Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Ne darbe, ne tek adam diktatörlüğü

7 Haziran seçimleri sonrasında ortaya çıkan iradenin sivil darbe ile bertaraf edilmesinden sonra ülkenin içine düştüğü savaş ve şiddet sarmalı gelinen noktada yeni bir kaosa dönüşmüş ve gelecek açısından önemli risklerin varlığı kendisini şimdiden hissettirmektedir. Hayata geçirilmeye çalışılan darbe girişimini bu gerçeklik dışında ele alırsak son derece yanlış noktalara doğru savruluruz. Buradan hareketle hiçbir zaman sivil darbelere karşı, askeri darbeleri savunamayacağız gibi; askeri darbelere karşı olmak adına da sahte demokrasi savunucuları ile aynı konumda olamayız. Darbeler ister sivil, ister askeri olsunlar demokrasi karşıtıdır, halk düşmanıdır. Sermayenin ve kapitalist sistemin yönetemezlik krizinin sonuçlarıdır.

2479

 İktidarın kendi arasındaki çelişkilerin sistem krizine bağlı olarak gizlenemez noktaya gelmesi, çelişkilerin keskinleşmesi nedeniyle, siyasal İslam’ın farklı kesimleri arsındaki çatışmanın ürünü olarak gündeme gelen darbe girişimi bu güne kadar uygulanan politikaların sonucudur.

17-25 Aralık kriziyle fitili ateşlenen, darbe girişimi ile devam eden bu süreç; tarafların kendi aralarındaki sorunların ne denli keskinleştiğinin aynı zamanda ne kadar kirli ilişkilerden oluştuğunun da göstergesidir.

İktidarın kendi arasındaki çatışmaların sonucu olarak gündeme gelen bu darbe girişiminin hiç bir bağlamda demokrasiyle ilgisi yoktur.

Ne darbe girişiminde bulunanlar ne de darbe girişimini bastıran AKP’nin “demokrasi bayramı” olarak lanse ettiği gelişmeler iktidarın kendi iç dalaşmalarının sonucudur.

Tam da bu nokta;  bundan sonrasında alınması gerekli doğru tutumun belirlenmesi açısından son derece karakteristik bir özellik taşımaktadır.

Askeri darbeye karşı, sivil darbenin anti demokratik argümanlarıyla karşı konulamayacağı gibi sivil darbenin aktörleri yanında demokrasiyi bir araç olarak görenlerle bir arada konumlanarak demokrasiyi de savunmak mümkün değildir.

Bu cümlemi 15 Temmuz akşamı darbe mağduriyeti yaratarak kendi kitlesini mobilize edip, tek adam diktatörlüğüne doğru alınan yolda yeni bir provanın gereği olarak meydanlara çağıran AKP ile aynı kürsüde yer alan Kepez Belediye Başkanı Ömer Faruk Mutan, özellikle göz önünde bulundurmalıdır.

Demokrasi güçlerinin ilkesel yaklaşımı her zaman her türlü darbeye karşı demokratik siyaseti savunmak olmuştur.

Darbeye de , tek adam diktatörlüğüne  karşı da demokratik laik halk cumhuriyeti savunulmadığı sürece gericiliğin kendi arasındaki çatışmaların tarafı olmaktan başka bir adres bulunmaz.

Darbe girişimi ve beraberinde başarısızlıkla sonuçlanan bu süreç; AKP tarafından kendi mevzilerini güçlendirmek adına özel bir çabaya dönüştürülmüş durumdadır.

Bu kapsamda bundan sonraki süreçte demokrasi güçlerinin çok daha zor günler içerisinde olacağını belirtmek çok yanıltıcı olmayacaktır.

Darbe girişimi ile birlikte yaşanılanalar buna işaret etmektedir.

Sözde demokrasiye sahip çıkmak adına vatandaşlara yapılan sokağa çıkma, yine gece yarısı camilerden yapılan çağrılara ağırlıklı olarak cihatçı güçlerin destek verdiği görülmüş, aynı zamanda bu cihatçı güruhun muhtelif provokasyonları yaşanmıştır.

Aynı İŞİD’ci caniler gibi askerimizin kafasının kesilerek öldürülmesi çeşitli illerde Alevilerin, solcuların bulunduğu yerleşim yerlerine saldırarak sürdürülen provokasyonlar, muhtelif illerdeki HDP binalarına yapılan saldırılar, idam cezasının yeniden devreye alınması noktasındaki talepleri düşündüğümüzde “demokrasi bayramı” dedikleri şeyin ne matah bir şey olduğu tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır.

Sözde demokrasiye sahip çıkmak adına sokağa çıkma çağrısı sonrasında;  yine bir halk çocuğu askerimizin dinci gericiler tarafından hunharca katledildiği saatte bu sözde demokrasi savunucularıyla kolkola aynı kürsüde nutuk atanların kendilerini değerlendirmeleri açısından önlerinde henüz bir fırsat varken bunu değerlendirmeleri gerekir.

Aksi durumda inandırıcılıkları bundan böyle tartışılır hale gelecektir.

Darbe girişimine karşı AKP‘nin, demokrasi savunusu tam bir aldatmacadır, bu gelişme tek adam diktatörlüğüne giden yolda bir fırsata dönüştürülmeye çalışılırken beraberinde demokrasi ve emek güçlerinin de bundan sonrasında çok daha olumsuz koşullar ile karşılaşacakları bir döneme doğru ilerlemekteyiz.

Özelikle tek adam diktatörlüğüne giden yolda sokağa çıkma çağrılarıyla yapılan mobilize olma provaları; bundan sonraki süreçte yeni bir durum olarak dikkate alınması gerekli bir gelişmedir..

Darbe girişimi sonrasında demokrasi ve emek güçlerinin alması gerekli önemli derslerden biri de; tüm demokrasi güçlerinin dayanışma ve birlikteliğinin en güçlü bir şekilde yaratılmasının olmazsa olmaz olduğu gerçeğidir.

Bu konuda atılması gerekli adımlar ertelenemez bir görev haline gelmiştir.

Unutmayalım ki bu bir yaşam mücadelesidir; emekçilerin daha iyi koşullarda yaşayabilmesi için sistemin kendi sırtına yüklediği krizin faturasını ret ederek, sermayenin daha çok sömürerek karlarına kar kattığı vahşi sömürü düzenine karşı durma mücadelesidir.

Barış, demokrasi, özgürlükler insanca bir yaşam mücadelesinin gereğidir.

Vahşi sömürü düzeni sürdürmek isteyen sermaye, bunun için demokrasi barış ve özgürlüklerin her zaman düşmanıdır.

Bunun için darbeler, her türlü entrika baskı zulüm savaş ve şiddet politikaları sermayenin karakteristik uygulamalarıdır.

Yaşadıklarımız bir kez daha göstermiştir ki; darbelere karşı olmak için laik demokratik halk cumhuriyetini savunmaktan başka bir alternatif yoktur.

Darbe mekanizmasının anti demokratik zeminde var olduğunu, bu zeminden beslendiğini unutmadan demokratik siyasetin önündeki engelleri aşarak; demokratik, laik, halkçı, barışın tesis edildiği bir Türkiye için emek ve demokrasi güçlerinin birlik ve dayanışmasını güçlendirerek aydınlık yarınlara ulaşmak umuduyla…