KÜLTÜR VE DEMOKRASİ
Ercan Karakaş
CHP Genel Başkan Yardımcısı
Cumhuriyet Gazetesi’ne - Ekim 2014
Demokrasiyle kültür arasında çok sıkı bir bağ olduğu günümüzde artık yadsınamaz bir gerçektir. Demokratik özgürlükler ortamının bulunmadığı bir toplumda kültürün gelişip yayılabileceği ve kültürel yaşama katılımın artabileceği düşünülemez.
Bu durumun en önemli nedeni kültürün düşünceyle olan yakın ilişkisidir. Düşünce, kültürü oluşturan tüm öğeleri doğrudan etkiler. Bu, insanlık tarihinin başladığı günden bu yana süregelen bir durumdur. Çünkü hangi anlamı ile alınırsa alınsın kültürün ana amacı insanın kendisini ifade etmesidir.
Kültür baskı ortamında gelişemez
İnsan kendisini düşünceleriyle yazı ve söz aracılığıyla ifade ettiği kadar ortaya koyduğu yaşama araçları ile de ifade eder. İnsanın gündelik yaşantısını kolaylaştıran araç gereçler de, bu nedenle, hem kültürün hem de düşüncenin bir parçasıdır. Bu yanıyla bakılırsa insanın bir icadı olan sabanla mağara duvarına çizdiği desen arasında çok önemli bir fark yoktur.
Kültürün toplumbilimsel yanıyla uğraşan düşünürler, baskı ya da özgürlük içerisindeki toplumlarda bu ilişkinin ortaya konulan her ürüne yansıdığını somut bir biçimde göstermiştir. İnsanın; özgürlük ortamında yaratıcılığı gelişmiş, düşünsel yanı güçlenmiş, buna karşılık baskı dönemlerinde tam bir yaratı yoksulluğuna sürüklenmiştir.
Ayrıca baskının, şiddetin ve zorun insanın ilkelik dönemlerine özgü olduğu, uygarlığın gelişmesi ile birlikte bu yaklaşımların aşıldığı sanılsa da hala bu tür tutumların izleri silinememiştir. Eğer uygarlık, sürekli bir ilerleme olarak değerlendirilirse, baskı altında uygarlığın da gelişemeyeceği kabul edilmiş olur.
Türkiye bugün olduğu gibi tarihin çeşitli dönemlerinde bu gerçeği göz ardı etmiştir. Toplum, otoriter ve katı merkeziyetçi bir anlayışla, yukarıdan aşağıya denetlenmek istenmiştir. Askeri darbeler dönemi, bu anlayışın doruğa çıktığı; baskıya, zulme dönüştüğü süreçler olmuştur. Askeri darbeler aşıldıktan sonra da uyguladıkları baskının ve yasakçılığın olumsuz izleri uzunca bir süre toplumun bilincinde, belleğinde varlığını korumuştur.
Bugün de AKP Hükümeti hala 12 Eylül’ün baskıcı ve yasakçı anlayışının ürünü olan anayasa ve birçok temel yasaya dokunmamaktadır. Toplumumuz hala belli bir yasakçı anlayış içinde yönetilmek istenmektedir. Oysa günümüz dünyasında demokrasi iddiasında bulunan ülkeler bu baskıcı yaklaşımları geride bıraktılar. Özellikle totaliter rejimlerin çökmesinden sonra özgürlüklerin, çoğulculuğun önemi daha iyi anlaşılmaya başlandı. Bu durumda Türkiye ile uygar dünyanın temel yaklaşımı arasında büyük bir çelişki ortaya çıkmaktadır. İnsanlarımız kendilerini yeterince ifade edememenin, düşüncelerini özgürce açıklayamamanın sıkıntısını yaşamaktadır. AKP Hükümeti, “ileri demokrasi” adı altında düşünce özgürlüğü, gösteri özgürlüğü ve yaratma özgürlüğü alanında son derece baskıcı bir tutum içerisinde bulunuyor. Böyle bir ortamda yaratıcılığın artması, kültürün gelişmesi ve zenginleşmesi beklenemez. Türkiye, bir an önce demokratik dönüşümleri gerçekleştirerek evrensel özgürlük ortamını ve demokrasiyi eksiksiz olarak yaşama geçirmek zorundadır. Ülkemizde yaratıcılığın ve kültürel yaşamın gelişmesinin birinci koşulu demokratikleşmenin sağlanmasıdır.
