Sandığa formalarımızla gidiyoruz!
“Gerçeklerin bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır!”
Aykut Kocaman
Futbolun endüstriyelleşmesine dair eleştirilerin ne kadar haklı olduğunun en önemli kanıtı, 3 Temmuz 2011 tarihinde başlayan sözde “Şike” davası oldu.
Milyon dolarlık sponsorlukların, yayın hakkı gelirlerinin, bahis şirketlerinin ve daha birçok ekonomik faktörlerin kıskacındaki futbol, en büyük tehlikeli ile de bu süreçte yüzleşti; iktidar gruplarının yakın markajına girdi.
Yüz yılı devirmiş kulüpleri, siyasi olarak baskı altında tutmaya çalışan iktidara ilk büyük karşı duruş Galatasaray taraftarının Türk Telekom Arena Stadyumu`ndaki ıslıklı protestosu oldu. Bunu takip eden süreçte neredeyse tüm takımların taraftar gruplarından destek alan Galatasaray, en kısa sürede ligdeki kötü gidişine bağlı olarak yönetim değişikliğine gitti. Daha ilk yılını doldurmayan Galatasaray Başkanı Ünal Aysal, “20 Milyon Galatasaray taraftarının AKP`ye oy attığını” ileri sürdü.
Fenerbahçe`nin alacağı ceza, kupanın el değiştirmesi üzerine kurulu söylemleri ile Trabzonspor`a başkan olan İbrahim Hacıosmanoğlu`nun da AKP`ye yakınlığı, hem söylemleri hem de mitinglerine katıldığı iddiaları ile güçlendi. Hacıosmanoğlu`nun Başbakan Erdoğan`ı “Dünya lideri” olarak tanımlaması da futbolun içinde bulunduğu kaotik süreçte herkesçe manidar bulundu.
Tabiki aslında futbolun içinde bulunduğu durum sadece ve sadece bunlarla sınırla kalmadı. Tüm bu gelişmelere “paralel” olarak 3 Temmuz 2011 tarihinde başlayan Fenerbahçe ve Beşiktaş olmak üzere birçok kulübü etkisi altına alan süreç de futbolun geldiği son noktayı gözler önüne seriyordu. Futbol artık sadece para babalarının, spekülatörlerin değil aynı zamanda iktidar ve iktidara yakın çevrelerin sıkı markajı altındaydı. Başbakan Erdoğan ile oğlu Bilal Erdoğan`a ait olduğu ileri sürülen tapelerde Fenerbahçe kongresinde ne yapılması, kimlerle görüşülmesi gerektiği üzerine önemli kayıtlar ortaya çıktı ki bu kayıtlar, siyasi iktidarın spor kulüpleri üzerindeki etkisi iddiasını daha da güçlendirdi.
19 maç ile başlayan, sonra zamanla azalan bilgi, belge ve kanıtlara göre futboldaki şike operasyonunun tek suçlusu(!) Aziz Yıldırım ceza aldı. Para sayarken görüntüleri(!) olan Emenike başta olmak üzere Aziz Yıldırım ile birlikte şike yapan herkes görevine devam ederken Aziz Yıldırım`ın şike yapıyor olması oldukça manidardı. Aynı şey Beşiktaş için de geçirli; şike nedeni ile ceza alan Beşiktaş ile şike yaptığı ileri sürülen İbrahim Akın da halen futbol oynamaya devam ediyor. Bunlar sadece birer örnek ama çoğaltıla da bilir....
Şimdi, futbol kamuoyu halen bu kısır tartışmaları sürdürürken, şike yaptıkları ileri sürülerek ceza alan iki takımın da ligin ilk iki sırasında olmaları belki de konunun en manidar kısmı!
