Ofreneion'dan Erenköy'e... (14)
ETEKLERİNİ DENİZİN ÖPTÜĞÜ YER; ERENKÖY
"Geçmiş güzel günler" nostaljidir. Yeniden kavuşabileceğimiz bir geçmişin mevcut olduğunu düşünmek, hayal dünyasında gezinmek olsa da; "Yaşlanmış evlere, sokaklara, çeşmelere, kullanılan eşyalara, resimlere, söylenen şarkılara, türkülere, yöremizin fotoğraflarına, büyüklerimizin fotoğraflarına, eski masallarımızı düşlemek", geçmişe özlem duymak, tarihi popüler yapan evrensel nedendir...
Bugünden kaçıp gidebileceğimiz bir geçmiş olmadığı gibi, geçmişten bağımsız bir gelecek de olamaz. Geçmiş, kendini dillendiremez. Bugünden bakılarak, bu izler bizim tarafımızdan dillendirilerek oluşturulan bir bilgi ve bellek alanının yaratılması şarttır. Bu bellek bankası olarak tarih, bugünün ve yarınının inşasına doğrudan katkıda bulunur. Geçmişi öğrenmek, tanımak için önemli kaynaklar; arkeoloji, mitoloji, antik eserler, yapılar, paralar, mezarlar ve yazılı kaynaklardır. Tarihin yazılı kaynaklarından yararlanırken, 1839`dan sonra da fotoğraflar bu önemli kaynaklardan biri olmuştur. 1839`da fotoğraf makinesinin icadıyla fotoğrafçılık hızla gelişmiş ve Avrupalı gezginlerin, yanlarından ayırmadıkları çok önemli bir aksesuar olmuştur.
ERENKÖY FOTOÐRAFLARI
Erenköy fotoğraflarına ilk kez 1855 tarihli fotoğraflarda karşılaşıyoruz. 1854-1856 Kırım Savaşı nedeniyle karantinada kurulan "ERENKÖY-İNGİLİZ SİVİL HASTANESİ" inşası için gelen İngiliz mühendis ve doktorların çevreyi keşif ve inceleme için yaptıkları geziler sırasında çektikleri Erenköy fotoğraflarıdır. Konuları; Erenköy`ün genel görünümleri ve Boğaz manzaralı görünümlerdir. Öznesi insan olan; bina, hayvan olan fotoğraflar, 1869`da Yunanistan Kalamata`dan gelen Paul Baron de Granges adlı gezginin çektikleri Erenköy`ün ve Erenköylülerin detaylı fotoğraflarıdır. Gerçekliğe en yakın fotoğraflardır. "Fotoğrafın gerisinde nasıl bir hayat sürmektedir?" sorusunun cevabı, o fotoğrafı okumamıza bağlıdır. Fotoğraflar, bize uzaklardan, çok uzaklardan, uzun zaman önce sonlanmış hayatlardan, değişmiş coğrafyalardan görüntüleri taşır. Hiçbir fotoğraf tekrar edilemez; fotoğraf, çekildiği anda, tarihe mal olmuş bir anı temsil eder. Zamanın akıcılığına karşı fotoğraf, anın kazandığı küçük bir mevzidir. Fotoğraf hayattan koparılmış bir anı sunar bize ve biz, o fotoğrafa anlam yükleriz, anlam öreriz. Fotoğraf o anın gerçekliğini sunar ama o anın öncesi ve sonrası belirsizdir. Fotoğraf yoluyla giysilerin, eşyaların, bugün unutulmuş üretim tekniklerinin, örf ve adetlerin tarihini, insan eliyle oluşturulmuş veya tahrip edilmiş coğrafyanın, fiziki çevrenin, kentlerin, yerleşim birimlerinin tarihini anlamamız kolaylaşır, ama hayattan koparılarak bir anlamda zamanın dışına savrulmuş bir fotoğraf, o fotoğraftaki hayatların kendisi hakkında çok da fazla bir şey söylemeyebilir. Erenköy`ü anlatan fotoğrafları okuyabildiğimizde, Erenköy`ü ve Erenköy`de yaşanmışlıkları daha kolay öğrenebiliriz.
