Mustafa Sezek anısına
Gazeteci arkadaşımız Mustafa Sezek’i kaybetmemizin üzerinden 1 yıl geçti. Onu saygı ile anıyoruz. Bu geçen süre içersinde ÇOMÜ’de işten atılan işçiler hukuk mücadelesini kazandılar. Mahkeme atılan işçilerin iadesi ile birlikte taşeron işçilerin ÇOMÜ’de esas işçiler olarak kabul edilmesi gerektiğine hükmetti. Mustafa arkadaşımız da kalbine yenik düştüğü gün eşinin ÇOMÜ’de işten atılması haberi ile sarsılmıştı. İşte bu bakımdan ÇOMÜ’lü işçilerin mücadelesi çok daha anlamlı bir mücadele olmuştur biz basın çalışanları açısından. Bazı meslektaşlarımızın görmemesine rağmen gerçek budur.
Tüm alanlarda olduğu gibi şimdi yine Mustafa arkadaşımızın ölümünün 1. yılında ortaya çıkıp riyakârca davranan birileri olacak.
Onlara tek bir sözüm var; ÇOMÜ’de işten atılan işçiler gerçeğini görmeden Mustafa Sezek’i kimse ağzına alamasın.
Mustafa Sezek, meslek yaşamında hep ezilenden, mağdurdan yana oldu. Halkın sesi olmaya, haksızlıklara ve hukuksuzluklara karşı tavır almaya özen gösteren bir gazeteciydi.
Kapitalist düzenin taşeron sisteminin, güvencesiz çalışma koşullarının yok edici etkisi ne yazık ki onu da bulmuştu.
Mustafa Sezek arkadaşımızı anmak hepimize önemli sorumluluklar yüklemektedir. İşçilerin emek mücadelesinin, güvenceli iş talebinin savunucusu olarak katmerli bir sömürü mekanizmasına dönüştürülen taşeron işçi çalıştırılmasına karşı olmadan Mustafa arkadaşımızı anmak göstermelik bir tavırdır.
Mustafa arkadaşımızın acısını ÇOMÜ’de işten atılan işçilerin mücadelesine destek vererek bir nebze de olsa yenmeye çalıştım.
ÇOMÜ’de öyle bir dönüşüm gerçekleştirilmişti ki bir bilim kurumu yerine sanki azgın sömürü koşullarının hakim olduğu bir kapitalist şirket mantığı hakim olmuştu. Bu durum yaşanan bir çok olay sonrasında daha çok tartışılır hale geldi.
Bazı akademisyenlerin özellik ile yerel basını hedef alan tavırları ile yeni bir saldırı cephesi oluşturmaları temel bir davranış biçimi halini aldı.
Bu konuda yaşananları tekrar gündeme getirmek tartışmak değil niyetim.
Ama eline kalem alan her akademisyen sanki bu işin anayasası gibi yerel basına saldırmakla işe başlıyor.
Şimdilerde bu kervana gazetemiz Olay’ı ve Aynalı Pazar gazetesini “sansür” uygulaması yapmakla suçlayan Yrd. Doç. Dr. Selim Eren de katılmış.
Ben bu hocamızın suçlamalarına öncelikle iyi niyet ile yaklaşarak bu tespitinin bir bilgi eksikliğinden kaynaklandığı düşünerek bir yorumda bulunmak istiyorum.
“Sansür” suçlamasına esas teşkil ettiği konu Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın Çanakkale ziyaretine ilişkin ÇOMÜ merkez laboratuarının açılışı ile ilgili haber konusu idi.
Öncelikle sansür kavramının her türlü yayının önceden denetlenmesi işi olduğunu belirtmeliyim. Yani sansür faaliyetinde yayını yapan dışında bir başkaları vardır.
Bu haber ile ilgili olarak hocamız böyle bir şeyin var olduğunu ispat edemeyeceği için konunun bir başka yönünü almamız gerekecek.
Sansür ile aynı sonuçları doğuracak bir başka uygulama daha vardır. O da gazetecinin bağımsızlığını yok sayacak şekilde haber dayatması yapmaktır. Ne yazık ki Selim Eren hoca şimdi bu pozisyona düşmüş durumdadır. Bir haberi nasıl göreceğimiz, nasıl yayınlayacağımız konusunda dayatmalarda bulunan bu zihniyet sansürün bir başka formatıdır.
