Ensar İlyasoğlu

ensarilyasoglu@gmail.com

Mitoloji'den hayata ışıyan kıvılcım...

Ensar İLYASOĞLU iensar_68@mynet.com Resimleyen: CEREN İLYASOĞLU ceren_ilyasoglu@yahoo.com

1180

 

O zamanlar, yıldızlar daha parlak görünürdü... Berrak yıldızkarası gecelerden ve en uzaklardan büyülü ışıklarını gönderirlerdi yeryüzüne... Uyuyan çiçeklere , ağaç kuytularındaki kuşlara , börtü böceklere ninniler söylerlerdi; usul usul esen rüzgarların eşliğinde... Dağlardan , doruklardan dörtnala gelen ırmaklar; ışıl ışıldı , yıldız yıldızdı... Damlalar sevinçle dokunuşurlardı... Ve en uzaklara doğru akıp giderken bereket saçarlardı kıyılara... Can verirlerdi dolup taşan , oynaşan balıklara... 

Toprak bereketli ve cömertti... Varını yoğunu sunardı emek verenlere... Canı olana , canlı olana...
İnsan soyu henüz kirletebilmiş değildi ne toprağı, ne suyu , ne de gökyüzünün gecesini gündüzünü... 
İki ırmak; Fırat ve Dicle, kardeşçesine akardı denizlere doğru... Geceleri yıldız yıldız , gündüzleri ışık ışık bereket saçardı kıyılarına... Bereket taşırdı en küçük damlalar bile akıp giderken denizlere doğru...
Toprağın bereketli olduğu yerde insan soyu sağlıklı ve güzel olurdu...Kadınların elleri becerikli , yaratıcı ve sımsıcaktı... Kirpikleri uzun, gözleri iri, bakışları göller kadar anlamlı ve derindi...
Herşey masalsıydı... Yerin ve göğün olaylarına,olgularına;derin, gizemli ,tanrısal anlamlar yüklenirdi... İnsan soyu; dünyanın,toprağın, suyun,ağacın anlamını keşfetmeye uğraşır; öğrendiği herşeyi kendisine ulaşmanın bir aracı,bilgisi ve zenginliği olarak anlamlandırmak isterdi.
Gece ve gündüz,aydınlık ve karanlık,korku ve cesaret,iyilik ve kötülük,hayat ve ölüm... yaşayıp sorgulayan,öğrenip anlamlandırma yoluna giren insan soyu; giderek büyüyüp genişleyip derinleşecek olan, giderek insanlaşacak olan o anlamlı yürüyüşünün ve yolculuğunun henüz başlangıç noktalarındaydı...
Irmaklar; o iki ırmak kavuşacakları buluşacakları an ve yere, o coşkun şölene doğru akıyordu...
Fırat ve Dicle`nin buluşması bir şölen gibi görkemli ve etkileyiciydi. Dalgaların dalgalarla, damlaların damlalarla buluşması aynı nehir yatağında kavuşup aynı nehir yatağına akması sevinçlerle karşılanırdı. Kuşlar çığlık çığlığa bir oraya bir buraya kanat çırpar, rüzgarlar en anlamlı şarkılarını dalgalarla buluşturur,balıklar coşkuyla yarışır ve Şattül Arap büyüyen yatağında birleşip güçlenmenin cesareti ve onuruyla denizlere bir an önce ulaşmanın dayanılmaz heyecanı ve hızıyla savrulup giderdi...
Dağları ve ovaları,ırmakları ve pınarları ve dahi gölleri ile bu bereketli coğrafya; Mezopotamya coğrafyasıdır. İnsanoğluna ve bilumum canlılara bereketini, cömertliğini sunan Mezopotamya coğrafyası...
Düşsel olanla masalsı olan,bilinenle bilinmeyen, sorulanla sorulamayan; iç içe,sarılıp sarmalanarak,ayrışacağı; bilgiye ve bilince çıkacağı, çıkarılacağı zamana doğru yolculuğuna; insan soyunun eliyle, aklıyla,diliyle ilerliyordu...
