turgutcamer@hotmail.com
Değerli okurlarım 4 gün önce eşim Hatice hanımla birlikte usta sanatçımız Zülfü Livaneli'nin, Livaneli ile Sevdalım Hayat konserine, binlerce Ankaralı ile bizde katıldık. Konser Ankara'nın kültür ve sanat yaşamına yeni bir soluk getiren ATO Congresium'da idi.
Oradaki izlenimlerimi aktarmak niyetindeyim. Amacım o atmosferi sizde oradaymışsınız gibi size yaşatmak… Bakalım becere bilecek miyim!
***
Sevgili Zülfü Livaneli bir daha konser vermeyeceğini açıkladığında üzülmüş, kendisini bir daha canlı dinleme keyfimiz olacak mı diye düşünmüştük. Neyse ki, tüm sanat yaşamından kesitlerin yer aldığı, hatıraları ile zenginleştirdiği, ayni zamanda görsel bir şölene de dönüşen bir organizasyon ile bizlere geri dönmeye karar vermiş. Livaneli bu güne dek yaptığı film müzikleri ile şarkılarının hikayelerini ve anılarını “Livaneli Filarmoni Orkestrası” eşliğinde anlattı.
Bu nedenle tahmin edeceğiniz gibi geceyi, tek başına bir ‘konser’ olarak isimlendirmek bana sorarsanız haksızlık olacak. Zaten geceyi yöneten ve Türkiye’nin yetiştirdiği en değerli orkestra şeflerinden biri olan CBS Genel Müzik Direktörü sayın Rengim Gökmen de açılış konuşmasında; ‘geceye konser demek yerine’, ayni zamanda tiyatral içeriği de olan bu organizasyonu, bir ‘etkinlik’ olarak isimlendiriyorum dedi.
Sayın Gökmenin, bu etkinliğin başlangıcındaki sunumundan aslında, gecenin sonunda ruhumuza işleyecek duyguların yoğunluğunu anlamamız gerekirdi. Biz şarkıların sözlerinde kendimizi kaybedip her biri yaşanmış hikayeleri kendi bedenimizde vücutlaştırıp, anılara yoğunlaşırken, eşsiz müziğin ritmi ile yitirdiklerimizi, onurumuzu, şefkatimizi, insan ve Türkiye sevgimizi, bağımsızlık mücadelemizi, demokrasimizi anımsadık. Yitenlere ağladık.
*Gece, her biri birbirinden güzel ses ve yoruma sahip, 3 devlet sanatçımızın (TEYFİK RODOS, ZEYNEP HALVAŞİ, GÖRKEM EZGİ YILDIRIM) ayrı ayrı yorumladığı Livaneli şarkıları ile başladı ve Zülfü Livaneli’nin de bu muhteşem orkestraya katılması ile devam etti.
Sevgili Nazım HİHMET’in
‘Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak’ dizelerinden çıkan ezgiler sardı ruhumuzu..
‘Deniz olunmalı oğlum, bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla’ diyerek coştuk.
*Gece, gerek sahnenin büyüsü, gerek binlerce seyircinin enerjisi ile her biri yaşanmış ve sevgili LİVANELİ’nin o efsane ve şiirsel anlatım tarzıyla yeniden hayat bulan anılar ve anılarda yaşayan, kaybettiğimiz değerlerimizin hatıralarıyla ışıklandı, taçlandı.
Sevgili Nazım ile ‘memleket hasreti çektik’, Sebahattin Ali ile ‘döndük daldan dala düşen kuru yaprağa’, Orhan Veli ile ‘İstanbul’u dinledik’… Abidin Dino’nun eşsiz fırçalarında ‘hayallere daldık’.
Biliyorsunuz, sevgili Livaneli tam bir sanat insanı. 75 yıllık yaşamına her biri birbirinden güzel besteler ve şarkılar doldurması yanında, birçok dile çevrilmiş, farklı pek çok dil ve kültürlerden okur ile buluşmuş, ulusal ve uluslararası ödüllü pek çok hikaye ve romanın da sahibi. Ayni zamanda sahip olduğu sanatsal bakış açısı ile senaryo yazarı ve yönetmen.
*Gece de bu eserlerine ve uluslararası başarılarına göndermeler, bunlara ilişkin sinevizyon gösterileri de vardı.
Bu kadar sanat ve edebiyat dolu bir insanın sahnesinde, onun büyüleyici anlatım tarzı ve gözlemleri altında, büyük insanlar ile yaşanmış anıları da dinlemek bizler için büyük bir şans idi.
Örneğin dünyaca ünlü yazarımız Yaşar KEMAL’in “YER DEMİR GÖK BAKIR” eserinden sinemaya uyarlanan filmin sahne çekimlerine ilişkin anlattığı hikayeler hem çok eğlenceli, hem de Türkiye gerçeği açısından düşündürücü idi. Yine bildiğiniz gibi bu hikaye, bütün olanaklarını yitirmiş köylülerin kendi yarattıkları ve ‘ermiş’ olduğunu düşündüklerini bir kişi üzerinden ona umut bağlamalarıyla şekilleniyor. (Bu güne ne kadar uzak değil mi(!).
*Film, 1987 yılında karlar altındaki Erzincan’ın Pınarlıkaya köyünde çekilmiş ve çekimin yapıldığı yer tüm olanaklardan uzak ücra bir yermiş. Öyle ki, hepsi oldukça eğitimsiz olan bu halka ne yaptıklarını anlatmakta zorlanmışlar önce, sonrasında köylüler ‘ermiş’ olduğuna inanılan oyuncu Rutkay AZİZ’i gerçekten ermiş sanmaya başlamış, muhtar rolünü oynayan bir diğer oyuncu rahmetli Yavuz ÇETİNKAYA’yı kendi muhtarları olarak kabul edip, tüm sıkıntılarının onun tarafından giderilmesini beklemişler.