AKP Hükümeti bunları yapacak yerde, -TÜSAK diye anılan yasa taslağı ile- Kültür Bakanlığı bünyesindeki devlet opera ve balesi, devlet tiyatroları ve güzel sanatlar müdürlüğü gibi kültür ve sanatın gelişimine büyük katkılar sağlayan kurumları kapatmaya hazırlanıyor. Bu, sanatı yok edecek bir girişimdir. O nedenle bu taslak geri çekilmelidir.
Çağdaş devletin kültür alanındaki rolü
Baskıcı rejimlerin sona ermesi ile kültür kavramı da yeni bir anlayışla ele alınmaya başlamıştır. Daha önceki dönemlerde siyasetin belirlediği bir kültür anlayışı söz konusu iken şimdi kültürün siyaseti belirlediği yeni bir döneme gelinmiştir. Bu yeni yaklaşım, devlet-kültür ilişkisinin de yeniden ele alınmasını ve tanımlanmasını zorunlu kılmıştır.
Günümüzde artık devletin tekçi, önceden belirlenmiş toplumsal farklılıkları ve çeşitliliği yok sayan bir kültür politikasını yukarıdan aşağıya indirme meşruiyeti ortadan kalkmaktadır. Eskimiş bu anlayışın yerine şimdi çoğulculuğu öne çıkaran ve herkesin kendisini dilediğince ifade etmesine olanak sağlayan bir uygulama almaktadır.
Devlet, artık toplumun kendisini ifade etmesi ve geliştirmesi için gerekli altyapıyı ve koşulları hazırlamakla yükümlüdür. Kısacası devlet ve siyaset; kültürel yaşamı vesayet altına almak yerine kültürel çeşitliliği güvence altına almakla, sanatın geniş toplum kesimleriyle buluşmasına olanak yaratmakla ve sanat üreten kesimleri desteklemekle yükümlü olacaktır.
Böyle bir kültür devlet ilişkisi beraberinde başka bir açılım daha getirecektir. Bu kültürel ortamda karşılıklı anlayış, uzlaşma, hoşgörü gelişecek ve güçlenecektir. İnsanlar da, toplumlar da birbirlerini ortak demokrasi değerleri çerçevesi içerisinde daha rahat anlayacaklardır. Ön yargılar ortadan kalkacaktır.
Bu kültür anlayışı önemli ölçüde sosyal demokrasinin kültür modeliyle çakışan bir anlayıştır. Sosyal demokratik kültür politikasının temel ilkesi de düşünsel ve sanatsal ifadenin barışçıl yollardan sınırsız özgürlüğünü savunmak, kültürel çeşitlilikten yana olmaktır. Gene bu kültür anlayışında yerellik, kısıtlı merkez anlayışının karşısına çıkan önemli bir zenginleştirici öğedir. Herkesin dilediğince ve kendi tanımladığı koşullar içerisinde hem kültürel üretime katkıda bulunmasını sağlamak, bu politikanın ayrılmaz bir parçasıdır.
Yerel inisiyatiflere destek sağlanması, sanatın halkla bütünleşmesini kolaylaştıracak ve örgütlenme bilincine hız kazandıracaktır. Böylelikle de her sanatsal üretim alanı kendi sorununu kendisi tanımlayacak, ona uygun çözümün üretimine katkıda bulunacaktır.
Türkiye, bir kültürler mozayiğidir. Bu olgu, geçtiğimiz dönemde olduğu gibi, bugün AKP döneminde de yok sayılarak, kültür bir “Türk-İslam” sentezi üzerine oturtulmaya çalışılmaktadır. Bu durum ise toplumda var olan gerginliği daha da artırmaktadır. Buna şaşmamak gerekir. Köken, dil, düşünce ve inanç farklılıklarını yok sayan bir kültür anlayışı dışlayıcı ve çatışmacı bir kültür anlayışıdır. Artık bunun aşılması gerekir.