Ofreneion'dan Erenköy'e... (7)
Erenköy'ün son Yunanlılarında toplumsal yapı
Troia köylerinin içinde, nüfusu en kalabalık köy, Erenköy`dü... Hareketli, dinamik bir yerdi, 5-6 bin nüfus, 1900`lü yıllarında bayında büyük bir nüfustu. Kala-i Sultaniye`nin (Çanakkale) 11-12 bin olduğu düşünülerse, Erenköy`ün büyüklüğü ortaya çıkar.
Erenköy`ün idari yapısında; Mülki Amir, Nahiye Müdürüydü. Müdür ve idari yapı Türklerden oluşuyordu. Erenköy halkının tamamı Rumlardan oluşuyordu. Türkler yok denecek kadar az, onlar da çevre köylerden çalışmaya gelen Türklerdi. 3 hanede, kumaş ticareti yapan Yahudi aile vardı. Halk kaba bir lehçe ile Yunanca konuşuyordu. Erkekleri Türkçe belirlerdi. Çevre Türk köyleriyle ve ticari ilişkilerde Türkçe konuşuyorlardı. Kadınların da çoğunlu Türkçe bilirdi.
Karagounis Dimitrios (1902, Erenköy doğumlu)
18`inci yüzyıl başlarında yapılan Agios Georgios (Aya Yorgi) Kilisesi, Lapseki ve Çanakkale kiliselerinin ayrılmasıyla, bölgenin en büyük metropolitan kilisesi ve en itibarlı kilisesi konumuna gelmişti. Bölgede, kutsal günler ve dini törenler burada yapılıyor, burada kutlanıyordu. Aya Yorgi Kilisesi yerleşim yerinin tam merkezindeydi.
Erenköy 6 mahalleden oluşuyordu. Her mahallenin bir meydanı vardı. Meydanlar, mahallenin ismiyle anılıyordu. Mahalle meydanları aynı zamanda mahalle halkının toplandığı, bir araya geldiği ve lafladıkları yerlerdir... Bu alanda, alışveriş yapılan dükkanlar, kahvehaneler bulunuyordu. Her şeyden önemlisi, her meydanda mahalle halkının belli günlerde ortaklaşa ekmek yaptıkları mahalle fırınları vardı. Aileler evdeki nüfusa göre ekmek yapardı, yapılan ekmeğin kokusu tüm mahalleye sinerdi...
Helenistik Döneme ait Ofreneion`da bulunun heykeller... Halen İstanbul Anadolu Medeniyetleri Müzesi`nde sergilenmekteler...
1855 ve sonraki yıllarda, 1923`e kadar köyün genel görünümünü yansıtan fotoğrafları incelediğimizde, köyün yerleşim yerinin güneyde olduğunu görüyoruz. Yani, bugünkü "Askeri Kışlalar" olarak tanımladığımız yerden itibaren, güneye doğru olan yamacın, tamamen ev dolu olduğunu görüyoruz. Fakat günümüzde, o yamaçta, hayvan damı dışında tek bir ev bile olmadığını biliyoruz. Köydeki ev yapılanmaları, tamamen bitişik nizamda, yani, binalar birbirinden ayrı değil, yapışık olarak yapılıydı. Bahçeli ev yoktu. O dönemde, Erenköy`ün kuzeyinde, "Köyün dışı" olarak kabul edilen bölgede, az sayılacak kadar bahçeli ev vardı. Bu bölge aynı zamanda, mesire yeri olarak da kullanılıyordu. "SCHLİEMAN"dan önce Troia`yı keşfeden Frank Calvert`in evi de, "Calvert Konağı" olarak bu bölgedeydi. 1870`li yıllara kadar yapılan evlerin çatıları topraktı ve düzdü. Çok az sayıda normal çatılı ev vardı. Yine o bölgede, devasa büyüklükte bir palamut deposu olarak kullanılan mağaza vardı. Bu mağazada eğlenceler, tiyatrolar oynanırdı. Bütün yollar, kaldırım taşları ile kaplıydı. Köyün büyük değirmeni, köyün dışı sayılan kuzeyde, yer alıyordu. Dümrek Köyünde bir su değirmeni vardı. Erenköy, Dümrek ve çevre köylerin buğdayını öğütüyordu.
