Doç. Dr. Coşkun Bakar
Jared Diamond’u bilenleriniz vardır. Bilmeyenler için “Tüfek, Mikrop ve Çelik” kitabını hatırlatabilirim. 1998 yılında Pulitzer Ödülü alan kitap, “Neden Avrupalılar Amerika’yı keşfetti de Amerikalılar Avrupa’yı keşfetmedi?” sorusundan yola çıkarak, okuyucuyu insanlık tarihinde yolculuk yaptırmaktadır. Daha sonra belgeseli de çekilen bu kitap hem dünya tarihi açısından hem de insanlık tarihi açısından birçok soruyu herkesin anlayabileceği bir dilde anlatmaktadır. Jared Diomand halen Kaliforniya Üniversitesi’nde çalışmakta olup, antropoloji, evrim biyolojisi, biyocoğrafya alanlarında çalışmaktadır. Bu yazıya konu olan çalışması ise medeniyetlerin nasıl çöktüğünü ya da ayakta kaldığını inceleyen “Çöküş” isimli kitabıdır. Kitap 2005 yılında yayınlaşmış ve Türkiye’de Timaş yayınları tarafından 2005 ve 2006 yıllarında basılmıştır. Kitap, Paskalya Adası, Mayalar ve Görland’da yaşanan tecrübelerden yola çıkarak, doğanın gösterdiği tehlike işaretlerinin önemsenmediği, kaynakların düşüncesizce yok edildiği durumlarda insanoğlunun başına hangi felaketlerin geldiğinin izini sürmektedir.
Bu yazıda da Amerika Birleşik Devletleri’nde(ABD) bulunan Montana Eyaletindeki madencilik faaliyetlerinin sonuçlarını Diamond’un anlatımıyla sizinle paylaşmaya çalışacağım. Kim bilir? Belki de bu yazı sayesinde kitap birkaç kişi tarafından okunur. Böylece Çanakkale’de yakın zamanda başlayacak olan ve birçok kişiyi zengin olacağı hayali ile mutlu eden altın madenciliğinin orta ve uzun vadede ne gibi miras bırakacağı belki anlaşılabilir! Gerçi bizim ülkemizde ne halk ne de devlet nezdinde bilginin alıcısı ve kullanıcısı yoktur; ancak yine de biz öğrendiklerimizi kamuoyu ile paylaşalım. Kimin işine yararsa o kullansın.
Kitabın 45 ile 99. Sayfası arası Montana Eyaletine ayrılmıştır. Bu Eyalet ABD’nin kuzeyinde yer almakta olup, Kanada’ya komşudur. Eyalet ile ilgili ilginç bilgileri kitaptan ayrıntılı okuyabilirisiniz. Ben Montana’nın madencilik ile ilgili yaşadığı deneyimlerden örnekler paylaşacağım.
Montana’da toksik atıklarla ilgili sorunlar geçen yüzyıldan kalan madencilik uygulamalarından gelmektedir. Eyalette bakır, kurşun, molibden, paladyum, platin, çinko, altın ve gümüş gibi birçok maden rezervi bulunmaktadır. Diaomand, kitabında bu bölüme girerken madencilik sektörünü sorgulamadığını, ancak önemli olanın nerede ve nasıl yapıldığı meselesi olduğunu vurgulamaktadır.
Diamond, Montana’da 20 bin terk edilmiş maden olduğunu ve bunların büyük bir kısmının yer altına toksik asit ve metal sızıntısı yaptığını belirtmektedir. En önemli sorunun da bu madenleri ıslah edecek mali sorumlunun olmamasıdır.
