O günler...
Gazetemiz haber merkezinin Yalı Hanı’nın bugün geldiği nokta itibarıyla yapmış olduğu haber beni eskilere götürdü. Yalı Hanı Çanakkale tarihine ışık tutacak kentin her döneminin izlerini taşıyan önemli bir mekandır. Bu kentin insanlarının muhakkak Yalı Hanı ile bir etkileşimleri olmuş, bir hikayeleri oluşmuştur.
Benim de Yalı Hanı ile olan hikayem 1980 öncesine dayanır.
O günlerde han, esas olarak bazı müdavimlerinin konakladığı ama yine de konaklama hizmeti veren bir yapıdaydı.
Han, kentin her dönemine tanıklık ettiği gibi; 1980 öncesi Çanakkale gençliğinin de devrimci fikirler ile tanıştığı önemli bir mekân idi.
Avlusunun bulunduğu alanda Çanakkale Yüksek Öğrenim Derneği(ÇAYÖD) ve Çanakkale Kültür Derneği ( ÇKD) adlı 2 dernek o günlerde gençliğin ilgi gösterdiği mekanlar idi.
1980 öncesi gençlik mücadelesinin yükselen trendine bağlı olarak Yalı Hanı’da her gün daha bir hareketlilik kazanıyordu.
Bir yandan da Çanakkale’nin 1978 li yıllarda özel durumuna bağlı olarak o dönem eğitim enstitüsüne dışarıdan getirilerek yerleştirilen ülkücü komandoların kentin gençliğine karşı saldırıları da başlayınca Yalı Hanı kentin öz savunma mekanı oldu.
Şimdiki Anafartalar kampusunda konuşlanan eğitim enstitüsünün yatılı kısmında barınan ülkücü komandalar buradan toplu olarak çıkıp kentin çeşitli noktalarına saldırılar yapmaya başladıklarında Çanakkale Gençliği kendisini savunmak için bir arada olmanın mekânı olarak Yalı Hanı’nı seçmişti.
Bir yandan devrimci hareketin dinamiklerinin siyasal çalışmalarını sürdürdüğü bir yapı olarak, diğer yandan adeta bir öz savunma üssü olarak Yalı Hanı kentin önemli bir siyasi aktörüdür aslında.
68 ve 78 kuşağı olarak tabir edilen o dönem gençliğinin zannetmiyorum ki; hiç birinin Yalı Hanı ile ilişkilenmiş bir hikâyesi olmasın…
Ben en çok şimdiki seramik atölyesinin olduğu yerdeki, girişte solda var olan kahvedeki o dönemin çeşitli siyasal yaklaşımlarının ideolojik tartışmalarını hatırlarım.
Kahvedeki kocaman sobamızı hiç unutamam, onu yakabilecek odun bulduğumuzda hele çaylarımızı da demlediğimizde yaptığımız tartışmaların tadına doyulmazdı.
1980 darbesi ile Yalı Hanı da bir darbe aldı. Han müdavimlerinin çoğu, cezaevlerine tıkıldı, dışarıda kalanlarda da ayaklarını kestiler. Ben de uzun süre handan ayrı kaldım. Zaten hanın tatilci takımındandım. İstanbul’dan ancak okullar tatil olduğunda Çanakkale’ye geliyordum.
Arkadaşlarımın haberde belirttiği gibi Çanakkale’ye gelenlerin daha valizlerini evlerine bırakmadan uğradıkları gibi, bende otobüsten indiğimde soluğu hemen orda alırdım.
O tatil boyunca hangi kitapları okuyup tartışacak isek, onlarda zaten hemen elimin altında olduğu için hana varır varmaz arkadaşlarım ile kitapları paylaşır, o tatilin ne kadar zevkle geçeceğinin tadını daha ilk dakika buluşmasında hissederdim.
12 Eylül ile birlikte sessizliğe bürünen Yalı hanı 1990 lı yıllardan sonra yeniden bir hareketlilik kazandı.
Böylesi bir mekan bir şekilde kent ile ilişkilenmeliydi; gelişimi de tam da bu noktada oldu.
