Ofreneion'dan Erenköy'e... (3)
Troia Atı'nın nal izleriyle Roma yolunda bir Troialı; Aeneas!
Roma mitolojisinde Ankhises oğlu, Askonius`un babasıdır. Troia Kahramanı Hektor ile kuzendirler... Aeneas; Hektor`dan sonra ikinci büyük kahramandır. Romalıların atası kabul edilmiştir.
Büyük Vergilius, Homeros`un mirasını alarak, Roma`nın geçmişini Troia gibi zengin bir uygarlığa dayandırarak, çağının ulusal kültürüne bir kaynak olarak yeniden işler.
Troia`nın Akha`lar tarafından yakılıp yıkıldıktan sonra, kurtulan Aeneas, beraberindeki Troialılar, babası felçli Ankhises, oğlu Askanius ile birlikte Antondros`a (Altınoluk) gelirler. İda Dağı`nın kerestelerinden 20 gemi yaparak, bu gemilerle batıya yelken açarlar. 7 yıl gibi uzun bir yolculuktan sonra Batı İtalya sahillerine varırlar. Uzun ve maceralı yolculuktan sonra, Lavinium kıyılarına yerleşmişlerdir. Oğlu Askanius, Alba-longa`yı, Askanius`un soyundan gelen Romulus da Roma`yı kurmuştur. Homeros, İlyada destanında, Aeneas`un soyundan gelenların Troialıların başına geçeceklerini söylediğinden, Romalılar bu efsaneye sahip çıkmışlar ve Troia ile bağ kurmuşlardır...
Homeros İlyada`da;
"Güçlü Aeneas kral olacak Troialılara
Kral olacak, çocuklarının çocukları..."
Romalılar, Aeneas ile ilgili farklı görüşleri savunan antikçağ tarihçilerine karşı çıkmakta, bu görüşleri kabul etmeyerek, "gerçeklerin üzerini efsanelerle örtmeye çalışıyorlar" diyerek, Aeneas efsanesini Romulus efsanesiyle bağlamışlardır. "Efsane değil, gerçektir" diyerek, köklerini Troas bölgesinde aramaktadırlar...
Buna en güzel örnek; Lavinium bölgesinden Nemi yerleşim yeri, Erenköy ile kardeş kent olmuşlardır. Karşılıklı ziyaret ve kültürül ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Esasen Aeneas, Romalıların en erken dönemlerinden itibaren bilinmekte, kuşaktan kuşağa aktarılmaktadır. Roma`nın kuzeyinde Etrüsk şehir devletinde yapılan kazılarda çıkarılan vazo, çanak, çömleklerde Aeneas`ı gösteren resimler vardır.
Yine aynı kazılarda, Aeneas`ı, babası Ankhises`i sırtında taşırken gösteren heykelcikler bulunmuştur.
Bu buluntular da Romalıların söylemlerini boşa çıkarmamakta ve gelenek devam etmektedir.
Birinci Kartaca Savaşı`nda Troialıların soyundan geldiklerini iddia eden Sicilyalılar, Romalılarla ittifak kurmuşlardır. Aeneas ve Troialıları ataları kabul etmeleri Roma`nın sempatisini kazanmıştır, Sicilyaya yardımda bulunmuşlardır.
İkinci Kartaca Savaşı`nda oldukça zor dönem yaşayan Roma, Sicilya`daki Eryks kentine ait ve Aeneas`ın kurduğuna inanılan Venüs kültürünü Roma`ya getirerek, onun adına tapınak inşa edilmiş ve Kartaca Savaşı kazanılmıştır. Roma, tüm bu başarılarını, Troia-Aeneas soyundan geldiklerine bağlamışlardır. Troia`ya daha sıkı sarılmışlardır.
Makedonya Savaşı`ndan sonra, imzalanan barış antlaşmasına taraf olmak isteyen Lampsakoslular, Romalıları ikna etmek için Troialılarla kan bağlarının olduğunu öne sürmüş ve antlaşmaya taraf olarak katılmışlardır. Romalı General Flamininus, Delphi`de diktirdiği kitabede Aeneas soyundan geldiklerini açıkça yazdırmıştır.
Romalılarla Troialıların arasındaki kan bağının Troialılar tarafından benimsendiğini gösteren en önemli olay, Magnesia Savaşı`ndan önce gerçekleşmiştir. Roma ordusunun, Çanakkale Boğazı üzerinden Asya`ya geçişini güvenlik altına almak için, Boğaza gelen Roma Donanmasının Komutanı Livius, Troia`yı ziyaret ederek, tanrıça Athena`ya kurban sunmuştur. Roma ordusu, bölgeye ulaşınca, Ordu Komutanı Scipio da Troia`yı da ziyaret etmiş, kurbanlar sunmuştur. Romalılar ve İlionlular, Troialıların soyundan geldiklerini ilan etmişlerdir. Romalıların Antiokhos`u yenmelerinden sonra, İlonluları vergiden muaf tutmuş, bunun yanında çevrede bulunan iki yerleşim yeri İlionlulara verilmiştir.
Grekli antikçağ tarih yazarları; Romalıların atalarını Odeysseus, Herakles`e dayandırsalar da, Romalılar, ataları olarak bu şahısları değil, ataları olarak Aeneas`ı uygun görmüşlerdir. Bu durum şaşırtıcıdır. Zira Troialılar, birçok destanı konu alan efsanevi savaşta, kazanan değil, kaybeden taraf idi. Romalılar, neden Aeneas ve Troialıları ataları olarak kabul etmişlerdir?
