Sermet Atadinç

sermet@canakkaleolay.com

Kaygılanmak için çok neden var…

959
Cumhurbaşkanının Kürt sorununa ilişkin açıklamaları karşısında, hükümetin de sessiz kalması sonrasındaki gelişmeleri analiz ettiğimizde ortaya çıkan sonuçlar ciddi olumsuzlukların yaşanabileceğine işaret etmektedir.
Önce şunu tarihe bir not edelim; süren çatışmasızlık halinin devam etmemesi ile ortaya çıkabilecek her türlü sorunun yegâne sorumlusu egemen siyasi iradedir.
AKP, ortaya çıkabilecek bu olumsuz tablonun birinci derecedeki sorumlusu olacaktır.
Kürt sorunu yoktur deyip, sonrasında çözüm sürecine ilişkin atılan bazı adımların yok sayılması üzerine HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in yapmış olduğu açıklamalar sonrasında sürecin geleceğine ilişkin kaygılarım daha çok arttı.
Tekçi anlayışın fütursuz bu uygulamalarının geldiği noktadaki tahammülsüzlük, yok sayma, ötekileştirme kabul edilemez noktalara ulaştı.
Öyle ki, Kıbrıs’ın seçilen Cumhurbaşkanı ile yaşanan polemiğin özü; dayatma, halkların iradesini yok sayan anti demokratik müdahaleci bu anlayışa dayanmaktadır.
Bu siyasal öz şimdi kendisini birçok alanda göstermektedir.   Ülkemiz, halkların kardeşliğinin yok edileceği çatışma ortamına doğru hızla yol almaktadır.
Nereye baksanız bunun izlerini görebilirsiniz.
Yok etmek, başını ezmek gibi yaklaşımlardan sonra şimdi de AKP Genel Başkan Yardımcısı  Süleyman Soylu, ‘başınıza yıkarız’ tehditleriyle bu kervana katıldı.
HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ`ın içinde bulunduğu araç Diyarbakır girişinde polislerce keyfi bir şekilde durdurularak aranmak istendi. Polisler, Yüksekdağ ve araçta bulunan danışmanlarını tanımalarına rağmen kimlik kontrolü dayatması yapılarak kimlikleri GBT`den geçirildi.
Gazeteciler Cemiyeti tarafından 1 Mayısı izlemek için kimlere basın kartı verildiği konusunda emniyet teşkilatının ısrarı sonrasında bu kartların geçerliliğinin olmayacağına hükmedilmesi basın mensuplarının kontrol altına alındığı bir medya düzeni uygulaması, bir kez daha özgür basın alanındaki devletin müdahalesinin örneği olmuştur.
İşte bundan dolayı bazı düşünce kuruluşlarının ülkemizi basın özgürlüğünün olmadığı ülkeler arasında göstermesi boşuna değildir.
Bu satırları yazdığım sırada işçilere Taksim’e yasaklayan, alınan önlemlerle sıkıyönetim uygulamalarını hayata geçiren siyasal iradenin 1 Mayıs’ı kutlamak üzere meydanlarda olacak işçilerin nelerle karşılaşacağı henüz belirginlik kazanmamıştı.
Ancak öyle tahmin ediyorum ki; bildik klasik baskı ve şiddet uygulamalarına maruz kalacaklar, gözaltılar olacaktır.
Siyasal irade sömürü düzenini sürdürmek için şiddeti her zaman
her alanda devreye sokmaktan geri durmamaktadır.
Halkların kardeşliği ve barış adına atılacak adımların engellenmesi için, şiddet siyasal irade tarafından tercih edilen yöntem olursa; bunun sonuçlarının ağır olacağı 30 yıllık deneyim ile sabittir. 
İşte bu bakımdan 7 Haziran seçimlerinde AKP hükümetini durdurmak son derece önem kazanmıştır.
Bunun içinde tüm ilerici, devrimci, ezilen, mağdur olan herkes net bir şekilde tavrını ortaya koymalı ve HDP’nin %10 barajını yıkması açısından sorumluluk almalıdır.
Bu ihtiyaç, bazı genel söylevlere kurban edilemeyecek kadar vazgeçilmez olan bir somut durumun sonucudur.
Barış demokrasi ve özgürlükler AKP’nin gelecek planı olan başkanlık sistemine teslim edilemez.
Bu planın bozulması demokrasi be özgürlükler alanında yaratılacak kazanımlar açısından 7 Haziran seçimleri önem kazanmıştır.
Yeni yaşam çağrısı tüm işçilerin, emekçilerin, kadınların, gençlerin,  yaşam savunucularının etnik mezhepsel ve dinsel ayrım gözetmeksizin ezilen halkların, her şekilde mağdur edilen kesimlerin gelecek planıdır.
Egemenlerin şiddet üzerine kurguladıkları her türlü hesabı boşa çıkarmak için 7 Haziran başlangıç olmalıdır.