Ofreneion'dan Erenköy'e... (23)

ADALAR DENİZİ EGE'DEN ÇANAKKALE BOĞAZINA GİRDİĞİNDE GÖRMÜŞ OLDUĞUN YER: BOĞAZIN ALNI (Ofreneion) ERENKÖY..!

3288
SAVAŞIN ARİFESİNDE BALKANLAR 93 HARBİ

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı Halk arasında "93 Harbi" diye geçer. Ruslar Balkanlar üzerinden ve Kafkaslar üzerinden Osmanlı topraklarına saldırırlar. Batı`da İstanbul-Yeşilköy`e (Ayastefanos) kadar Doğu`da Erzurum`a kadar gelirler. Osmanlı barış istemek zorunda kalır. Sonuçta yenilen Osmanlıdır. Şartları kabul eder. 3 Mart 1878`de "Ayastefanos Antlaşmasını" imzalar bu anlaşmada "Osmanlı Avrupası" kalmamıştır.
 
Bu anlaşmadan rahatsızlık duyan Batılı büyük devletler İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya, İtalya duruma müdahale ederek, "Berlin Kongresini" organize ederler. Ruslar ve Osmanlılar Kongreye katılmak zorunda kalırlar. Berlin Kongresinin amacı Ayastefanos Anlaşmasını geçersiz kılmak Osmanlı`yı da Osmanlı Avrupa`sı olarak var etmekti. Osmanlı Kongreye "Asyalı Osmanlılar" olarak katılmışlar. "Avrupalı Osmanlılar " olarak çıkmışlardır. Büyük devletlerin rekabeti nedeniyle, Balkanlar tamamen pay edilmemiş Asya ve Avrupa kökenli ırklar, farklı din, dil yönünden karmaşık ve sorunlu olan bölgeler, sorunlar daha da olgunlaşsın diye "zamana" bırakılmıştır. Yani bu bölgeler şimdi paylaşılırsa geriye alınamayacağından Osmanlı`ya emaneten bırakılmıştır. Berlin Kongresinde, her zaman bela çıkaracak bu ülkeler Osmanlı`ya bırakılmıştı. Nasıl olsa olgunlaştığında elden çıkacaktı.
 
Berlin Kongresi "Milliyetler prensibi" üzerine paylaşılmış "Milliyetler prensipleri" temelinde yeni devletler kurulmuştur. Sırbistan, Romanya, Bulgaristan, Karadağ devletler ortaya çıkmıştır. Milliyetler prensibine gölge düşürmemek için Makedonya Bulgarlara verilmemiş Osmanlı`ya emanet edilmiştir. Paylaşımdan memnun olmayanlar seslerini çıkarıyordu ama hukuki hakkı olmasına rağmen sesi çıkmayan tek ülke Osmanlıydı. Tüm ülkeler Berlin Kongresini kabullenmiş gözüktüler ama hepsinin gözü Osmanlı`ya kalan topraklardaydı. Hepsi bu topraklarda hak iddia ediyordu ve programlarını bu plan üzerinden şekillendiriyorlardı. Osmanlı politikası her zamanki gibi klasik politikalarını uyguluyordu. Etnik toplumları çatıştırmak, sonra hakem olup barıştırmak daha barıştırırken farklı yollardan gerginliği pompalamak böyle bir döngü yaratarak kendi varlığını sürdürmek. Bu raf ömrünü tamamlamış politikalar Dünya siyasi gelişiminde yok olmaya mahkumdu.
 