*Livaneli o gece, kendisinin İsveç’te kalmak zorunda olduğu yıllarda, evini ziyarete gelen Uğur Mumcu ile 1983 yılında geçen bir anısını da paylaştı. O zamanlarda tabi teknoloji şimdiki gibi değil ve sevgili Livaneli yaptığı şarkılarını basit kasetlere doldurup olanak buldukça çoğaltabiliyor.
Bu eserlerden biri de YİĞİDİM ASLANIM bestesi. Bunu kendisini ziyarete gelen Uğur Mumcu’ya dinletiyor ve Uğur Mumcu’nun şarkıyı gözyaşları ile dinlediğini, çok etkilendiğini anlatıyor. Ne acı tesadüftür ki, bu anıdan sadece 10 yıl sonra, o hain saldırı gerçekleşiyor ve arabasında faili meçhul cinayete kurban giden sevgili Mumcu, milyonların sanki anlaşmış gibi hep bir ağızdan söylediği bu beste ile uğurlanıyor. Bu uğurlamaya eşimle birlikte ben de katılmıştım.
*YİĞİDİM ASLANIM bestesi, ayni zamanda ATAMIZA DA söylenen en çok ona yakışan, en değerli eserlerden tabi..
Sanatçı büyük, gece inanılmaz olunca geceye katılan isimlerde önemli idi şüphesiz. Gece de Ankara’da bulunan pek çok büyükelçilik davetlisi yanında Ankara Büyükşehir Belediyesi eski başkanlarından Murat Karayalçın ve eşi, İsmet İnönü’nün torunu Gülsüm Bilgehan ve bazı CHP milletvekilleri vardı.
*Sanatçı kimliği yanında siyasetçi kimliği de bulunan Livaneli, milletvekilliğine ilişkin anılarından da bahsetti. Oldukça iyi eğitimli, saygılı ve görgülü adamlığı ile bu günkü siyasetçilerimize de örnek olması gereken rahmetli Erdal İnönü ile olan hatırası özellikle bizleri çok güldürdü. Livaneli’nin eğlenceli anlatımıyla olay şöyle gerçekleşiyor.
İNÖNÜ, LİVANELİ ile birlikte Manisa’ya gidiyor. Manisa İl Başkanı “Başkanım, bu halk kibarlıktan anlamaz, onlar ile sert konuşun, elinizi masaya vurunuz………………… yapa yapa geliyoruz iktidara deyiniz” diyor.
İNÖNÜ; “Emin misiniz, bu şekilde mi konuşayım” diyor, il başkanı “Evet, bu halk böyle konuşmayı sever, aynen böyle deyiniz” diyor ve İnönü çıkıyor kürsüye elini vuruyor masaya ve; “İKTİDARA GELİYORUZ, AMA NASIL GELECEĞİMİZİ İL BAŞKANI ANLATACAK DİYOR!”
Tabi salonda bir gülme krizi.. Gülerken de düşündüren bu anı aslında bugün görmeye ne kadar uzak olduğumuz, o zamanlarda henüz yozlaşmamış siyasi ahlak ve siyaset adamının sahip olması gereken ince zekayı akıllara getiriyor değil mi?
*Gece, Livaneli’nin yasaklı olduğu dönemlerde ülkemize gelen ve korsan olarak çoğaltılıp satılan kasetlerin üzerine, kimse GERÇEK ZÜLFÜ LİVANELİ’yi bilmediğinden ilgisiz pek çok insana ait fotoğraflanmış kaset kapak koleksiyonuna ait görseller ile devam etti. Haydi gelin de insanımızın yaratıcılığına ve hayal gücüne gülmeyin bakalım!..
***
Sevgili Çanakkale OLAY okurları gülmeler, yasaklar, darbe ve ihtilaller, sürgün hayatlar ve bunlara ait anılar çok tabi. 68 Kuşağından biri olarak bende kendi içime yolculuk yaptım elbet.. Olanakların kısıtlı olduğu, siyasi çatışmaların bulunduğu, faili meçhul cinayetlerin yaşandığı, suçsuz insanların idam edildiği, sağın sol ile çatıştığı, kardeşin kardeşe düşman edildiği bir dönemdeydik evet, ama bu günkü kadar birbirimizden, insanlığımızdan uzak mıydık acaba?
Kapımız, penceremiz, ocağımız, aşımız, komşumuza bu kadar kilitli miydi acaba? Her şeye karşın ayni zorbalığa, ayni haksızlığa birlikte el kaldırmıyor muyduk. Bu kadar sevgisiz miydik diye…
Sevgili Zülfü Livaneli kendisini, insan seven olarak isimlendiriyor. Biz sevgisiz mi kaldık bu kadar…
Her biri birbirinden güzel Livaneli şarkıları, anıları, çok özel bir orkestra ile geceye eşsiz sesleri ile değer katan opera sanatçılarımızın yorumu, bizi bambaşka dünyalara, hayallere, biraz gençliğimize sürükledi.
Biliyorum ki, o gece Nazım Hikmet, Sebahattin Ali, Abidin Dino, Yaşar Kemal, Uğur Mumcu ve niceleri bizimleydi. Bizimle tekrar tekrar söylediler tüm şarkıları, ruhumuzdan tuttular.
Anıtkabir bizimle ağladı…
*
NOT: Köşe Yazarı komşum(Gemici) Salim Başol Özyayla’ya Allahtan rahmet, sevenlerine ve yakınlarına başsağlığı dilerim… T.Ç.