Mitoloji, içten içe acelesi olmadan ve telaşsız kendini örüyor, biriktiriyor; tarihsel olana akışın tohumlarını besleyip büyütüyor, güncel olana ışık tutmanın yolunu arıyordu...
Toprağa ve suya dokunan insan; dost olanla düşman olanı, iyi olanla kötü olanı, yararlı olanla zararlı olanı yoklayarak- dokunarak, deneyimleyip aktarmayı öğrenerek ve aktarılanı biriktirerek, geleceğe doğru büyüyüp, büyütüp,derinleşip- derinleştirerek; adım adım ilerliyordu...
İşin insana kattığını ; yarattığı, şekillendirip biçimini değiştirdiği maddenin verdiği hazzı, coşkuyu, heyecanı ; yüreğinin en derin yerinde duyuyor, şekil verdiği demirin ve kullandığı ateşin hayatına kattığı kolaylaştırıcı iyiliklerin hazzını ve sevincini yaşıyordu...
Saraylar yapılıyordu insan eli ve emeğiyle!... Dehlizlerinde ve karanlıklarında zindanlar da unutulmuyordu!...Krallıklar kuruluyor, krallar hüküm sürüyordu Mezopotamya coğrafyasında!... Toprak işleniyor, demirciler demir dövüyor,saraylar ve saraydakiler besleniyordu!... Asalaklar ve asalaklıklar hükümranlıklarını büyütüp sonsuzlaştırmak istiyorlardı!... Sarayların kutsallaştırılıp tanrısallaştırılmalarının fısıltıları yayılıyordu kulaktan kulağa!...
Kralın adı Dehak`tı. Dolu sofralarda besleniyordu... Mezopotamya coğrafyası; ışıklı, aydınlık ve bereketliydi... Dehak`ın sarayında bir sarayda olması gereken herşey; muhafızları, bekçileri, büyücüleri, sağaltıcıları,cellatları,zindanları... Sofrasında; toprağın, suyun ve ağacın sunduğu herşey yani doğanın cömertliğinin ve bereketinin ve insan emeği  ile elde edilen herşey. Ama Dehak`ın içinde, aklında ve yüreğinde kocaman bi küfür!... Küfür; kötülüğü arttırıyor,zulmü arttırıyor, besliyor... Kötülük; küfrü büyütüyor... Küfür, içeriden dışarıya yol arıyor!... Küfür kokusu Dehak`ın bedenini sarıyor ve onu yara bere içerisinde bırakıyor!... Küfür yaraya dönüşüyor- yara küfürleşiyor!... Yara ve küfür kendini sağaltmak için kan istiyor,can istiyor, zulme akıyor!...
Öte yandan demir işleniyordu... Demirciler işe koyuluyor, demire şekil veriyor, aletler yapılıyordu... Hergün biraz daha geliştirilerek ve yeniden... Demircilik,Mezopotamya coğrafyasında bir ``sanayii`` olarak gelişiyordu. Demirciler vardı şafakla işe koyulan. En gelişmiş ``üretici güçleri``ydiler Mezopotamya coğrafyasının... 
Belki de Kawa, demircilerin en ünlülerindendi. Demire şekil verirken öğreniyor ; öğrendikçe ustalaşıyordu. Dokunduğu insana güven veriyordu. Demirin tavında dövüldüğünü keşfediyordu. Çekicin, kızgın demire dokunması gereken anı; o büyülü ilişkiyi deneyimleyerek öğreniyordu. Ne bir an önce ne bir an sonra; tam vaktinde örsün üzerindeki kızgın demire dokunmalıydı çekiç!... Şekil vermek için, yenilemek için demiri  -bir alete dönüştürmek için- ``o an`` hamle yapılmalıydı. Kawa`dan daha iyi ``demirin tavında olduğunu`` kim anlayabilirdi? Sanki ve belki, geleceğin değişimlerine; ``objektif ve subjektif koşullarının`` anlaşılmasına-kavranmasına akan, demiri tavında dövenlerin biriktirdiği, o uzun tarihsel serüvene akıttığı; küçük ve değerli bir kıvılcımdı...
