Kime yapıldığı değil, ne yapıldığı önemli
Hafta sonu İHD tarafından düzenlenen “365 Gün İnsan Hakları” panelinde insan hakları konusu değişik yönleri ile irdelendi.
İnsan hakları mücadelesinin bir mutabakatla ele alınması noktasındaki farklılıklar, haklar mücadelesine zenginlik katan bir yaklaşım mı, ya da bu mücadelenin nitelikli bir hale gelmesine engel olan bir gerçeklik mi olduğu konusu daha çok su kaldırır…
Böylesi bir dönemde AKP hükümeti tarafından paralel medya olarak bilinen basın kuruluşları yöneticileri ve çalışanları başta olmak üzere AKP’nin hesaplaşmak adına hedef haline getirdiği bazı isimlere karşı bir operasyon başlatıldı.
Dünün ortakları bugün neyi hesaplaşmasını yapıyorlar diye sorarsanız ortada bir aklama operasyonundan başka bir şey söz konusu değil; 17 Aralık haftasına yaklaşıyoruz ya!...
Hani şu ayakkabı kutuları, yatak odasındaki para kasaları, para sayma makineleri, soruşturma yürüten savcıların polis şeflerinin görevden alınması meselesi, var ya!..
Sürdürülen algı yönetiminin bazı ihtiyaçları var şimdi gündemde…
Bu gelişmenin değerlendirilmesi noktasındaki gelişmeler aynı zamanda haklar ve özgürlükler mücadelesinin nasıl ele alınması gerektiği konusunu da gündeme getirdi.
Bir kısım, ‘bırakın birbirlerini yesinler’ bunlar burjuvazinin kendi arasındaki mücadelenin sorunudur şeklinde yaklaşımda bulunurken bir kısımda özelikle basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğüne sahip çıkılması adına bu operasyona karşı çıkılması gerektiğini savunuyordu.
İşte tamda bu noktada haklar mücadelesinin nasıl ele alınması konusunun irdelenmesi ihtiyaç haline gelmişti.
Panelde de ağırlıklı olarak bu sorunun cevapları bulunmaya çalışılmıştı.
Kapitalist toplumlarda hak gasplarının esas kaynağı sistem ve devlet denilen baskı mekanizmasıdır.
Dolayısıyla hak gasplarına karşı mücadele; kimin bu baskılara maruz kaldığından ziyade bu uygulamaların kimin tarafından yapıldığına göre değerlendirilerek şekillendirilir
Böyle olunca basın özgürlüğü noktasında sorun yaşayan kesimlerin ne düşündüklerinden bağımsız olarak, “amasız” bir özgürlük savunması içersinde olmak doğru yaklaşımdır.
Basın özgürlüğü noktasında sorun yaşayan Zaman ve Samanyolu medya grupları düne kadar basın özgürlüğü mücadelesinin karşısında yer almış olsalar da, bu mücadeleyi terörizmi desteklemek gibi göstermiş olsalar da haklar mücadelesi; onların haklarını savunmayı gerektirir.
Düne kadar kol kola olan bu kesimler şimdi muhtelif nedenlerle kendi aralarında bir çatışma yaşıyor olsalar da özgürlükleri savunmak ‘bırakın birbirlerini yesinler’ anlayışı ile sürdürülemez.
‘Hukuku savunmak bir gün gelecek herkese lazım olacak’ şeklinde formüle edilen adalet anlayışı şimdi doğruluğunu ortaya koymuştur.
Dün basın özgürlüğü konusunda duyarsız davranan bu kesimler “özgür basın susturulmaz” talebini bugün dillendiriyorlarsa basın özgürlüğü açısından sahiplenilmesi gerekli bir durumdur.
Hatta yarın yeniden anti demokratik uygulamaları destekleyebilecekleri ihtimali olsa bile, demokrasi güçlerinin şimdi bu kesimler üzerinden sürdürülen basın özgürlüğünün engellenmesine kayıtsız kalmaları doğru bir yaklaşım olmaz.
Çünkü bu uygulama baskıcı devlet mekanizmasının ürünü olarak son tahlilde tekçi özgürlükleri yok sayan bir mekanizmanın sonucudur.
Sistem ve baskı mekanizması olarak devle,t şimdi böylesi bir yöntem üzerinden kendisini aklamaya temize çıkarmaya çalışmaktadır.
Bu beraberinde bir algı operasyonudur.
17 ve 25 Aralık operasyonları ile ortaya çıkan yolsuzluklar başta olmak üzere demokrasi ve özgürlükler konusundaki her türlü hak ihlali, böylesi bir yöntemle üstü örtülmeye çalışılmaktadır.
Düne kadar kol kola hareket eden bu kesimlerin bugün sürdürdükleri kavganın yolsuzlukların aklanması adına yapıldığını unutmadan, ancak basın özgürlüğü ilkelerinin de savunulmasından vazgeçmeden bir yaklaşımda bulunmak durumundayız.
“Birbirlerini yesinler” diyerek bir kenara çekilmek basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü gibi haklar konusunu anlamamak demektir.
İnsan hakları panelinde bu konuda yapılan değerlendirmelerde Yazar Oya Baydar, biraz çuvaldızı kendimize batıralım diyerek yaptığı değerlendirmelerde çuvaldızı biraz fazla batırdı, dolayısıyla bazı değerler zedelendi.
İnsan hakları konusunu tamamıyla vicdani bir yaklaşım olarak ele elen bir anlayış ile toplumsal sistemin getirdiği gerçekler es geçilerek, sınıfsal kriterlerin sonuçlarına bağlı olarak toplumsal sistemin oluşturduğu hak ihlallerini sadece vicdan yaklaşım ile bilince çıkarmak hak ihalelerindeki sistemin ve devletin rolünü gözden kaçırabilir ve hak ihlallerine karşı verilecek mücadelenin toplumsal yönü yok sayılarak örgütlü olmanın gereği zedelenebilir.
Buradan hareket edilerek ‘haklar mücadelesi ideolojik olamaz’ yaklaşımı demokrasi ve özgürlükler adına verilecek mücadele de hedeflerin doğru ele alınmasını engelleyebilecek bir yaklaşımdır.
İnsan hakları tabiî ki vicdani bir yaklaşımı gerektirir, bunu kimse inkar edemez , vicdani yaklaşımda bulunmadan zaten toplumsal sistemin kodlarını anlayabilmek söz konusu olmaz.
Ancak olayın sadece vicdani yönü ile sürdürülecek insan hakları mücadelesinde en büyük tehlike; celladımıza aşık olabilecek bir gelişimi yaşama riskinin olmasıdır.
Sınıf kriteri yok oldukça işçilere emekçilere hayatı zehir eden ceberut devlet uygulamalarının tuzaklarına her geçen gün daha fazla takılarak, tökezleyebiliriz.
Hatta öyle bir noktaya varırız ki; AKP gibi bir partinin mağdur olduğunu söyleyerek; kendilerini ziyaret ederek bu mağduriyeti paylaşma adına bazı tuhaf iletişimlere kadar gidecek uygunsuzluklara düşebiliriz.