumlunun böylesi bir örnek ile olaylara yaklaşımı bu kültürün etki alanları üzerine bazı ipuçları vermektedir.
Aynı zamanda verilen mesaj ile; başarı için şeyh mürit ilişkisi vurgusu öne çıkarılmaktadır.
Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasının üzerinden tam 87 yıl geçti ama şeyhlik ve müritlik sistemini yaşatmaya çalışan hala birileri var.
Müdürümüz acaba başarı için; şeyh mürit ilişkilerini mi referans olarak vermektedir?
Milli Eğitim Bakanlığının bu konuda o kadar çok sabıkası vardır ki; ister istemez bunları düşünmeden geçemiyorum.
Konuşma içinde bir örnek olarak verilmiş olsa dahi; şeyh mürit kültürüne bu kadar atıfta bulunmanın arkasındaki gerçekler tartışılmaya değer doğrusu.
Çağdaş toplumlarda başarının sırrı şeyh mürit ilişkisi değil, birlikte başarma kültürüdür.
İşin özüne ilişkin tespit tam da budur.
Başarıyı getirip, şeyh Mürit ilişkisine bağlarsanız ; referansınız da çağdaş toplumların kriterleri temelinde olmaz.
O zaman tekke ve zaviyeler ve türbeler döneminin çağrıştırıcısı oluverirsiniz bir anda.
Gelin bu tartışmayı Atatürk’ün Kastamonu söylevinden bir cümle ile bitirelim:
“Efendiler ve ey millet, biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz”
Toplumsal cinnet
Toplumumuz her geçen gün artan sorunlar nedeniyle önemli bir bunalıma doğru sürükleniyor.
Bunun kişisel yansımaları olarak; her gün daha çok artan cinnet, intihar gibi olaylar ile karşılaşmaktayız.
Hafta sonu Çanakkale’de yaşanılanlar; acı örnekler olarak hepimizi üzmüştür.
Bu koşullarda sosyal devlet olmanın önemi çok daha ivedi olarak kendisini hissettirir iken; hızla sosyal devlet olmanın gerekliliklerinden uzaklaşmaktayız.
Bu gelişimi, önümüzdeki günler için; bu tür acı olayların daha çok yaşanacağının işaretçisi olarak ele alabiliriz.
Kimse çıkıp gerçekleri saptırmaya kalkmasın.
Her geçen gün daha yoğun olarak yıkıma doğru yol almaktayız.
Vicdan sahibi olanlar bazı önlemler için adım atmalıdırlar.
Fakat 10 yıldır bu alanda sosyal devlet olmanın gereklilikleri konusunda hiçbir şey yapılmadığı gibi ,var olan bazı kazanımlar bir bir yok edilerek sadaka kültürü ile hareket edilmektedir.
Bu gerçeklikler geleceğimiz için, son derece tehlikeli olup, siyaset yapmanın ötesinde, insan olmanın gerekliliklerini yerine getirmek için önlemler geliştirilemez ise daha çok böylesi acılar ile karşı karşıya kalacağız.
Bu sesi duyan olur mu bilemiyorum…
Vatandaşlarımızın da bu gelişmeler karşısında duyarlı davranarak, daha adil daha insanca koşullar için siyaset mekanizmasını zorlaması, bu alanda mücadele etmesi önemli bir sorumluluktur.