Buraya kadar aslında herkesin bildiği konuyu yine ısıtıp yazmaya gerek yok, asıl konumuza dönelim;
Özellikle 2000 yılından sonra emeğe, performansa, formayı ıslatan tere karşı pahalı futbol organizasyonları ile üzerlerinden paralar kazanılan futbolcuların, değersizleştirilmesi, insan ve futbolcu olmasının ötesinde makineymiş algısı yaratılarak köleleştirilmelerine karşı başlatılan, 3 Temmuz 2011 sürecine bağlı olarak da güçlenen Fenerbahçe ve Beşiktaş taraftarlarının kampanyası bugün daha bir anlam kazanıyor.
“Sandığa formalarımızla gideceğiz. Kimse kime oy attığımızı bilmeyecek ama herkes kime oy atmadığımızı bilecek” sloganı ile AKP`ye karşı 3 Temmuz sürecinden önce başlayan kampanya, bu süreç ile birlikte daha da güçlenerek devam ediyor.
“Yan yana gelemezler, birbirlerini öldürürler” diyerek deplasmana yasak koyan siyasi ve bürokratik güçler herhalde Gezi Parkı olayları ile gündeme gelen “İstanbulunited” oluşumundan dersler almıştır. Deplasman yasağı ile futbolu seyircilerden uzaklaştırılarak sadece iddiacıların ilgisini koruyan anlayış en büyük cevabı taraftarlardan alacaktır.
Gezi Parkı direnişi sırasında yan yana gelen ve ortak bir amaç için mücadele eden Fenerlisi, Beşiktaşlısı, Göztepelisi, Trabzonsporlusu, Bursasporlusu ve Galatasaraylısı gibi değişik renkleri ile yüz binlerce sevdalı yürek bir şeyi öğrettiler; renkleri ile birlikte ülke sorunlarına dair “bizim de söyleyecek sözümüz” ver diyerek İstanbulunited`ın olabileceğini. Ve yaptılar da. Kadıköy`den, Beşiktaş`tan çıkan taraftarların Taksim Meydanı`nda buluşmaları bu ülkede nelerin değişebileceğini herkese gösterdi.
Bu birlikteliğin aynısını “Adalete Fener Yak” ve öncesinde Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım`ın hava alanına gelişi ile organize edilen yürüyüşlerde de gördük. Ellerinde “Türkiye için Adalet” yazılı dövizleri ile Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı da Fenerbahçelilerin yanındaydı.
İşte bu birliktelikle güçlenen sandık kampanyası için yine sosyal medya üzerinden yayılmaya ve paylaşılmaya devam ediyor.
Planlanan şu; Herkes sandığa taraftarı olduğu takımın forması ile gidecek, kimse kime oy verildiğini bilmeyecek ama herkes AKP`ye oy verilmediğini bilecek. Ne kadar etkili olur bilinmez ama ilginç bir organizasyon olduğu kesin....
Etkili ve başarılı olmasının ötesinde bir “tavır” olarak ortaya çıkan bu kampanyayı ben de destekliyorum... Sandığa formalarımızla gidiyoruz, “başka bir futbol mümkün” diyerek lokal olarak AKP`ye, ama genel olarak futbol endüstrisine karşı tepkimizi dile getirilmesinin önemli olduğunu biliyorum. Toplumun ayrıştırılmasına, karşı, renklerin kardeşliğini savunan taraftarların da 30 Mart seçimlerinde önemli bir mesaj vereceğine inanıyorum...
Son olarak ülkesi Brezilya`ya gittikten sonra orada futbolcuların çalışma koşulları ve ücretleri konusunda sendikal örgütlenmenin de içine giren Alex De Souza`ya da selam göndererek Fenerbahçe taraftarının yaptığı ve dillere pelesenk olan besteyi sizlerle paylaşıyorum; Gezi Parkı direnişi sırasında Eskişehir`de hayatını kaybeden Ali İsmail Korkmaz için yapılan beste bugün neredeyse tüm taraftar grupları tarafından söylenmeye devam ediyor...
****
Daha 19 yaşında, düşlerinde özgür dünya,
Öptüğü çubuklu forma yaşayacak anısında.
Ali İsmail Korkmaz, Fenerbahçe Yıkılmaz!