Kral Dehak; bebek,çocuk ve genç beyinler istiyordu sağalmak için!... Beyinleri sürerek yaraları iyileşsin istiyordu!... Zulüm ve korku, Mezopotamya coğrafyasını sarıp sarmalıyordu!...
Kawa, güçlü kollarıyla demire şekil verirken; düşünüyor düşünüyordu... İçten içe, Dehak`ın zulmüne karşı; yüreğinde isyan duygularını biriktiriyordu!...Var gücüyle çekicini demire vurduğunda kıvılcımlar yayılıyordu!... Kawa, düşünüyordu!... Ve o kıvılcımlar yüreğini, beynini ışıklandırıyordu...
``Dehak`ın zulmü yenilmez değildir!...`` diye düşünüyordu... Güç ve aklı birleştirerek sabırla ve cesaretle zulüm yenilebilir, Dehak yenilebilirdi!...
Mezopotamya coğrafyasında akan yalnızca iki ırmak değildi. Ve birleşip güçlenen , buluşup cesaretlenen iki ırmak değildi. Toplumların hareketi ve geleceğe akışı içerisinde en genel, en geniş anlamıyla; birbiriyle çelişen, çatışan,dövüşen iki damarda şekilleniyor ve belirginleşiyordu... İnsanlığın ``altın çağ``a akan o büyük derin ve anlamlı serüveni içerisinde; zulmün, sömürünün, barbarlığın, sarayların ve krallıkların, Dehak`ların beslendiği, yaşadığı kötülüğün damarı ile; Mezopotamya`da yaşayan ve yaşayacak olan halkların emek verenleri ,toprağı işleyip demiri dövenlerin, şekil verenlerin, iyilikten yana olanların, yeni dünyalar kurmak isteyecek olanların; özgürlüğe giden, insanlığın altın çağına ilerleyen Kawa`ları yaratan, besleyen; haklı ve güzel olanın damarı!...
Mitoloji ve tarih, zulüm ve barbarlık,isyan ve ihtilaller; bu iki ana damarın çelişkisi, çatışması ve güç ilişkileri üzerinden şekillenecekti... 
İki düşünce, iki kültür, iki gelecek tasarımı; tarihsel akış içerisinde, kendini var eden damarlar üzerinde yeni biçimler alarak; zenginleşerek, derinleşerek ve çatışarak  ilerleyip akıyordu... 
Dehak, yalnızca genç beyinleri yaralarına sürerek hastalıklarından kurtulmak istemiyordu; genç beyinleri yok ederek insanın gelecek umudunu, düşüncesini,aklını ve hayallerini de ortadan kaldırmak istiyordu!... Onun, neden yaralarına başka organları değil de beyin istediğinin gerçek anlamından daha çok, simgesel bir anlamı olduğunu; mitolojiden tarihe ve güncele uzanan insanoğlunun serüveni içerisinde sayısız örneklerini ortaya çıkarmıştır. Yine Kawa`nın bir demirci olmasının da gerçek anlamından daha çok simgesel anlamlar taşıdığının da örnekleri aynı serüven içerisinde toplumların hafızalarında yer tutmuştur. O; üreten, demire şekil veren, yeni günler ve yeni dünyalar için ilerleyen yığınların hareketinde anlamlı bir yer edinmiştir!...
Kawa düşünür... Ölümden ve zulümden kurtarabildiği gençleri; düşmanın gözünden uzak dağlarda eğitir, örgütler ve savaşmayı öğretir... Her bahar geceleri gökyüzüne bakar ve gülümser... Önce havaya, sonra suya, sonra toprağa düşüşünü hisseder cemrenin... 