Osmanlı-Rus Savaşı (93 Harbinden) tam 34 yıl sonra olgunlaşması için "zamana" bırakılan mesele Balkan Savaşı patlak verdi. Daha Trablusgarp Savaşı bitmemişken, bu savaşın çıkmasıyla Trablusgarp`ı tapusuyla on iki adayı emaneten İtalyanlara vererek Balkanlar`da hazırlıklar başladı. Memleketin sorunlarını günü gününe ele almaya yarının işini Allaha bırakmaya alışmış Osmanlı devlet adamları, Rum komitacılara, Bulgar kilisesi, Bulgar komitacılara Rum kilisesi yaktırarak ortamı germenin artık tutmayan politika olduğunu gördüler. Çünkü düne kadar çatıştırarak yönettiği toplumlar kendi aralarında ki çatışmayı bırakarak Osmanlı`ya karşı tek yumruk olmuşlardı. Osmanlıya karşı ortak tavır baskıların ve Fransız devriminin sonucuydu.

RÜZGAR EKENLER, FIRTINA BİÇERMİŞ.

Balkanlarda da yıllarca rüzgar ekildi. Farklı etnik toplumların en yoğun olduğu Balkanlarda kan gövdeyi götürüyordu. Komitacılık bir meslek haline gelmiş, devlet otoritesi kalmamıştı. Yerel otoriteler hakim olmuştu. Herkes kendi hukukunu uyguluyordu. Osmanlı varlığı neredeydi? Tüm bunlar olurken, Osmanlı devleti, kıpırdayan bu unsurların koruyucularını frenleyecek, entrika çevirmekten caydıracak gücünü kaybedince, bazen askeri bazen diplomatik harekatlarda işi idare etmeye başladı. Bu iki çarenin kar etmediği anlarda, Osmanlı`dan bir parça kopuyordu. Bu birikim Balkan devletlerini ortaya çıkardı. Bunlar sabırla bekler, uygun zamanı fırsatı yakaladığında harekete geçerdi. Osmanlı`nın Asya topraklarında da yaşayan halkların hiçbir farkı yoktu.

Tüm bu gelişmeler, dağılma reform yoluyla önlenebilir miydi? Osmanlı`da nüfusun çeşitliliği din farkları, tarihi gelenekler, bir hakim unsurun varlığı, bir unsurun bütün diğer tebaa halklardan üstün olma hakkı, buna karşılık sayıca diğer unsurlar toplamından daha az oluşu ve başka nedenler, denemeleri mümkün kılmıyordu. Reformun temeli eşitliktir. Oysa, din farkı ve "millet-i hakime" prensipleri baki kaldıkça "eşitlik" asla kurulmazdı.
 
Osmanlı, memleketi tehdit eden dış müdahalelere ve toprak kayıplarına karşı, başka çare bulamadığı reformları da yapıyor gözükmek için çaresiz samimiyetsiz bir sistem buldu. Memleketin hoşnutsuz unsurlarını parlak laflarla yahut biçimsel düzen ve kurumlarla oyalayacak her şeyi vaat edip hiçbir şey vermeyecekti. Dış görünüşüyle liberal, gerçekte zorba bir sistem olacaktı. Baskı, korku, yılgınlık, teslimiyet formülünü uyguluyordu. Bu formülle kurtuluş emelleri boğulabilirdi.

REVAL GÖRÜŞMELERİ=8 HAZİRAN 1908 

İngiliz ve Ruslar arasında yapılan bu görüşmeler sonucu Balkanlarda hareketlenmeler daha da hız kazandı. Ruslar Balkanlarda panslauist politikalarında serbest kalmıştı. İttihatçılar bu görüşmelerin Osmanlı`yı parçalayacağı ve buna önlem amacıyla Meclisin açılıp meşrutiyet`in ilan edilmesini istiyorlardı. Makedonya topraklarında herkes hak iddia ediyordu. Ve adı konulmamış bir savaş devam ediyordu. Komitacılar savaşı, bunları kontrol eden bu kargaşayı bastırmaya çalışan Osmanlı askeri, daha çok ittihatçı subaylar, Komitacılar savaşında epey deney kazanmış düzenli savaş yapma yerine uzman komita savaşçısı olmuşlardı. Balkanların her tepesi bir savaş alanıydı. Her sokakta bomba patlayabilir, her köşe başında bir suikast olabilirdi. Otoritenin, güvenliğin olmadığı entrikaların bol olduğu bir yerdi. 