Modern araştırmacılar, Romalıların Aeneas`ı tercih etmelerinin ardından üç temel neden olduğunu kaydetmektedirler. İlk olarak Aeneas efsanesi Roma`nın milattan önce 753 yılında kurulmasına karşın, aslında köklerinin çok eskilere, antikçağın en ünlü şehirlerinden birine gittiğini göstermekteydi. İkincisi olarak, yukarıda sıralanan bazı örneklerden de anlaşılacağı üzere, Roma-Troia bağının, Roma için pratik faydaları vardı. Troia efsanesi milattan önce 2`nci yüzyılda, Helen Devletleri ile yapılan savaşlarda, Romalılar tarafından propaganda unsuru olarak ustaca kullanılmıştır. Romalıların soyundan geldiklerini iddia eden, Romalılardan önce Persler`di. Persler, Troialıları "Doğu"nun temsilcisi olarak görmüş ve batı ile olan savaşlarda, propaganda unsuru olarak kullanmışlardı.
Fatih Sultan Mehmet de 15`inci yüzyılda, İstanbul`u aldıktan sonra, batıda dile getirilen iddiayı, yani Türklerin Troialıların müttefiki "Teukri" soyundan geldiği savını, Bizanslılara karşı kullanmıştır. Son olarak Romalılar, Aeneas`ın kişiliğinde çok değer verdikleri ve kendi kültürlerinin temel taşlarından, tanrılara saygı, vatan sevgisi ve babaya karşı duyulan saygıyı gösterdiklerinden, Troialı Aeneas`ı ataları olarak kabul etmişler ve sahiplenmişlerdir.
TROİA`NIN KÜLLERİNDEN DOÐAN ROMA...
Romalılar gerçek kabul ettikleri efsanelerin peşini bırakmıyor ve tahta atın nal izlerini takip edip, bizi, Erenköy`ü buluyorlar. 10 Mayıs 2003`te, protokol imzalanıp, Erenköy ve Nemi Belediyelerinin kardeşliği tescillenmiş oluyor. Bundan sonra bu kardeşliği, ete kemiğe büründürme ve diri tutma faaliyetleri başlıyor. Hazırlanan programlar sonucunda karşılıklı ziyaretler başlıyor.
Erenköy`ün ilk Roma ziyaretinde kendilerini Aeneas ile birlikte gelenler, bizi de Troia`da kalan Troialılar olarak kabul ettiler. 4500 yıl sonra, tahta atın nal izlerinden, TAHTA AT KARDEŞLİÐİ ortaya çıktı. Dostluk, kardeşlik ve konukseverlik örneklerinin en güzelini yaşadık. 4000 yıldır bir arada yaşıyormuşçasına, toplu konaklama yerine, Erenköy adına giden her bir aile, oradaki bir aileye konuk oldu. Bu kaynaşmayı çabuklaştırdı.
NEMİ; Roma`nın kuruluşunun ilk temellerinin atıldığı, Roma`ya 24 Aeneas`ın karaya çıktığı noktaya 26 kilometre, denizden yüksekliği 500-600 metre olan, zirvesinde "Diana`nın aynası" adını verdikleri bir göl, gölün yüksek yamaçlarında 9`uncu yüzyılda kurulmuş, bir taşına dokunulmamış, gecekondulaşmamış efsanesiyle, uygarlıyla, kültürüyle, coğrafyasıyla, değerlerini daha dün kurmuşlar gibi koruyorlar. Nemi`nin en kısa özeti...
Nemi`de kaldığımız sürece, Nemi Meydanı`nda İtalya-Türk ve AB bayrağı da kaldı. Buradan götürdüğümüz Troia Meşesi tohumlarını, Nemi`nin en güzel noktasına, "Tahta At`ın kardeşliği, dostluğu" anısına ekildi ve bir mermere kitabe yazıldı. Ekilen tohum şimdi ağaca dönüşmeye, dalları göğe, kökleri derinlere gitmeye başladı.
Nemi halkı, kendi meclislerinde almış olduğu kararla, Erenköy`ü onurlandırmak, kardeşliği ölümsüzleştirmek için, Nemi`nin en güzel, tarih kokan caddesine "Erenköy (İntepe) Caddesi" yazan mermer plaket dikilerek yüzlerce yıllık caddenin adını, "Erenköy (İntepe) Caddesi" olarak isimlendirdiler. Caddenin açılışı törenle yapıldı, anlam ve önemi konusunda konuşmalar gerçekleştirildi. Erenköy adı, Aeneas topraklarında ölümsüzleşmiş oldu.
AENEAS KAZI ALANI ve MÜZEYE ZİYARET
Aeneas`ın karaya çıktığı geniş bir alan tel örgülerle çevrilmiş, arkeolojik çalışmalar devam ediyor. Girmek yasak, Aeneas`ı arıyorlar. Bu çalışmaların 187 yıldır devam ettiğini söylediler. Biz, kazı başkanının özel izni ile alanı gezdik. Aeneas`ın mezarını ve bölgede bulunan nesneleri izledik. Bu kazı alanından çıkarılan buluntularla, Lavinium`da kurulan Aeneas müzesini gezdik.
Müzelerin, ardiye, depo mantığı ile olmayacağını, müze mantığıyla MÜZE olabileceğinin canlı örneğini hem yaşadık, hem gördük...
Kısaca, insanlık tarihini, zaman tüneli içindeki o galeride, geçmiş ve gelecek arasındaki tüm duvarların kalktığı o varoluşta bulabiliriz. Akdeniz`in antik kıyılarıyla, Ege`nin antik kıyılarından kurulan bu köprü, başka köprülerin kurulmasına hizmet edecek, başka yerlere ulaşımı sağlayacaktır.
Farklılıklar ne kadar çoksa, keşfedilecek şeyler de o kadar çok demektir. Bu kültürel değerlerin, dünya barışına da çok şey kazandıracağına inanıyorum.