ATALARIMIZ; OFRENEİONLU ve ERENKÖYLÜ YENİ KUŞAKLARA "ORTAK BİR BİLMECE" BIRAKTILAR...
Bu bilmeceyi birlikte çözmek mümkün... Ancak anahtarı, kaybettiğimiz yerde aramalıyız. Soruların kaynağına inmeliyiz. 1800`lü yıllarda Erenköy`de yaşam, sözlü, yazılı kaynaklar ve fotoğraflardan edindiğimiz bilgiler, o dönemin Erenköy`ünü bilmemize, tanımamıza yardımcı oluyor.
ERENKÖY`DE HER CANLININ BİR İŞİ VARDI
Günün ilk ışıklarıyla köyde hareket başlardı. Akşamdan tasarlanmış iş bölümü, pürüzsüz işlerdi. Tarlaya gidecek erkekler, hayvan derisinden yapılmış "ÇARIK"larını giyer, dizlerine kadar uzun siyah şalvar, bir yelek, bele bağlı kuşak, başına taktığı ucu püsküllü fes, beline doladığı geniş kuşak ve çalışmaya hazır bir Erenköylü...
Kuşak; köyle için çok önemli bir giyim malzemesi idi. Genelde evde, ince yünden dokunmuş olurdu. Kuşaklar, ağırlıklı olarak beyazdı ama değişik renkli ve ipekten de olabilirdi. Kuşak, sağlık açısından insanın belini koruduğu gibi, aynı zamanda köylünün, bıçağını, tütününü, kavını, para kesesini, kağıda yazdığı küçük notları koyduğu yerdi. Bu hazırlıklardan sonra yola koyulurdu. Kadınlar; tarla kıyafetleri, genelde gri renkli kıyafetlerdi. Başlarında çember, uzun etek veya elbise, çok azı değişik desenli kumaştan yapılmış uzun şalvar giyerlerdi. Ayaklarında, "SABO" şeklinde terlik olurdu. Akşamdan hazırladığı yemekleri, sazdan, kamıştan yapılmış yemek sepetine yerleştirir, su testilerini genelde tarlaya giderken taze su ile doldurarak, çeşme başında karşılaştıkları başka biriyle laflayarak yola çıkarlardı. Evde yalnız başına bırakılmayacak yaşta olan çocuklar da tarlaya götürülürdü. Küçük çocuk tarlada, anne ve babanın yanında oynayarak vakit geçirirdi. Çalışma saati gün batımına kadar sürerdi. Her tarlada, yemek yedikleri, dinlendikleri bir gölgelik, KAMERİYE ve araç gereçlerini koyacakları kapalı bir BARAKA olurdu. Bu dinlenilen noktanın çevresi, mutlaka bir üzüm asması, karanfil, sardunya, gül fideleriyle süslenirdi. Yani Erenköylülerin çalıştıkları tarlalar, ikinci bir yaşam alanları gibiydi. Tarlada, dinlenme zamanında bile boş durmazlar, çalışarak dinlenirlerdi.
