Ofreneion'dan Erenköy'e... (17)

GÜNEŞ; NEMRUT'tan DOĞAR, ERENKÖY'de BATAR...

4885
Kopernik; Yeryüzüyle güneşin yerini değiştirmiştir. Kopernik`e kadar bütün bilim adamları, dünyayı merkez olarak kabul eder ve her şey dünyanın etrafında dönerdi. Kopernik, "Güneş merkez, her şey güneyin etrafında döner" dediğinde, yepyeni bir kırılma noktası yaratmıştır. "Akıl" ön plana çıkmaya başlamış ve "aydınlanmanın" temelleri atılmaya başlamıştır. "Akıl"ın ön plana çıkması, "Şüphe" ve "sorgulama"yı ortaya çıkarmıştır. Bu düşünceler zincirleme devam ederek, bazıları eyleme dönüşerek devam etmiştir. Bu eylemler, tanrı ve onun yer yüzü temsilcilerinin, yöneticilerinin de itibarlarını, güvenilirliklerini de epeyce sarsmıştır. Aydınlanma dönemi, çeşitli eylemliliklerle 16-17-18. Yüzyıla kadar devam etmiştir. 1789 Fransız Devrimi, farklı bir kırılma noktasıyla, yeni toplumsal yapılar ortaya çıkarmıştır. "ÖZGÜRLÜK", "MİLLİYETÇİLİK", "ULUSLAŞMA" kavramları ortaya çıkmıştır. 
ULUS İNŞAASI PROJELERİ 
Fransız Devriminden sonra, ulus inşası projelerinin en temel etmeni, "MİLLİYETÇİLİK" iken, yeni ulus inşa projelerine din de eklemlenmiştir. Bu Yunanistan`da da,Türkiye`de de böyle olmuştur. Ulus olma çalışmalarında milliyetçilik ve din karılarak harmanlanmış büyük kutsiyetler katılarak kutsallaştırılmış, yönetimler için vazgeçilmez "KUTSAL ÇİMENTO" yaratılmıştır. Aydınlanmayı tam tamamlamayan toplumların inşası bu kutsal çimentoyla inşa edilmiştir. Bu çimento, bu toplumlarda yaşamın her alanında kullanılmıştır ve her derde "devadır" diyerek kullanılmaya devam edilmektedir. Bu malzeme daha sonra isimlendirilmiş ve tüm kurumlara, kurallara uyarlanmıştır. Osmanlı Devletinde, bütün milletler yan yana ama birbirlerinden ayrı yaşıyorlardı. Aynı milletlerden yöneticiler, kendilerini o milletle değil, Osmanlı Devletiyle özdeşleştiriyordu. Yunanlılar, milliyetçilikle yola çıkmışlar, dinle entegre olmuşlar, Osmanlılar ise dinle yola çıkmışlar, milliyetçilikle entegre olmuşlardır. Yunanlıların dinle entegre olmasını çabuklaştıran olay, Fener Rum Patriği V. Grigorias`ın Sultan Mahmut tarafından 1821`de Yunan ayaklanmasından sorumlu tutulup idam ettirilmesiydi. Bu olay, devlet ve dini kaynaştırmıştı. Osmanlı`da ise devlet yönetiminde din temel etmen iken, milletlerden vergisini aldığı müddetçe bir sorun yaşanmıyordu. Fransız Devrimiyle Balkan`lardaki toplumsal hareketlenmeler, Osmanlı`da da bir hareketlenmeyi ortaya çıkarmıştı. Milliyetçilik düşünceleri, birleştirici unsur görülmeye başladı. "ÖTEKİ" kavramı da boy atmaya başladı. Bu gelişmeler "KUTSAL ÇİMENTO"nun oluşumunu da sağlamış oldu. Ve devlet politikasına dönüştü. Bu devlet politikasına kibir ve ihtiras eklenince milliyetçilik ve din, yöneticilerin bireysel emellerine ulaşmak için önemli ve kullanışlı araç haline gelmiştir. İdeolojik yapılanmaya dönüşmüştür. İnsanlar, "birey" değil, insanlar "yığın"dır. Kullanışlı yığınlardır. Bu ideoloji hukuka değil, güce tapan bir insan sınıfı da yaratmıştır. Düşünmeyen, sorgulamayan, aklını kullanmayan, bireysel çıkarlarını toplumsal çıkarların önüne koyan, insanlık nezdinde itibarı olmayan, toplum yapısı da ortaya çıkmıştır. Erenköy`de yaşayan Rum halkı da bu yapılanmalardan olumsuz etkilenmeye başlamışlardır. Bu gelişmeler olmasaydı belki de farklı bir Erenköy`de yaşıyor olabilirdik. 