Kaptan Nicolas Manonis (1905 Erenköy doğumlu)
YEL DEÐİRMENLERİ;
Güneşin dans ettiği, rüzgarların şarkı söylediği yer; Erenköy`de, rüzgarın gücünden yararlanmamak mümkün değildi. Erenköy`de, 9 tane yel değirmeni vardı. 7 tanesi, bugünkü Yeşil Belde Kooperatifi`nin olduğu yamaçta, bir tanesi, Taş Harmanlar olarak adlandırdığımız yerde, bir tanesi de ve ilk yapılan yel değirmeni, bugünkü köy mezarlığının, İkbal Yapı kooperatifi tarafında duvara bitişikti. 9 yel değirmeninden, son kalan yel değirmenin yıkılma nedeni ise; 18 Mart 1953`te, Yenice`de meydana gelen depremde, Yenice`de 600`ün üzerinde ölü, Erenköy`de ölü olmasa da evlerin çoğu oturulamayacak hale geliyor. Elimizde tek fotoğrafı olan 9 değirmenden sonuncusu da ev yapılmak amacıyla yıkılıyor ve bu taşlarla yeni ev yapılıyor, yel değirmeni de tarih oluyor...
Buna benzer, tarihi özellikleri olan kültürel değerleri korumadan, saklamadan, farklı amaçlar için, bilerek ve kasıtlı olarak yok ettiğimiz anılar, hatıralar kayboldu gitti. Biz iğneyle kuyu kazsak da köyümüzün değerlerini aramaya devam edeceğiz.
1900 yılında Atina`dan gelen bir kadın görevlinin Erenköy`ü ziyareti sırasında çekilmiş bir fotoğraf...
OTURULAN KONUTLARIN YAPISI VE İŞLEVİ
Evlerin tamamı taş yapılardı ve iki katlıydı. Nüfusun yoğun olması nedeniyle, binalar bitişikti, genelde evlerin giriş katında mutfak ve oturma odası bulunurdu. Üst katta yatak odaları vardı. İşlevi en çok olan oda giriş katındaki odaydı. Günlük oda burasıydı. Misafirler burada ağırlanır, yemek burada yenirdi. Her yapının odalarında dar ve uzun iki pencere bulunurdu. Bu tüm binaların karakteristik özelliğiydi. Giriş katındaki odada mutlaka "ocak", "şömine" bulunurdu ve odanın iç duvarı boyunca, taş, tuğla ve topraktan yapılmış minderle çevriliydi. Oda zemini düz plaka taşla kaplı ve tamamı halılarla örtülüydü. Minderlerin üzerinde, evin kadınları tarafından yapılmış örtüler, duvara dayalı yastıklar vardı. Pencerelerinde elle örülmüş perdeler, pencere boşluklarında saksıda çiçekler bulunurdu.
Erenköy`de bulunan un fabrikası açılışı, Atina`dan gelen misafirlerin katılımı ile gerçekleşti... Yıl 1900...
Top binaların harcı bol saman ve toprak karışımı çamurdu. Yapılar dıştan sıvanmazdı, odalar sarı kil toprak ve saman karışımı çamurda sıvanırdı. Yine odalar kireçe çivit mavisi boya katılarak, bahar geldiğinde temizlik amaçlı badana yapılırdı. Badana işi kışa girerken de yapılırdı. 1870`ten itibaren evler, normal çatıya dönüştü. Çatı örtüsü olarak "çingene kiremiti"yla ötülmeye başlandı. 1900`ün başında, "İzmir tarzı" denilen evler, yapılmaya başlandı. "İzmir tarzı" evler, iki değil tek katlı, çok odalı evlerdi. Fakat bu evlerin sayısı 10-15`i geçemedi. İki katlı evlerde, evin kadınının en çok zaman geçirdiği yer mutfaktı. Yemeğini burada yapar, burada saklardı. Yemekler ocak ateşinde, "sacayağı" denilen üçayaklı bir demirin üzerine konularak pişirilirdi. Yemekler günlük odada yenir, fazla yemek mutfakta tek dolapta saklanırdı; "ocak"ın ateşi mangala alınır, yatak odalarının ısıtılmasında da kullanılırdı. Evlerin önü taş kaplıydı. Evlerinin yanlarında depo adını verdikleri, un, yağ, şarap, bulgur, pekmez, yani kışlık yiyeceklerin saklandığı kiler mevcuttu.