Basın kuruluşları haberi nasıl işleyecekleri nasıl formatlayacakları konusunda özgürdürler /özgür olmak durumundadırlar. Buna kimse, hocamızın yaptığı gibi müdahalede bulunamaz.
Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz’ın ziyareti gazetemiz tarafından haberleştirilmiştir. Bakan’ın programı sadece ÇOMÜ’deki bir program değildir. Bu program hiçbir şekilde görülmemiş olsa idi, bu konu habercilik açısından eleştirilebilirdi. Kaldı ki bu konudaki eleştiri yine de “sansür” olarak değerlendirilemez.
Gazetenin performansı yeterli olmamıştır, izleyememiştir veya başka nedenler ile bir gazetecilik performansı olumsuzluğu yaşanmış olabilir.
Şu anlayış son derece tehlikelidir; haber kimsenin tekelinde olmadığı gibi bir haberin kamuoyuna ulaştırılması içinde dayatmada bulunma mantığı da son derece risklidir. Basın özgürlüğünün mantığında isteyenin istediği gibi haber yapma özgürlüğü vardır. Bu renkliliği ve çok sesliliği yok edecek her müdahale sıkıyönetim komutanlığının bildirilerinin yayınlaması gibi bir duruma yol açar.
Hocamız bizleri sansürcü olarak suçlarken esasında mantık olarak kendisi bir sansür kurumu gibi hareket etmektedir.
Hocam, basın tarihinde bu mantık kendisini çok gösterdi.
Tıpkı sizin yaptığınız gibi, haberciliğe yapılan müdahalelerin sansürün bir başka versiyonu olduğunu unutmayınız.
Bizler özellikle yerel basın kuruluşları olarak bu sorun ile çok içiçe olduk artık. Reklam vereninden tutun da, bürokrasinin çeşitli kurumlarına kadar bir çok kesim hep sizin yaptığınız gibi müdahalelerde bulunmaktadır.
Şunu öğreneceğiz, hiç kimse sizin düşündüğünüz gibi düşünmeyebilir, sizin istediğiniz gibi haber yapmayabilir.
Bundan rahatsızlık duymayacağız, buradan hareket ile hemen yaftalama gibi tavır içersine girmeyeceğiz. Özetle farklılıklarımızı kabul edeceğiz.
Şimdi Selim Eren Hocamızı ben empati yapmaya davet ediyorum.
ÇOMÜ İletişim Fakültesi Uygulama Radyosu olarak yayın yapan Kampüs FM radyosunda “Çanakkale‘de yerel basın” programında neden, aralarında gazetemizin de bulunduğu bazı gazetelerin adından dahi bahsedilmez?
Neden ÇOMÜ, Çanakkale’de yayın yapan genelde bütün gazetelere abone iken gazetemizin de olduğu bir kaç gazeteye abone değildir?
Neden ÇOMÜ, gazeteler bazında yapmış olduğu bazı uygulamalara gazetemizi davet etmez?
Neden ÇOMÜ, yapmış olduğumuz eleştiriler nedeniyle gazetemizi baskı altına almak, adeta susturmak için; cevap vermek, iletişimi bu noktada güçlendirmek yerine tekzip mekanizmasını çalıştırma yolunu seçer?
Fakat bu güne kadar bir tekzip bile yayınlatacak hukuki zemin olmamıştır.
Nerde kaldı basın özgürlüğüne saygı?
ÇOMÜ’nün resmi politikası itibarıyla bu denli ayrımcılığın yapıldığı koşullarda siz de takdir edersiniz ki sağlıklı iletişimler yaratmak imkansızdır.
Yapmış olduğunuz “sansür” suçlamasını tekrar değerlendirmenizi, iyi niyetinize güvenerek sizden talep ediyorum.
Şunu da özellik ile size belirtmek istiyorum, Selim Eren Hocam 20 yılık üniversite tarihinde hiç bu kadar yerel basına karşı özel bir tavır alan , onu ötekileştirmeye çalışan, suçlayan saldıran bazı akademisyenlerin olduğu bir dönem yaşamadık.
Siz bu kervana katılmayın.
Basını suçlamak yerine topluma faydalı olacak bilgi düşünce ve deneyimlerinizi basınla paylaşın, bilim adamı olmanın sorumluluğu budur…
Mustafa Sezek kalplerimizde hep yaşayacak...