Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

SAVAŞA “VİZE” ÇIKTI!...

1857
TBMM sınır ötesi operasyona vize verdi. AKP’nin savaş konsepti onaylandı da diyebilirsiniz.
“Ezberler” bir kez daha yinelendi.
Hükümet açısından şaşırtıcı bir durum yok. O, asimilasyon yerine şiddet ve imha politikalarını zaten uzun süredir hayata geçirmeye çalışıyor.
Siyasi ve askeri operasyonlarla “Kürt sorunu bitmiştir.” dediği Kürtlerin siyasi olarak da imhasını gerçekleştirmek istiyor.
BDP üzerinden siyasi, demokratik, legal bütün alanları sınırlamak, daraltmak ve hatta ortadan kaldırmak için bildiği bütün yol ve yöntemleri denemekten geri durmuyor.
Bu uygulamalar ve politikaların yalnızca BDP ve Kürtlerle sınırlı kalacağını, ülkenin bütününü etkilemeyeceğini düşünmek gaflet olur.
MHP’nin tutumu ise daha anlaşılır ve kendi içinde tutarlılığı olan bir durumdur.
Tarihi referansları ve bugünkü örgütsel ve politik çizgisi açısından baktığımızda sınır ötesi operasyona “evet” demesi şaşırtıcı değildir.
Ancak kendilerini sosyal demokrat diye tanımlayıp, niteleyenlerin AKP’nin savaş ve şiddeti esas alan politikalarına teslim olmaları, tartışma konusu olabilir ve olmalıdır da.
Şovenizme teslim olan, ülkede yaşanan, verili durumu, Kürt sorununu, milliyetçi bir mantıkla ele alan sosyal demokrasi; zaten ve tarihsel olarak halktan, demokrasiden uzak bir eksene savrulmuş demektir.
Peki, TBMM’nin ortaya koyduğu bu irade gerçekten Türkiye’de yaşayan halkların iradesini mi yansıtıyor?
Türkler, Kürtler ve diğer azınlık milliyetler savaş mı istiyor?
TBMM bu kararla halkın duygu, düşünce ve taleplerine tercüman mı olmuş oluyor?
Çocukları askerde olanlar ve ya dağa çıkmış olan analar, babalar, eşler ve yakınlar gerçekten savaş mı istiyor?
Daha da uzatılabilir, ama gereksiz ve anlamsız…
Hepimiz biliyoruz ki, bu coğrafyada yaşayan ve hangi etnik kökene sahip olursa olsun büyük bir çoğunluk barış istiyor.
Kaç kez sınır ötesi operasyonlar yapıldı, sonuç ortada…
Bu kez sihirli bir formül mü buldunuz?...
Ya da sihirli bir silah mı yaptınız?...
Bilmek bütün yurttaşların hakkı değil mi?...
Yoksa, “bizim hoca bina okur, döner döner yine okur” noktasına mı düştük?...
Eğer sağır değilseniz, kör değilseniz, aklınızı ve vicdanınızı yitirmemişseniz, halkın savaş değil barış istediğini görür, duyar ve anlarsınız.
Bu kafa çözüm kafası değil, sorun üreten, sorunları büyüten, ateşle oynayan bir kafadır.
Eğer, yeni anayasa bu kafanın, bu anlayışın ürünü olacaksa, “eski tas eski hamam”dan öteye gidilemez.
Dillerin, kültürlerin, kimliklerin eşitliğini sağlamadan, halkların demokratik taleplerini gözetmeden yapılacak bir anayasa “yeni” bir anlam taşımayacak.
Belki soruyu şöyle sormak gerekecek: AKP’nin ihtiyaçlarına göre mi yoksa Türkiye halkının ihtiyaçlarına göre mi hazırlanacak?
Bütün ülkede demokratik bir iklim, demokratik bir tartışma ortamı olmadan kimlerin ne söylediği dinlenmeden, anlaşılmadan yapılacak bir anayasanın yeni olma şansı son derece düşüktür ve hatta yoktur.
Başbakan “ciğerim yanıyor” diyor.
Bu sözlere inanmak istiyoruz.
Ancak yapılanlar ortadayken, inanmamız zorlaşıyor.
Bir söylence ile yazımızı tamamlayalım:
Padişah Küffar’a savaş açmış. Asker topluyor. Padişahın adamları dört yetişkin oğlu olan köylünün kapısını çalmış ve durumu anlatarak büyük oğlanı askere çağırmışlar. Köylü oğlunu “Padişaha canımız feda” diyerek, davul zurna ile sefere yollamış. Oğul seferden geri dönmemiş. Birkaç yıl sonra aynı şey ikinci oğla ve üçüncü oğla da kısmet olmuş. Köylünün sefere giden oğullarından hiçbirisi geri dönmemiş. Yine birkaç yıl sonra padişahın adamları köylünün kapısını çalarak elde kalan son oğlu da sefere çağırmışlar. Köylü bu sefer öfkelenmiş. Gelen padişahın adamlarına;” Gidin o padişahınıza selam söyleyin, benim ‘çocuk yapma yeteneğime’ güvenerek elaleme savaş açmasın.”
 
Halkın evlatları üzerinden savaş çığırtkanlığı yapanlara ithaf olunur…