Yalı hanı şimdiler de kentin önemli bir aktivite merkezi.
İşte kentlerin mekanları, kent ile yaşayan objeler olarak değişimi de en güzel şekilde ortaya koyan bir nevi belgeler olarak tarihe tanıklık ediyor.
Yalı Hanı böyle bir mekan...
Nefret söylemi ve Hüseyin Aygün
CHP Milletvekili Hüseyin Aygün kaçırılınca bir milletvekilii attığı bir tweet ile tepkileri üzerine çekmişti.
“PKK CHP`li Hüseyin Aygün`ü misafir etmiş! Muhabbetiniz bol olsun, olsun da millet bu numarayı yemez!” ifadelerine yer veren twettin sahibi, Aygün serbest bırakıldıktan sonra yaptığı açıklamalar ile ciddi bir provokasyonun peşinde idi.
Provokasyon bir anlamda meyvelerini vermeye başladı.
Herkes Aygün’ün serbest bırakıldıktan sonra yapmış olduğu açıklamaya yoğunlaşarak savaş tamtamları ile çığırtanlık yapanların bir nevi linç söylemleri ortalığı kaplayıverdi.
Eleştirinin temel mantığı neden intikam söylevleri yapılmamıştı üzerine kurulmuştu. Savaş, kin, nefret söylevleri ile hareket edenler hep bir ağızdan saldırıya geçtiler. Saldırdıkları nokta Aygün intikam duygularından arınmış naif tavrı ve barışın dili ile yaklaşımı idi.
Elbette bir milletvekilinin kaçırılması kabul edilemez, buna tepki gösterilmelidir. Bu gerçekten hareket ederek yaşanmış bu konuyu şiddetin dili için bir malzeme haline getirip, savaş çığırtkanlığına soyunmak kabul edilemeyecek diğer bir konudur.
Barışa inanan, bunu tüm içtenliği ile isteyen herkes üslubuna, söylevine dikkat ederse yeşerecek iklim hepimizi daha olumlu noktalara götürecektir.
Savaş baronları bundan rahatsız olmaktadırlar.
Halkların birbirini anlaması, karşılıklı saygı ve sevgi içersinde empati ile bazı değerlerin gelişmesi bu çatışma zeminin panzehiri olacaktır.
Onun için her fırsatta çatışma nefret kin söylevleri geliştirilmeye bunun içinde özellik ile ırkçı şoven temeller üzerine kurulmuş özel bir propagandanın dili teşvik edilmektedir. Bunu yaparken vatan millet sakarya edebiyatı temel alınmaktadır.
Evet bu ülkeyi seviyorsak, ülkemizin birlik ve beraberliğini bir bütün olarak savunmak, ancak çatışma ortamını sonlandırılarak her etnik yapıdan, mezhepten ve dinden insanın kardeşçe bir arada yaşacağı koşulları yaratmalıyız.
Bunun yolu demokrasi ve özgürlüklerin tesis edilmesidir.
İşin özü bu, gerisi teferruattır.
Kim ki bu ülkede hala savaş ve çatışmayı savunuyor şiddetten yana tavır alıyor, şiddetin dili ile olaylara yaklaşarak bir provokasyon kültürü ile hareket ediyorsa bu ülkenin gerçek bölücüleri onlardır.
Bu yazıyı kaleme aldığım sırada Hüseyin Aygün hakkında soruşturma başlatıldığını duydum.
İşte şimdi halkalar tamamlanmış, Hüseyin Aygün’ün başına gelenler kendisine yöneltilen bir lince dönüşmüştü.
Her şey şiddet ve şiddetin dilini hakim kılmak için kullanılmaktadır.
Kaçırılan Hüseyin Aygün, şimdi linç edilmek istenen yine Hüseyin Aygün... O zaman biraz düşünmek gerekmiyor mu?
Kimin eli kimin cebinde?