ERENKÖY`de ŞARTLAR ZORLAŞSA DA YAŞAM DEVAM EDİYORDU
Erenköy`de dut ağaçlarının bolluğu, aynı zamanda ekonomik bir değer taşıyordu. Dut ağaçlarının yaprakları "İPEK BÖCEKÇİLİĞİNİ" geliştirmişti. Yetiştirilen kozalar, koza olarak satılmanın yanında, "ipek" iplik elde edildikten sonra "ipek dokumacılığı" da gelişmişti. Anadolu`ya özgün motiflerle süslenmiş "ipek halı"lar, İstanbul ve İzmirli zengin Rumlar tarafından satın alınıyordu. Her evde küçük dokuma tezgahı kurulmuş, genç kızların tamamı usta konumundaydı. Halıdan başka, ipek kumaş ve gelinlik için de kumaş üretilirdi. Pazardan aldıkları yünlerden de yer halısı, içlik, yelek, kazak, çorap, kuşak gibi çeşitli giyim malzemesi dokurlardı. Dokumacılıkta en önemlisi, evlerde eski, kullanılmayan kumaşların dokumacılıkta kullanılmasıydı. Hangi kumaş olursa olsun, parmak kalınlığında, uzun şeritler halinde kesilir ve bunlar birbirlerine eklenir. Daha sonra rulo haline getirilen bu kumaşlar, büyük kazanlarda kaynatılarak istenilen renge boyanırdı. Kök boyalarda boyanan bu kumaşlar, güneşte kurutulduktan sonra dokunmaya hazır hale gelmiş olurdu. Dokunmaya hazır hale gelen kumaşlara "CACALA" DENİRDİ. Cacaladan dokunan kilimlere "CACALA KİLİM" denirdi. Evin odalarında, sedirlerdin üstünde, salonlarda "yolluk" gibi kullanılırdı. Bu kilimin dokumasını genelde yaşlı kadınlar yapardı. Kilimlerin, canlı, diri renkleriyle evlere güzel ve pozitif bir hava katardı. Tarlada çalışamayacak konumda olan yaşlı kadınlar, oturdukları yerde bu işi yaparlardı. Ve Erenköy`e özgün en güzel "CACALA KİLİMLERİ" dokurlardı. 
ÖLMEZ AĞAÇ; ZEYTİN...