KÖYDEKİ İKİ KATLI EVLERİN KÖŞE TAŞLARI TARLADA YAPILMIŞTIR
Tarlada, dinlenme zamanında, yontulmaya müsait taşlar, çocukları için, yapılacak evin köşelerine konulacak taş haline getirmek için yontulurdu. Bu taş yontma işi bir gelenekti. Onun için Erenköy`de her evin köşe taşında bir ruh saklıdır, parmak izi vardır. Bir anı, bir rüya gizlidir. Bu taş yontma işi kaç günde biterse bitsin, son şeklini aldıktan sonra iki tane taş katırın sağına soluna yüklenerek köye getirilir, bir köşede ev inşaatı başlanıncaya kadar saklanırdı. Tarlada çalışan her köylünün yaptığı normal işlerden bir şeydi. Erenköy`de inşa edilen iki katlı Rum evlerinin köşe taşları, tarlada sabırla işlenen taşlardır. Çocukları için yapılan hazırlıktır. Taşa sevgi, duygu katıldığı için ayrı bir güzelliği, ayrı bir sıcaklığı vardır. Yani Erenköylüler, tarladaki ürünler gibi evlerini de tarlalarda örmeye başlamışlardır. Gün batmaya yüz tuttuğu zaman eve dönülürdü. Her tarımla uğraşan ailenin yük taşımada, çift sürmede kullandığı katırları vardı. Ayriyeten katır yetiştiriciliği de ayrı bir iş koluydu ve buranın katırları meşhurdu. Öyle ki, şimdi kullanılan mezarlık yeri, mezarlık yapılmadan önce "KATIR PAZARI" olarak adlandırılan yerdi. Her yıl Eylül ayında kurulan hayvan pazarında, en çok satılan hayvan katırlardı. Çevre yerleşimlerden başka, Karadeniz bölgesinden takalarla gelenler, buradaki katırların tamamını çok iyi fiyatlarla satın alıyorlardı. Takalarla Karadeniz bölgesine götürüyorlardı. Karadeniz bölgesi için coğrafi şartlara uygun, en dayanıklı hayvan katırdı. Bu hayvan satışları her yıl tekrarlanırdı. Köye önemli bir gelir de getiriyordu. Hayvan pazarının kontrolü, köyün yönetiminden, örgütlenmesinden sorumlu "ÇORBACI"lardaydı. Seçim yoluyla gelen bu 18 kişilik yönetim, hayvanların beslenmesi, satışı, meraların belirlenmesi, kışın hayvanların barınması işlemlerini "ÇORBACI" yönetimi organize ederdi. Köy içinde "SÜRÜ" teşkil edecek hayvan bakımı yasaktı. Büyükbaş hayvan yetiştiricileri, hayvanlarını Erenköy`ün üç kilometre kuzeyinde, Karantina`nın üst kesimlerindeki barınaklarda yapıyorlardı. Toplu olarak bakıldığı için Çorbacılar denetiminde hayvan bakım görevlileri vardı. Mübadeleden sonra kullanılmayan bu hayvan barınakları, ormanlaşmış ağaçlar içinde kaybolmuştu. 30 Temmuz 2008`de Erenköy`de meydana gelen büyük yangında, 83 sene sonra, ağaçların yanmasıyla, ortaya çıkmıştır. Taş yığını olarak ortaya çıkan hayvan barınaklarının kullanılabilecek taşları, 2`nci Dünya Savaşı hazırlıkları amacıyla yapılan Turgut Reis Bataryası inşaatında kullanılmıştır. Hayvan barınaklarının temelleri ve kullanılmayan taşlar, yığın olarak durmakta, zamanla onlar da kaybolacaktır. Köy içinde, sadece binek hayvanlarına ihtiyaç çerçevesinde izin veriliyordu. Küçükbaş hayvanlarda, köyün dışında köyün dışında sürü sahiplerinin yaptığı barınaklarda beslenebiliyordu. Süt sağımı barınaklarda yapılır ve süt, "güğüm" denen kaplarla, eşek, katır veya atla köye getirilirdi. İhtiyacı kadar kullanır, fazla sütü mandıraya satarlardı. Mandıralar bu sütü işleyerek çeşitli süt ürünleri yaparlardı. İşlenmiş süt ürünleri, İstanbul, İzmir gibi illere kadar gidebiliyordu.
Erenköy`ün kendi merası yetersiz kaldığından, Hayvan Yetiştiricileri Birliği `ÇORBACI`lar, mera olarak Kalafat ve Yenişehir meralarını kullanıyorlardı. Kullanım karşılığı küçük bir ücret ödeniyordu. Köyün ortak sürüsü oluşuyordu. Büyükbaş hayvan sürüsünün büyüklüğüne göre "SIÐIRTMAÇ" görevlendirilirdi. Sığırtmaçlar, hayvanların bakımından sorumlu görevlilerdi. Sığırtmaçlar, her ailenin sürüye katmış olduğu hayvan sayısı kadar ücret alırlardı...