Tüm bu gelişmeler sonucunda ittihatçıların baskılarıyla 23 Temmuz 1908`de 2. Meşruiyet ilan edilir. Meclis kurulur, seçimlere gidilir. Üstünlük ittihatçılardadır. İttihatçıların uyguladıkları politikalarda, Balkanlardaki sorunlar çözüm getirmez. Her bir ırkın yetenekleri ve eğilimleri bakımından katkıda bulunacağı ortak bir vatanın oluşturulması gerçekleştirilemedi. Çözüm olarak, Balkanlardaki bütün unsurların el ele verip işbirliği yapmaları şarttı.
 
Oysa; Meşrutiyetin balayı günlerinde, Osmanlı`yı bir araya getiren tüm unsurlarda bir umut vardı. Yeni rejim ademi merkeziyetçilik sistemini kabul edecek, federal bir Osmanlı toplum yapısını adım adım oluşturacaklardı. Kurtuluş yolu buydu. Birleşik ve güçlü bir devlet yaratabilirlerdi. Türk olmayan unsurlar ittihatçıların yanlışlarını da "bu bir devrim sürecidir" diyerek umutlarını kaybetmediler, kabullendiler. 31 Mart olayında bile orduya gönüllü yazılarak, meşrutiyeti korumaya çalıştılar. 31 Mart hareketi başarısızlığa uğrayınca ittihatçılar yönetimi tamamen ele geçirdiler. Uygulanan politikalar eskisinden farksızdı. Daha bir yıl dolmadan ilk heyecan kalmamış, hürriyet sevinci ve coşkunluğu yerini soğukluğa bırakmıştı. 2.Abdülhamit tahttan indirilmiş, 5.Mehmet Reşat tahtta getirilmişti. İttihatçıların kontrolü ele geçirmesinden sonra ordu da güçlendirme çalışmalarına hız verildi. Toplanan vergilerin büyük çoğunluğu ordunun yenilenmesi ve güçlenmesi için harcanıyordu. Almanların öncülüğünde yapılan askeri yenileşmeler bazı Avrupa ülkelerinde rahatsızlık yaratıyordu. Bu gidişata dur demek, balkanlardaki gerginliği yumuşatmak için yapılan girişimler sonuçsuz kaldı. Her uyarıyı müdahale olarak kabul ve karşı çıkıyordu. Osmanlı`da yapılan bu yenileşme hareketleri karşılıksız kalmıyordu. Osmanlı`ya karşı olan devletlerde tüm hazırlıklarını yapıyordu.
 
Osmanlı`nın ekonomisi; 93 Harbi ve 1911 İtalya ile Trablusgarp savaşıyla iflas durumdaydı. Memur maaşları verilemiyor, devlet hazinesinin halkın cebinden farkı yoktu. İşsizlik, açlık had safhadaydı. Buna rağmen yeni vergiler konması halkı ciddi anlamda rahatsız ediyordu. Bu tablo ittihatçılara ciddi anlamda itibar kaybediyordu. Osmanlı daha düne kadar kendi eyaleti olan bu devletleri küçümsüyor, bir iki hafta içinde çözümlenecek bir iş olarak görüyordu. Halkta bu algı içindeydi her yerde mitingler yapılıyor "savaş savaş" naraları atılıyordu. Bu gösteriler her gün tekrarlanıyordu. Hükümet genel seferberlik yerine sınırlı seferberlik ilan etmişti. Halk öyle coşkulu idi ki kolay lokma gözüktüğü için askere gönüllü yazılıyor, asker yazılmak için kuyruklar oluşuyordu. Hükümet güç durumdaydı. Ya büyük devletleri dinleyip taviz verecekti, o zamanda halkı karşısına almış olacaktı. Bir taraftan büyük devletleri bir taraftan kendi halkını idare ediyordu. Olaylara yön veren hükümet değildi. Olaylar, yön veriyordu hükümete her şey akışına bırakılmıştı.