SEÇİM, HURAFE VE BİLİM
Prof. Dr. Coşkun Bakar - Ülkemizin tarihinde artık sıradan bir olay haline gelen bir seçimi daha geride bıraktık.
Bu seçimi farklılaştıran tek şey belki de milletvekili seçimi yanında Cumhurbaşkanlığın ya da Başkanlığın da oylandığı bir seçim olması oldu. Aslında o da ilk defa 2014 yılında yapıldığı için ilk sayılmaz.
Seçim sonucunda ilginç tartışmalar ortalıkta gezindi. Aslında bunlara tartışma demek yanlış olur herhalde; hurafe demek daha doğrudur. Zira bir kişi bir söz üretiyor ve ortaya hiçbir kanıt sunma ihtiyacı duymuyor. Herkes de gerçeklik algısını kaybederek bu söze inanıyor. Eğitim almış insanların da bu tuzağa düşmesi, olguları nesnel ölçütlere göre değerlendirmede ne kadar eksik donanımlara sahip olunduğunu gösteriyor. Öncelikle şunu belirteyim, iddiada sorun yok, her konuda iddia ortaya atabilirsiniz. Sorun bunun değerlendirilmesindedir. Bu iddianızın mantıksal kurgusunu yapmanız sonra da olgularla destekleyebiliyor olmanız gerekmektedir. Aksi takdirde hayal dünyanızda geliştirdiğiniz hurafelerin dışına çıkamazsınız. İşte bu nokta bilimsel düşünmenin sınırıdır. Çünkü bilimsel düşünce, mantıksal kurgu içinde hipotezler ortaya atmayı ve nesnel bir zeminde hipotezlerin olgusal gerçeklikle karşılaştırılmasını içerir. Olgusal dünyada karşılığı olmayan hipotezleriniz hayal dünyanızda oluşturduğunuz kurgulardan başka bir şey ifade edemez.
Gelelim seçimlere, ortada bir gerçeklik var. Seçim sonuçlarına göre iktidar olma hakkını kazanan bir siyasi parti var. Yapılacak tek şey bu sonuçları kazanan partiyi tebrik etmek, daha iyi bir ülkede yaşayabilmek için doğru işleri desteklemek yanlışları da eleştirmektir. Gerçek demokratik ülkelerde siyaset bu şekilde yapılır.
Seçim sonuçlarının sanki ilk defa karşılaşılan bir felaketmiş gibi bakmak olayı yine bilimsel gözlüklerle değerlendiremediğimizin bir göstergesidir. Zaten başarısızlığın da arkasında yine bu bakış açısı bulunmaktadır. Öyle olunca da sonuçlar hurafelerle karşılanmaya çalışılıyor. Ancak bu durum hiçbir fayda sağlamıyor.
Yukarıdaki tabloda 1950-2018 yılları arasında yapılmış milletvekili seçimlerinden bazılarının oy yüzdelerinin TBMM’de yer alan partilere göre dağılımını görmektesiniz. Yüksek Seçim Kurulunun resmi internet sayfasında daha fazla bilgiye sahip olabilirsiniz.
Bu karşımızdaki olgunun resmini bize sunmaktadır. Aslında bakış açımızı bu olguya bakarak şekillendirmemiz yerindedir. Türkiye 1946 yılından itibaren sandıkla yönetilmektedir. Birçoğunda da sonuçlar toplumun tüm kesimleri tarafından kabul görmektedir. Öte yandan şunu da belirtmek gerekir, seçim kampanyalarının nasıl yürüdüğü, adil olup olmadığı, devlet olanaklarının bir partiye kullanılıp kullanılmadığı ya da bir partinin baraj altında kalması için özel çabalar gösterilip gösterilmediği ayrı bir tartışma konusudur. Sadece oy fazlalığı seçim kararının doğru sonuç verdiğinin göstergesi değildir. Ancak burada tartışılacak bir konu değildir.
Bu açıdan bakıldığında Türkiye’de 1950’den bu yana seçmen tercihi neredeyse hiç değişmemiştir. Demokrat Partinin, Adalet Partisinin, Anavatan Partisinin ve Ak Partinin oy oranları birbirini takip etmiştir. O yüzden 2018 seçiminde yeni bir şey en azından ulusal düzeyde yoktur. Yerel düzeyde bakılırsa bazı kaymalar olabilir, ancak bu ulusal sonuçları değiştirmemiştir. Sosyal Demokrat varsayılan oylara gelince, bu oyların %20-40 bandında değiştiği görülmektedir. Yüzde 30’ların üzerine çıktığı dönemlerde muhtemelen Kürt seçmenlerin oylarını kapsamaktaydı. Daha sonra Kürtler kendi partilerini kurdukları için bu oylar bir daha geriye dönmedi. Kısaca 2018 seçimlerinin sonuçları çok açıktır ve değişen bir Türkiye tablosu sunmamaktadır. 1950 sonuçları neyse 2018 de o dur. Aynı Türkiye’de yaşamaya devam ediyoruz.
Bundan sonra siyaset yapanlara bu tabloyu analiz etmek kalmaktadır. Şunu bile söyleyebiliriz sosyal demokrat havuz içinde CHP alabileceğinin en üst noktasına ulaşmıştır. Ancak bu durum iktidar için yeterli olamamaktadır. Bunun nedenlerini analiz etmek ve çözüm geliştirmek için de yine bilimsel bakışa ihtiyaç vardır. Sosyal bilimler de tam bu soruların yanıtlarını aramak için vardır. Yapılacak şey hurafe üretmek değil, bilimsel bakış açısıyla çalışmak ve nedenleri analiz etmektir. Böylece ayağı yere basan çözümler üretilebilsin.
Son olarak da tüm bu süreçler acaba halka hizmet için mi? Yoksa devlet kaynaklarını paylaşmak için mi? Sadece halka hizmet etmek içinse aslında kazananın kim olduğunun o kadar da önemi yoktur. Devletin kurumlarının seçim sonuçlarına göre çalışmadığı ülkelerde halk nezdinde siyasal tercihiniz mağduriyet yaratmaz. Tersine olunca, işte işler o zaman değişir ve seçim sonuçları bir taraf için zafer olurken diğer taraf karalar bağlar…