Şekil 1. Butte’daki bakır madeni, Berkeley Çukuru, Montana
Montana’da madenciliğe bağlı sorunlar, bundan bir yüzyıl önce Butte’daki dev bakır madeni ve hemen yanındaki dökümhane nedeniyle çiftçilerin sığırları ölmeye başlayınca ortaya çıkmıştır. Bunun üzerine çiftçiler Anaconda Bakır Madeni İşletmeciliği’ne dava açılmıştır. Anaconda sorumluluğu üstlenmediği gibi ve davayı da kazanmıştır. Ancak yine de 1907 yılında ise zehirli atıklar için havuz inşa ettirmiştir. Diamond’un anlattığına göre ABD’de madencilik ruhsatı alan her şirketin zehirli atıkların temizlenmesi için tahvil alma zorunluluğu bulunmaktadır. Bu tahvilleri elinde bulunduran şirket, maden şirketinin iflası durumunda atık temizleme görevini üstlenir. Ancak tahviller çoğunlukla atık temizleme işlemlerini karşılayamaz. Eski şirketlerin ise böyle bir zorunluluğu olmadığından çevreyi kirletmeye devam ederler.
Montana’lılar son yıllarda özellikle siyanürle maden elde edilme yöntemlerine yönelik olarak yasal düzenlemelere öncülük etmişlerdir. Diamond’un aktardığına göre bir Montana’lı şöyle söylemektedir:
“Şimdi geriye dönüp baktığımızda, biz vergi mükelleflerin cebinden çıkan milyarlarca dolarlık atık temizleme giderleriyle kâr payı doğrudan Doğu Amerika veya Avrupalı hissedarlara giden madenlerden kazanılan paralar yan yana konulduğunda, ‘Bu işe hiç girmeseydik’ diyoruz. Bugün anladık ki, burada hiç bakır madeni çıkarılmasaydı ve ihtiyacımız Şili gibi ülkelerden ithal edilseydi, bugün Montana çok daha iyi durumda olur, bütün sorunlar Şili’de kalırdı!” (Sayfa:56)
Yazar bir kitaptan yaptığı alıntıda, ASARCO isimli maden arıtma şirketinin toksik maddeleri temizlemediği için kınanamayacağı söylenmektedir. Çünkü, şirketlerin varlık amacı hissedarlarına daha fazla para kazandırmaktır. Para kazandırma süreci gereksiz yere para harcamamayı gerektirir. Başarılı işletmeler, faaliyetlerine devam edebilmek için giderlerle, ahlâki zorunluluklar arasında doğru tercih yapabilenlerdir. Bunun adı Amerikan kapitalizmidir.
1971 yılına kadar Montana Eyaletinde kapatılan madenlerin temizleme zorunluluğu yoktu. Burada Amerikan kamuoyu ile şirketler arasındaki ilişkiden bahsedilmekte olup atıklardan, maliyet nedeniyle temizlemeye yanaşmayan vergi mükelleflerin de şirketler kadar sorumlu olduğu belirtilmektedir. Bu bölgede görülen üç davanın bu konuda örnek olarak gösterilmektedir: Bunlar, Milltown Barajı, Clark Fork ve Pegasus Zortman-Landusky Madeni davasıdır. Bu üç davanın detayları verilmemekle birlikte kısaca sonuçları sunulacaktır. Merak eden kitaptan bu konuyu okuyabilir.
1955 yılında Butte’de 1,5 km çapında ve 550 metre derinliğinde Berkeley çukuru adı verilen maden çukuru açıldı(Şekil 1-2). O dönemde bu maden ABD’nin önemli bakır madenlerindendi.
Şekil 2. Berkeley Çukuru
Google earth
Ancak bu durumun ardından Clark Fork Nehri’nde asidik toksik metal tortuları birikmeye başladı. Bu arada şirketlerin zarar etmesi ve başka şirketler tarafından alınması işleri karmaşıklaştırdı. 1983 yılında maden kapatıldı. Berkeley Çukuru da dâhil olmak üzere Clark Fork Nehri Amerika’ya en pahalıya mal olan temizleme alanı olarak kaldı.