"Zeytinin olmadığı, zeytinin yaşamadığı yerde sende yaşama..." Sözünden yola çıkarak, bu bölgede, yani zeytinin yaşadığı yerde yaşamayı tercih eden bu insanlar, "SEVGİ, SAĞLIK, BARIŞ"ın simgesi olan ZEYTİN`e bağcılık kadar önem vermişlerdir. "BAĞ BABADAN, ZEYTİN ATADAN KALIR" diyerek, bunlara sahip çıkmışlar ve geliştirmişlerdir. Ekonomik değeri yüksek olan bu ürün, temel gıda maddesi olduğu gibi, ticari bir mal olarak da kullanılıyordu. Klimatik iklim şartları zeytine, nefaset ve ayrı bir aromatik tat veriyordu. Bu zeytinlerden kaliteli yağ üretiliyordu. Yağ üretiminin işçiliği de zor ve zahmetliydi. İnsanlar, karşılığını aldıkları için, bu zahmete severek katlanıyordu. Kasım-Aralık ayları, zeytinin hasat zamanıydı. Yani kışın soğuğunda toplanıyordu zeytinler. Zeytin ağacı çok olanlar, şubat ayında bile zeytin toplardı. Köyün erkekleri ağaçlara çıkarak, uzun sırıklarla zeytinleri silkelerler, kadınlar ve kızlar ağaçların altında zeytinleri toplarlardı. Zeytinler kararmadan, yani tam olgunlaşmadan toplanır, kışın yemek için irilerinden seçilerek ayrılırdı. "Kırma Zeytin" çabuk yenecek konuma gelirdi. Çizilerek yapılan zeytin yenecek konuma daha uzun sürede gelirdi. Buna da "Çizme Zeytin" olarak adlandırılırdı. Zeytinler tam olgunlaştığında toplanan zeytinler, zeytin olarak yemek için iri ve yarasız olanlar seçilir, "tuzlama", "salamura", "Sele" zeytin olarak ayrılırdı. Geriye kalan zeytinler, çuvallara konulur, at, katır, eşek arabalarıyla "MENGENE" olarak adlandırılan yağhanelere getirilirdi. Erenköy`de dört mengene vardı. Beşinci mengene, Karantina`da Kırmızıoğulları`na ait mengene idi. Köyün en zengini idi ve bu mengene kendi ihtiyacını karşılıyordu. Erenköylüler, bu mengeneden yararlanamıyorlardı. Çuvallarla bu zeytinleri getiren köylüler sıraya girerlerdi. 
MENGENELER, yağ üretimi zamanı, bayram yeri gibi kalabalık ve herkeste bir telaş olurdu. Sırası gelenin zeytinleri, çapı 1.70-1.80 olan taşın üstüne dökülürdü. Aynı çapta bazalt taşından yapılmış bu taşın üstüne dikey olarak, taş hayvan gücüyle çevrilerek zeytinin hamur haline gelene kadar ezilmesi sağlanırdı. Hayvanlar, katır, eşek, at olabilirdi. Bu taşı çeviren hayvanların gözlerine, "AT GÖZLÜĞÜ" takılarak hayvanın sağını solunu görmemesi ve hep düz yolda yürüyormuş hissi vermek için hileye başvurulurdu. Hayvan uzun süre aralıksız olarak döner dururdu. Hamur haline gelen zeytinler, hamur halinde dikdörtgen biçimindeki "KIL TORBA" denen torbalara ince bir tabaka şeklinde yayılarak, "MENGENE" denen aletin içine üst üste dizilirdi. Baskıya hazır hale gelen hamurlar, uzun bir mengene kolu, beş-altı kişinin gücüyle çevrilirdi. Mengenede sıkışmaya başlayan torba içindeki hamurlardan, yağ akmaya başlardı. Yağın hamurdan daha çabuk ayrışması için bol miktarda sıcak su dökülürdü. Su ve yağ karışık halde yağ havuzlarına akardı. Bu havuzlarda dinlenen yağ, kısa sürede suyun üstüne çıkarak, kalın bir tabaka oluştururdu. Bu tabaka toplanarak depolanacak kaplara doldurulurdu. Daha sonra altta kalan atık su bertaraf edilirdi. Bu işlem, zeytin hasadı bitinceye kadar devam ederdi. Mengeneler, vardiyalı olarak 24 saat çalışırdı. Burada çalışanlar, yemeklerini, tatlılarını birlikte yapar, burada yerlerdi. Hatta yağın çıkmasını bekleyenler de bu yemeklerden yiyebilirdi. En çok kızartılmış ekmeğin üzerine dökülen yağlı ekmeğin yenmesiydi. Mengenelerde oluşan bu küçük bayramlar, yağların eve gelmesiyle, evlerde de değişik, güzel ve özel yemekler yapılırdı. Ticari amaçlı yağ üretimi yapanlar yağlarını büyük kentlere satarlardı. 
 
Zengin bir yemek kültürüne sahip olan Erenköy mutfağı yemekleri, zeytinyağlı yemeklere dayalıydı. Hayvansal yağ kullanımı azdı. Deniz ürünlerinin hepsinden faydalanılırdı.