SABİHA GÜLER KOÇER
ANI
Bir çift güvercin havalansa
Yanık yanık koksa karanfil
Değil ,unutulur şey değil
Çaresiz geliyor aklıma
Garip akımının öncülerinden Melih Cevdet Anday`ın 19 Haziran 1953 tarihinde o dönemin Amerika Birleşik Devletleri Senatörü Mc Carthy önderliğinde yapılan,solcu avı kampanyasında seçilen ve işledikleri hiç bir suç bulunamayıp, buna rağmen elektrikli sandalyede hayatları bitirilen Ethel ve Julius Rosenbergler için yazdığı bu şiir,oldum olası hoşuma gider. Ama nedense bu hafta içerisinde, yaşadıklarımdan dolayı olsa gerek hiç aklımdan çıkmadı,hele de yukarıda yazdığım son dörtlük.
Yaşlarımızın ilerlemesinden dolayı,her geçen gün hayat bize daha acımasızca davranıyor.Sevdiklerimiz ve değer verdiklerimiz,bazen sessiz sedasız terk ediyor bizleri.
Geçtiğimiz hafta da çok sevdiğim ve dostum olmasından mutluluk duyduğum,sevgili Elif Aydoğan`ın eşi Cansın Aydoğan yaptı aynı şeyi ve terk etti sevdiklerini.Cansın gibi birisine hiç yakışmadı bu gidiş.
Sevgili Cansın ile tanışmam,eşi Elif sayesinde olmuştu.Elif ile aynı lisede, iki sene okuduk. Ne o beni tanırdı ne de ben onu. Yaş olarak benden bir yaş büyük olan bu genç kızı,teneffüslerde okulun koridorlarında bir baştan bir başa,arkadaşlarıyla yürürken gördüğümde,durur ve uzun uzun izlerdim . Bizlerden farklıydı Elif, daha büyük, daha akıllıydı.Sanki dünyanın tüm sıkıntılarını yaşamış ve insanları aydınlatmak amaçlı ışınlanıp bizlere yollanmış bir filozof gibiydi.Okul koridorlarında onu her görüşümde gidip tanışmak,gereksiz bir konu bile olsa konuşmak isterdim,ama Elif o kadar mesafeli ve soğuk görünürdü ki,yaklaşmaya cesaret bulamazdım.Diğer tüm öğrencilerden farklıydı Elif.Kalın gözlükleri filozofça,tavırlarıyla,sanki bir sonraki adımlarını düşünür ve o sakinlikle hareket ederdi.Hani sanki okulda bir yangın çıksa yangında ilk kurtarılması gerekenlerden bir tanesi Elif olmalıydı.
Seneler sonra çocuklarımızın aynı okulda ve bizlerinde okul-aile birliğinde çalışmamız dolayısıyla yollarımız tekrar kesişti Elif ile ama ne o beni tanıyordu ne de ben onu,sonra sonra,geçmişte unutup bir yerlere attığım bilgiler canlanınca koridordaki genç liseli kızı hatırladım.Arkadaşlık sonrasında dostluğu doğurdu. O zaman anladım ki ,o mesafeli görünen kimliğin altında dünya tatlısı gerçek bir insan var.
Sevgili Cansın ise bu dostluğa sonradan katıldı.Hani bazı insanlar vardır ya nev-i şahsına münhasır,işte onlardandı Cansın hiç kimseye zararı dokunmayan,kendi doğruları ve bildikleriyle yaşayan,misafiri ve misafir ağırlamayı seven,çok iyi niyetli,hayata renk katan özel ve çok zeki bir insandı.Çiçekleri ve bahçe işlerini çok severdi.Emekli olduktan sonra tüm enerjisini satın aldıkları eve ve bahçesine verdi.Yorulduğunu anlamadan yordu vücudunu belki de.Ve sonrası biraz önce de belirttiğim gibi Cansın`a yakışmayan bir gidiş oldu.
Cansın`a veda edeceğimiz gün,bir dostumun "Böyle mi buluşacaktık"sözü,belki de hep idrak ettiğimizi düşündüğümüz ama bir türlü beceremediğimiz arkadaşlık ve dostluk kavramını düşünmeme neden oldu.Bir şeylere yetişme telaşıyla,ne çok şeyi kaçırıyor ya da es geçiyoruz.Diyalogsuz ve paylaşımsız bir dünya yaratıp içerisine televizyon ve bilgisayarı yerleştiriyoruz.Sonrası ise sessizlik ve yalnızlık.İlk adımı karşıdan beklemenin verdiği bencillikle kabuklarımıza kapanıyoruz.Ve bilmiyorum farkına varıyor muyuz ama çember daralıyor.Bir sıcak ele,bir sıcak kahveye,bir sıcak sohbete hasret,pişmanlık yaşıyoruz.Sevdiklerinizin ve dostlarınızın kıymetini bilip onlara sıkı sıkıya sarılmanız ve hiç kopmamanız dileğimle.... Hoşça kalın,hoşça kal Cansın Aydoğan.