Demir tavında dövülür... Cemre, hiç sırasını bozmadan ve tam vaktinde gelir. Kawa gülümser. Ne erken olmalı ne de geç kalınmalı; ``an`` gelmeli, an beklenmeli!... Ve yönünü dağlara çevirir. Demire şekil veren akıl; insanın zulme karşı eğitilip, birleştirilip, savaşarak; yeni günlere ulaşacağına derinden inanır. Demir tavında dövülür,cemre tam zamanında ve sırasıyla iner doğaya... Mitoloji tarihe, tarih geleceğe akar... İhtilal ve isyan; ``objektif ve subjektif koşullara`` ilerler...
``An`` gelmiştir!... Yirmi Mart`ı ,Yirmi Bir Mart`a bağlayan gecedir!... Dehak`ın sarayı kuşatılmıştır!... Kawa`nın eğitip birleştirdiği, savaşmayı öğrettiği savaşçılar ;Dehak`ın barikatlarını aşıp muhafızlarını yenmişlerdir!... Kawa, Dehak`ın karşısındadır!... Vakit ne erkendir, ne geç... Demir tavındadır! An gelmiştir! Kawa; çekicini kaldırır ,olanca gücü ve öfkesiyle, olanca bilinci ve ustalığıyla, tam vurulması gereken noktaya, zulmün tam orta yerine, küfürün ve karanlığın en can alıcı noktasına çekicini savurmuştur!... Dehak, yenilmiştir!... Dehak, yoktur!... 
Şafak sökmektedir... Birazdan karanlık aydınlığa evrilecektir. ``YENİ BİR GÜN`` doğacaktır!... Meşaleler yanmaktadır dağlarda!... Bütün Mezopotamya coğrafyası; ışık ışıktır ,sevinç sevinçtir, çığlık çığlığadır...
NEWROZ`dur artık... ``YENİ GÜN``dür yaşanan Mezopotamya coğrafyasında!... Yanan ateşlerin etrafında yükselen sevinçler, zafer çığlıkları; yeri göğü sarsmaktadır!.. Mitoloji tarihe, tarih geleceğe akmaktadır... Fırat ve Dicle; sevinç çığlıklarıyla ``YENİ GÜN``ü, ``NEWROZ``u selamlamaktadır!.. 
O damar, insanoğlunun; üretenlerin, yaratanların,emek verenlerin,zulme direnenlerin altın çağa akan, özgürlüğe ilerleyen Kawa`nın yaktığı kıvılcımla ışıl ışıldır!... Sanki, çağlar sonra,vakti zamanı geldiğinde, gerçekleşecek olan bütün coğrafyaların isyanlarına,ihtilallerine,toplumsal altüst oluşlarına,kurulacak halkların iktidarlarına ışığını akıtmanın - ulaştırmanın düşsel sevinci ile aydınlanmaktadır gökyüzü...
Mezopotamya coğrafyasında yine devletler kurulacak, diller,kültürler yeşerip kök salacak ve mesken edinecektir; bu bereketli coğrafyayı...
Mitoloji tarihe, tarih geleceğe,gelecek Altın Çağ`a akacaktır!...
Elbette zulüm bitmemiştir!... Yeni zalimler çıkacaktır kendi damarı üzerinde!... Dehak`ın soyu, tükenmemiştir henüz!... Kapitalist - emperyalist gericilik, modern Dehak`larla varlığını sürdürüyor!...
Bugün hala, Mezopotamya coğrafyasında ; bebeklerin, çocukların, gençlerin kanları akmaktadır!...
Fakat Kawa`lar da tükenmemiştir!.. İşçilerin, köylülerin, üreten ve yaratanların ,halkların o tarihsel serüveni içerisinde; yeni bilinçlerle, yeni akıllarla, tarih sahnesindeki yeni güçlerle ve örgütleriyle; serüven devam etmektedir!... 
Fırat ve Dicle, denizlere doğru akmaktadır...
 
(EVRENSEL KÜLTÜR Dergisi’nin Mart sayısında yayınlanmıştır)