Erenköy`deki evinden gün batımını izleyen bir kadın... Yıl 1911...
İBADET MERKEZLERİ
Erenköy`de iki kilise vardı. Agios Georgios (Aya Yorgi) Kilisesi ve Meryem Ana Kilisesi... Agios Georgios Kilisesi, bugünkü amfi tiyatronun olduğu yer, Meryem Ana Kilisesi de bugünkü caminin olduğu yerdi. Bunların dışında, köyün çevresinde, küçük mescit türünde, 13 tane "şapel" ibadet yeri vardı. "Profitilia Kiliseciği", Karantina`da, Horoz Kilisesi de bugünke "Mandıra Çeşmesi" dediğimiz bölgede idi.
Agios Georgios Kilisesi`nin anlam ve önemi farklı idi. Metropolitan Kilisesi idi. Misias Bölgesinin tüm Ortodoks Rum toplumunun dini lideri Psikopos burada yaşıyordu ve çevredeki tüm Ortodoks Kiliseler Agios Georgios Kilisesi`ne bağlıydılar, buradan yönetiliyorlardı. Kilise ekonomik yönden de çok güçlüydü. Kiliseye ait, gelir getiren toprakları da vardı, itibarlıydı...
Egglezos Spiros (1895 Erenköy doğumlu) ve Phrangi Panagiota (1906 Erenköy doğumlu)
1853-1856 Kırım Savaşı döneminde, Osmanlı, ilk kez başka bir ülkeden, İngiltere`den borç almış, bu borcu da ödeyemeyince, "Muharrem Kararnamesi"yle devletin iflasını ilan etmiştir. Osmanlı ekonomik yönden çökmüştür. Buna karşılık, Osmanlı`nın gelir kaynaklarının kontrolünü, başta İngiltere olmak üzere, Avrupa ülkelerine bırakmıştır. Osmanlı ekonomisinin çökmüş olduğu, ekonomisinin "Duyunu Umumiye"ye teslim edildiği dönemde, Osmanlı`nın hakim olduğu topraklar üzerinde, 7 kilise kendi adına para bastırmıştır. İşte, kendi adına para bastıran 7 kiliseden biri de Agios Georgios Kilisesi`dir. Bu durum, Osmanlı devlet ekonomisinin, içine düştüğü durumu da ortaya koymaktadır. Agios Georgios Kilisesi, o kadar güçlü ki, kendi parasını kendi basıyor. Bu durum, aynı zamanda, Osmanlı parasının da ne kadar değersiz olduğunu ortaya koyuyor. Zaten, Kırım Savaşı`ndan sonra, İngiliz, Fransız, İtalya (Piyemonte Devletleri) ve Avusturya-Macaristan desteğiyle Rusları yenmiş olsa da sonuç olarak hiçbir şey kazanamamış, tam tersine kaybetmiş, ilk defa borçlanmış, "Paris Antlaşmasıyla" Avrupa devletlerine daha bağımlı hale gelmiştir. Rusların İstanbul`u almaması için her şeye razı oluyorlardı. Çünkü, Ruslar, Sinop`taki Osmanlı donanmasını yakmışlar, Osmanlı`nın Karadeniz`deki deniz gücünü yok etmişlerdi. Paris Antlaşmasına göre de Ruslar ve Türkler, Karadeniz`de donanma bulundurmayacaklardı. Karadeniz, Boğazlar ve İstanbul, Avrupa Devletlerinin güvencesinde olacaktı.
1911 yılında çekilmiş, Erenköy Pazarında alışveriş yapan vatandaşlar...
ERENKÖY-KARANTİNA`DA 1500 YATAKLI ERENKÖY SİVİL HASTANESİ
Kırım Savaşı (1855-1856) döneminde, hem karantina, hem Kırım Savaşı`nda yaralıların tedavi edileceği, hem İngiltere`nin denizaşırı sömürgelerinden, Kırım`a savaş alanına gönderilecek askerlerin salgın hastalık kontrollerinin yapılacağı yer Erenköy İngiliz Sivil Hastanesi`ydi...
Erenköy Agios Georgios Kilisesi tarafından basılan paralar