Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Kendimi tarlalara vurdum...

2074
Hafta sonu kent dışındaydım. Köyleri gezdim. Köyler adeta boşalmıştı Havanın güzel olmasını fırsat bilen köylüler yeni bir umut ile tarlarındaydılar. Kimisi çapa yapıyor, kimisi zeytinlerini buduyor, tohum atıyor, tarlalarını yeni hasada hazırlıyorlardı. Çoluk çocuk bütün ev halkı karınca gibiydiler. 
 
Yeni hayalleri vardı önlerinde.
Her şeyden önce umutluydular.
Yaşanmış onca acı deneyime karşı yeni bir üretim heyecanıyla besleniyordu umutları.
Belki her yıl aynı duygular ile başlayıp hasat sonrasında hayal kırıklığına dönüşen bir sarmal içersindeydiler.
Böyle bir gerçeklik vardı tarımsal üretimin kendi dünyasında.
Onlar yine ilk adımlarını umut ile attılar.
Ne olursa olsun; “milletin efendisi” olarak tanımlanmamışlar mıydı?
Bu bile yetiyordu, belki onlar için
Gerçekler ile yüzleşmekten de kaçınmıyorlardı.
“Bir heyecan ile başlarız, onca emek ve çabaya rağmen yıllardır iki yakamız bir araya gelmiyor” değerlendirmesini yapan köylüler çözüm olacak tedbirlere susamış gibiydiler.
Kısa bir sohbet sonrasında,  soruları “Ne olacak bizim halimiz” şeklinde oldu.
Bu soru hepimizin sorusuydu aslında…
Köylüler hiç olmaz ise üretimin getirdiği duygular ile umutla bakıyorlardı, kısa bir süre sonra gerçekler ile yüzleşecek olmalarına rağmen.
Bende bunları düşünürken kendimi bir balık lokantasında buldum.
Rakı balık gerçeği bütün bu gerçekleri bastırdı desem de;  kulaklarımda “Fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar her şey emeğin olacak” sloganları çınladı.
Zaman tüneli ile beni 1980 yılı öncesine taşıdı.
O günler şöyle bir film şeridi gibi gözümün önünden gelip geçti
32 yıl sonra 12 Eylül darbecilerinin yargılanması için açılan davayı düşününce oynanan komediye bu sefer  gerçekten çok güldüm.
O günleri yaşayan insanların bu komediyi anlamasının zemini daha güçlü.
Tıpkı umut ile hasada başlayan köylülerin hasat sonu yaşadığı duygular gibi.
Bir hafta sonunu böylesi geçirdim.
Düşündüm, düşündüm…
12 Eylül 1980 darbesi;  bugün her şeyi ile varlığını sürdürüyor.
Öyle olmasa, bir yazar ve sanatçı olarak gönüllerde taht kurmuş Meral Okay’ın ölümü sonrasında bir basın kuruluşu “o kadın öldü” şeklinde başlık atabilir miydi?
Can Dündar ne güzel yazmış, kalemine sağlık;
“Meral gibi yazamayan, tarihe meydan okuyamayan, kabaramayan kel Fatmalar!
Siz, “Ölülerinizi hayırla yad ediniz” buyruğunu dahi çiğneyecek kadar kindar, bir o kadar çirkinsiniz; yuh olsun!
Sevgiyle uğurladığımız “O kadın”, “yine güzel, yine çiçek...”
Hamdolsun!”