Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Kim daha iyi tokalaşıyor!..

Seçimlere 10 gün kaldı. Bu seçimler diktatörlük ile demokrasi barış ve özgürlük tercihi arasındaki bir seçim olarak son derece stratejik bir öneme sahip olmasına rağmen seçim çalışmaları itibarıyla bunun karşılığını göremiyoruz. Bu durum, sadece tekrar bir seçim olarak, sonuçların kamuoyu yoklamalarına göre 7 Haziran seçimlerinden çok farklı olmayacağı şeklindeki gerekçeler ile açıklanamaz. Seçimlerin kendine yüklenen anlama uygun koşulların yol açtığı şartlar böylesi bir gelişmeye yol açmıştır. Milletvekili adaylarının ve siyasi partilerin propaganda faaliyetleri son derece kısırlaşmış, adeta el sıkmanın temel bir çalışma haline geldiği bir formata dönüşmüştür. Böyle olunca vatandaşlar yeni bir tartışmayı ironik olarak gündeme koydular; "Kim daha iyi el sıkıyor !'

1161

 Bundan sonraki seçimlerin yükselen sektörü; ‘en iyi el nasıl sıkılır’ eğitimi veren kuruluşlar olacaktır herhalde!...

Yaptığımız bu ironinin dayandığı gerekçeler, içinde bulunduğumuz durumu çok net olarak algılamamıza yardımcı olacak içeriktedir.  

7 Haziran seçimlerinde halkların kırmızı kartını gören AKP ve saray yeni bir plan eşliğinde ‘tekrar seçimi’ gündeme getirdi.

Bu plan şiddet ve savaş politikalarını devreye sokarak işletilmeye başlandı.

Suruç’ta 34 devrimcinin katledilmesiyle başlayan Ankara katliamına kadar sürdürülen cinayetler serisi, yerleşim bölgelerinde sivil halkın katledildiği, tutuklama ve gözaltılar ile sürdürülen yoğun bir baskı ile birleşince halkın doğal olarak tepkileri farklılaştı.

PKK’nın karşı eylemlerinin de eklendiği süreç, siyasal toplumsal hayatı tamamıyla terörize edince, AKP ve saray bir şekilde amacına ulaştı ve bu kulvarda halkın güvenlik duyguları üzerinden nemalanmak üzere 13 yıldır sürdürdükleri sözde istikrar propagandası şimdi  güvenlik üzerinden, yeniden devreye sokuldu.

İlk aşamada bu yöntemin etkilerini seçim propagandası döneminde yaşıyoruz.

CHP ve HDP doğal olarak seçim mitinglerinden vazgeçti, bunun sorumlusu meşruluğu olmayan hükümet ve saraydır.

Halk kitleri üzerinde korku yaratarak onların iradesine müdahale etmek tam da budur.

Seçim kampanyalarının renkli etkinlikleri konusundaki girişimler azaldı.

Tüm bu gelişmeler sonrasında siyasal ve ideolojik mesajların etkisi kısırlaştırılmış oldu.

13 yıllık AKP hükümetinin deneyimlerinin getirmiş olduğu sonuçların tartışılmasını engellemek AKP açısından yıpranmanın, gerilemenin önünü almak için vazgeçilmez bir tedbirdi.

Birde buna basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü noktasındaki kısıtlamalar ve baskılar eklenince hayatın yeniden toz pembe gösterilmesi için gerekli koşular yaratılmış olacaktı.

Hele birde yandaş, satılmış medyanın çabaları ve dezenformasyon, karalama temelinde sürdürülecek propagandalar devreye sokulunca vaziyeti kurtaracaklarını sanıyorlar herhalde…

Hafta sonu gerçekleştirilen 68 gençlik önderlerinden Aydın Çubukçu’nun katıldığı “savaş politikaları ve barış” konferansında belirtildiği  gibi emperyalist kapitalist sistemde savaş politikalarının  bir özelliği de  halkın yükselen muhalefetinin ezilmesi gerçeği üzerinden bu gelişmeyi irdelediğimizde kapitalistlerin nasıl stratejik yaklaşımlar içersinde olduğunu görüyoruz.

Aydın Çubukçunun ifadesi ile “savaş çok faydalıdır, kapitalistler için “ yaklaşımı bugün çok net olarak kendisini ortaya koymaktadır.

