"...Küfürlere başladı. Sonra başını sola çevirip bana döndü;
_Hüseyin, ben önüme gelene sövüyorum.
_Söversin.
_Bana bir şey yapmıyorlar?
_Ne yapacaklar?
_Ulan yoksa bunlar beni adam yerine mi koymuyorlar?
Bundan 134 sene önce 24 Mart 1879 tarihinde Halikarnas`ta doğduğunda çevresindekilere göre varlıklı olan aile onun için başka türlü bir yaşam hayal eder.
Öğretmen olan babanın tüm ısrarlarına karşın,kaydını yaptırdığı okullardan ya kovulmuş yada sara hastası olması nedeniyle geçirdiği nöbetlerden dolayı kendini okuldan uzaklaştırmış ve "okul bana dokanıyor." diyerek çözümü kahvehanelere ya da hanlara kaçmakta bulmuştur. Tabii bu kaçışlardan sonra babadan yenen dayaklarda bitmez.
Çocukluk dönemlerinde pehlivan olma hayali vardır. Oysa ufak-tefek bir çocuktur Tevfik. Kendinden daha iri ve güçlü olan pehlivanlara kafa tutar ve onlarla güreşe tutuşur. Yine bu türden tahriklere giriştiği günlerden birinde, pehlivanın biri tarafından yere çarpılır ve kolu kırılır. Hayatı boyunca o günün hatırası olan çarpık kolla yaşar “ney üflemeye çok faydası oluyor.” diyerek kendini teselli etmeye çalışır.
Biraz daha büyümüştür tevfik,artık bir genç olmuştur. Aylardan ramazandır son derece titiz olan baba fehmi efendi evde limon kalmadığını öğrenince, oğlunu limon almaya çarşıya yollar. Genç çocuk limonları alır almasına da gözü o sırada limandan ayrılmakta olan bir gemiye takılır. Tüm hayatı boyunca babasından yediği dayakları düşünüp ev yerine gemiye yönelir. Bindiği geminin nereye gittiğin bilmeden yeni bir hayata başlamak ister. Geminin içerisinde kaçak olarak günlerce süren yolculuğun ardından Mısır`ın İskenderiye limanına ayak basar.yarı aç-yarı tok tam beş yıl iskenderiyede yaşar .beş yılın sonunda yine bir ramazan akşamı vurulan kapıyı açan fehmi efendi gözlerine inanamaz. Beş yıl önce limon alması için çarşıya yolladığı oğlu beş yıl sonra elinde limonlarla karşısındadır.
Böylesi enteresan huyları vardır tevfik`in belkide bu toprakların görüp görebileceği en kural tanımaz anarşist odur.
Yaşamı boyunca peşini bırakmayan sara hastalığından çok çekmiştir. Bu yüzden sık sık bakırköy ruh ve sinir hastalıkları hastanesine yatırılır. Yaşamının son günlerini bu hastahanenin 21 numaralı koğuşunda geçirir.
Askerliği de kafasına estiği gibi yaşamıştır. 1.Dünya Savaşı`nda Muhtar Paşa`nın emrinde mehterbaşı olmuş ama paşa ile her tartıştığında çekip gitmiş, buna karşın onu himayesi altında tutan İstanbul Merkez Komutanı Albay Cevat Bey tarafından ikna edilerek görevine geri döndürülmüştür.
Azab-ı mukaddes adlı kitabında yer alan şiirlerinin hiç birisini kayda geçmemiş her birini ayrı ayrı ezberinde tutmuştur.bir ara tiyatro ve sinemaya da bulaşmıştır.
Cumhuriyet döneminde İstanbul Valisi onu konservatuar bütçesinden aylığa bağlar. Bu sayade düzenli bir geliri olur.
Kılık kıyafetini görenler onun iyi bir hiciv ustası ve neyzen olduğunu anlayamazlar. Sözünü sakınmadan karşısındakinin kim olduğunu umursamadan söyler sözlerini hem de en ağırından. allaha inancı vardır ama araya aracı sokmaz. Abdülhamite ve ittihatçılara sayıp söver bunlardan dolayı pek çok kere tutuklanır ve kodese gider. Lakin ne cumhuriyete nede onu kuran kadroya söz söylemez.hele atatürk`e hiç
28 Ocak 1953`te ölen neyzen Tevfik`in Beşiktaş Sinan Paşa Camisinde cenaze töreni yapılır. Ön tarafta devletin ileri gelen bürokrat, bakan, sanatçıları yer alırken arkalarda istanbulun bütün serhoş ve berduşları yer alır.
Neyzen Tevfik iktidar sahibi aymazları eleştirip iğnelerken günümüzde bir bakan kendisine görevini hatırlatan genç kıza düşünmeden onur kırıcı bir davranışta bulunmuştur.
Ne yazık ki bu davranışlar gün geçtikçe çoğalıyor ve bizde normalmişcesine her şeyi kanıksıyoruz.
İnsanlık onurunun kırılmadığı güzel günler görebilmemiz umuduyla...