Rektörlük Seçimleri…
Rektörlük seçimleri için bugüne kadar herhangi bir görüş belirtmemeye özen gösterdim. YÖK gibi anti demokratik bir kurumun vesayeti altında, özerkliğin olmadığı kurumlarda bir bütün olarak demokratik işleyişin olmaması beni böyle bir tutuma yöneltmişti. Sistem işleyişi itibarıyla; demokratik ve özerk bir ortamda tüm üniversite bileşenlerinin katılım sağladığı gerçekten demokratik yönetimlerin yaratılmasına izin vermeyeceği gerçeğinden hareket ederek, kişiler bazında kimin rektör olacağını çok önemsemedim. Hele birde, zaten eksik hayata geçen üniversite iradesinin Cumhurbaşkanlığı iradesi ile hepten yok olacağını düşündükçe rektörlük seçimleri benim için ‘adet yerini bulsun’ misali bir uygulamadan öte bir anlam taşımıyor idi.
Tüm rektör adayları değerli bilim insanlarıdır, muhakkak.
Benim yaklaşımım onlar ile ilgili olmayıp, sistemin özüne ilişkindir.
Bunu özellik ile belirtmek isterim.
Genel yaklaşımım bu şekilde iken, kamuoyundaki bazı tartışmalar neticesinde rektörlük seçiminin kendi mecrasına bende katılmak zorunda kaldım.
Sorun, Rektör adaylarından Prof. Sedat Laçiner hakkında kamuoyunda oluşan izlenimlerin tarafımıza ulaşmasına bağlı olarak gelişti.
Prof .Sedat Laçiner özellik ile yayınladığı raporlar ile gündeme gelince, bazı kesimler tarafından şu şekilde sorgulandı:
“Laçiner, ÇOMÜ’de göreve başladığından itibaren ne kadar Çanakkale’de bulundu ki bu konularda ahkam kesmektedir”
Aynı zamanda şu sorular gündeme getirildi:
“ Çanakkale’de bugüne kadar hangi etkinlik dahilinde kent ile bir araya geldi?”
“Kentin ve üniversitenin tozunu mu solumuş, kiminle bir dayanışma içersinde mevcut sorunlar için mücadele etmiş?”
“Kendisinin görevlendirmeler ile mesaisini daha çok Ankara’da geçirdiği bir konumda Ankara’nın havası mı etkiledi ki; klasik siyasetçi misali uzaktan müdahil olmaktadır”
Bu kaygıların tarafımıza ulaşması sonrasında bende bunları sorgulama ihtiyacını hissettim.
Bu gelişmeleri görmemezlikten gelemezdim.
Telefon ile Laçiner hocayı arayıp, kendisiyle bu kaygıları paylaştım.
Laçiner hoca bu konulara şöyle açıklık getirdi:
“Önemli olan benim tespitlerimin somut olup, olmamasıdır. Tüm bu raporlarımdaki tespitler, kamuoyunun da yakından bildiği, uzun yıllardır yaşadığımız gerçekliklerdir. İşin özünü bu oluşturur. Bir takım bahaneler ile bu gerçeklerin gizlenmeye çalışılması doğru bir yöntem değildir.
Aynı zamanda bu çalışma bir ekip çalışmasıdır. Ben ve arkadaşlarım üniversitemizin sorunlarını yakından biliyor ve bu somut tespitler ile belirlediğimiz sorunları iyileştirmek için sorumluluk alıyoruz. Böylesi kaygılar taşıyan kişiler önce bizim tespitlerimizin gerçek olup olmadığını sorgulamalıdırlar. Onun dışındaki her şey teferruattır.”
Laçiner hoca kendisi hakkındaki kaygılara böyle cevap vermişti.
Bu konudaki tavrımı burada bitirmek planı ile hareket etmiştim.
Kaygıları gündeme getirecek ve Laçiner hocanın bu kaygılar karşısındaki düşüncelerini aktaracak, asıl olanın YÖK sistemi dahilindeki üniversitelerin anti demokratik yapısı olduğunu gerçeğinin benim esas düşüncem olduğunu söyleyip bu noktadaki tartışmaları kendi açımdan bitirecektim.
Aynı zamanda gazetecilik mesleğinin havasını da soluyan Laçiner hoca, her neden ise kendisine hakkında duyulan kaygıları ilettiğimde “böylesi kaygıların olduğuna inanmıyorum “şeklinde bir niyet okuması tavrı takındı.
Bir bilim insanı her şey önce eleştirilerden rahatsız olmaz, eleştiri ve kaygılar karşısında ‘yok, olamaz’ mutlakıyetçiliği ile hareket etmez.
Belki böyle davranmamış olsa idi; tespitleri karşısında ikna olabilecek iken, şimdi ben de bazı kaygılar taşıyorum.
Bir yerde bir delik var ama nerede?
KESK Cuma pazarında.
Torba yasayı ve torba yasa protestosu sırasında yapılan saldırıları protesto etmek için, bu sefer yer olarak Cuma pazarı seçilmişti.
Cumhuriyet Meydanının o yalıtılmış konumundan uzaklaşmak noktasında daha doğru bir seçim idi.
Halkın ilgisinin nasıl olacağını izlemek için basın açıklamasına katıldım.
Kitlelere belli mesajların ulaştırılabilmesi için böylesi organizasyonlar öncesinde bazı hazırlıklar yapılması gerektiği sonucuna vardım.
‘Yapalım olsun’ mantığı yasak savmaktan başka bir anlam taşımıyor.
Halkın gerçekler ile buluşması için örgütlü güçlerin daha yaratıcı olmaları, daha verimli olabilecek yöntemler üzerinde düşünmeleri gerektiği gerçeğini bir kez daha gözledim.
Fakat şu işareti de aldım.
Halka dokunmak, yapılan etkinliklerde onlarla birlikte olmaya çalışmak çabası da fark edilecek bir niyet idi.
Küçük bir adım olsa bile, yine de umutlu ve olumlu bir gelişmedir.
Emeği geçenlerin emeklerine sağlık.
Sermet ATADİNÇ