 Savaş politikalarını devreye koyan AKP ve saray, halkın mücadelesini ezmek adına giriştiği bu operasyonun ilk meyvelerini 1 Kasım’da almak istiyor.

Seçim kampanyasını şiddet ortamının sonuçları üzerinden kısırlaştırarak ilk adımını atan AKP ve saray, savaş politikalarını devreye koyarak amacına ulaşmak isterken unuttuğu bir şey var;13 yılık AKP dönemi uygulamalarının sonuçları olarak halkların kendi deneyimleri ile oluşturdukları bir bilinç var ki ne yapılırsa yapılsın bu gerçeğin değiştirilmesi mümkün değildir.

Bu bilinç, 1 Kasım’da sandığa yansıyacak ve sonrasındaki mücadele ve örgütlenmenin ihtiyaçları temelinde yeniden biçimlenecektir.

Ortalıkta çok fazla seçim kampanyalarının sıcaklığını görmesek de vatandaşın algı dünyasındaki gelişmeler hiç de öyle duyarsız değildir.

Halklar 13 yıllık AKP hükümetin uygulamalarının sonuçlarını irdelemekte, sonuçları itibarıyla yaşadıkları baskı zulüm katliam uygulamalarına karşı, ekonomik olarak her geçen gün olumsuzlaşan koşulların yaşamlarını nasıl zehir ettiğinin bilinciyle tepkilidirler.

Halklar sandık başına giderken, “400 milletvekilini verseydiniz bunlar olmazdı” diyen bir zihniyeti çok iyi bilmektedirler.

Her gün daha çok yoksullaşan, borç batağı içersine düşmüş işçi, memur, emekli 13 yıldır sürdürülen; zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul hale getiren AKP politikalarını göz önünde bulundurmayacak mı?

Ürününü tarlada bırakmak zorunda kalan, ürettiği mahsulün maliyetini karşılamadığı koşullarda,  köylülerimizin köylerini terk ederek, ucuz işgücü piyasasının bir unsuru haline dönüşerek, tarımın ve köylülüğün yok edildiği politikalara sessiz mi kalınacaktır? 

Eğitim, sağlık, barınma gibi temel ihtiyaçların; kapitalizmin vahşi sömürü mekanizmaları altında  ‘paran kadar sağlık’, ‘paralı eğitim’, ‘dinci gerici eğitim’, barınma ihtiyaçlarının yandaş müteahhit rantına kurban edildiği gelişmeleri görmemek mümkün mü?

Yaşam alanlarımıza yapılan saldırıları; nükleer santralleri, HES’leri, siyanür ile zehirlenmek istenen topraklarımızı,suyumuzu havamızı doğamızı  yok ederek geleceğimizi karartma girişimlerini unutmak söz konusu olabilir mi ?

Gençliğin büyük bir geleceksizlik tehlikesiyle karşı  karşıya olduğu, genç  işsizliğin ayyuka çıktığı gençlik sorunlarını nasıl görmeyeceğiz!

Kadınlara uygulanan şiddet, kadın cinayetleri, kadın emeğinin sömürülmesi nasıl yok sayılabilir?

Katliamlar, anti demokratik uygulamalar demokratik hakların gasp edilmesi temelinde güvenlik güçlerinin şiddetini nereye koyacağız!

Ülkemizi bir savaş  yerine dönüştüren, kendi halkına katliam yapmaktan çekinmeyen, dış politika uygulamalarıyla her an sıcak bir savaşın içersinde kendimizi bulacağımız  savaş koşullarında nasıl insanlıktan, bahsedebiliriz?

Tüm bu gerçekleri yok mu sayacağız!

Hukukun, adaletin, eşitliğin yok sayıldığı tek adam diktatörlüğüne doğru yol almaya çalışan AKP ve saray iradesini durdurmak bir, insanlık görevi haline gelmiştir.

Türkiye halkları 13 yıllık deneyimleriyle yaşadıklarını şöyle bir gözden geçirdiğinde; bu politikaların sürdürülmesinin gelecek adına ne kadar tehlikeli ve riskli olduğunu  göreceklerdir.

Artık bıçak kemiğe dayanmıştır,   1 Kasım’da gericiliğe faşizme ve diktatörlüğe dur demenin zamanıdır.

 O zaman; “İnadına barış”, “İnadına eşitlik”, “İnadına özgürlük”, İnadına adalet”,İnadına insan”

Şimdi, sarayı barış altında bırakma zamanı…