Bir diğer konu da Milltown Barajı’dır. 1907 yılında yapılan barajın amacı bir kereste fabrikasına güç sağlamaktı. Ancak baraj, Butte madenlerinden sızan ağır metal ağırlıklı 6 milyon metre küp tortu ile kirlenmiş durumdadır. 1981 yılında bölgede yaşayan halkın suyunda Arsenik seviyesi artmıştır. Bu dönemde Arsenik Federal standartların 42 katına kadar yüksek değerde ölçülmüştür. Barajın yıpranmasından dolayı elden geçirilmesi gerekmektedir; ancak bu iş için gönüllü bir yatırımcı bulmak son derece zordur. Ayrıca bölge deprem bölgesidir. 1996 yılında bir kaza sonucu yıkılma tehdidi yaşamıştır. Böyle bir olay yaşandığına Montana’nın en büyük şehri Missoula’nın suyu içilmeyecek ve balık avlamak hayal olacaktır. Şirket bölgede yaşanan arsenik sorununu ve kanser vakalarındaki sorumluluğunu red etmeye devam etmektedir. 2003 yılında ise barajın kaldırılması kararlaştırılmıştır.
Bir diğer konu da Zortman-Landusky Madeni davası. Bu bölgede siyanür ile altın elde edilmektedir. İşlem sonucunda ağır metal yoğunluğu olan atık yığının altında kalan sızdırmaz tabaka zarar görmüştür. Böyle bir durum yağmur fırtınası sırasında ortaya çıktı ki siyanür püskürtmesi esnasında neredeyse işçiler ölecekti. Şirket iflas etti atık yığınını öylece bırakıp gitti. Milyonlarca dolarlık atık temizleme maliyeti vergi mükelleflerin sırtına kalmıştır.
Bilimsel yöntemle karar verebilmek günümüzde en önemli kazancımız. İnançlar ve ideolojilere göre karar vermek çoğu zaman insanlığı felaketlere sürüklemiştir. En büyük ideoloji de sonsuz para kazanma hırsıdır. Evet, altın günümüzün en önemli değeridir. Ancak bu değeri ona bizim verdiğimizi unutmayalım. Kullanım değeri olarak altına ihtiyacımız sandığımızdan daha da azdır. Diyeceksiniz ki, dünyanın gerçeklerini görmezden mi gelelim? Hayır, gelemeyiz zaten. Ancak vazgeçilmez sanılan gerçeklerin de yıkılabildiğini defalarca ve defalarca gördük. Hangisi mi? Merak ediyorsanız biraz dünya tarihi okuyun. Bizim okullarımızda okutulmayan dünya tarihini okuyun yalnız; savaşların ve hükümdarların tarihini değil! Kitapçılarda çevrilmiş çok popüler dünya tarihi kitabı var.
Bazıları ülkemizin madenlerini ekonomiye katacakları için çok mutlular ve ülkeye önemli hizmetler yaptıklarını düşünüyorlar. O zaman çok uzatmadan şu soruları sormak lazım:
Bundan 20-50 yıl sonra Montana’da yaşanan yukarıda özetlediğimiz sorunlar bu bölgede de yaşanırsa bunun hesabı nasıl verilecek?
Milltown barajında olduğu gibi Atikhisar barajı da bir şekilde zehirli atık birikintileriyle kirlenirse ne olacak?
Hatırlarsanız iki yıl önce ya da üç yıl; oldukça fazla yağmur yağmıştı. Bu yağmurlar önüne kattığını Atikhisar Barajına taşımıştı. Benzer bir durum bu madenlerin açıldıktan sonra(Çünkü farklı bölgelerde olsa da Çanakkale il sınırları içinde 10 civarında altın madeni açılması söz konusu olabilecek) olursa ve yağmurlar, ormanın ortadan kalktığı ve erozyonun da kolaylaştığı topraklardan zehirli atıkları baraja taşırsa suyumuzu nereden alacağız. Amerika’da bile atıkların temizlenmesi için muhatap bulunamazken, Türkiye’de kim temizleyecek?
En önemli soruyu da sona bırakıyorum. Hepsi bir yana tamam mükemmel bir atık yönetim sistemi kurdunuz diyelim. Gerçek anlamda, şirketlerden bağımsız ve herkesi tatmin edilecek bir maliyet analizini karar verenler yaptı mı? Montana Eyaletinde yaşayan insanlardan öğrendiğimize göre madenlerden kazanılan paralar, yaşanılan orman kaybına bile değmemiş görünüyor. Peki bizim ormanlarımız bu kadar değersiz mi?
Bütün tartışmaları bir tarafa bırakın; siyanür, zehirli atıklar, asit kaya drenajı, altının onsu, vb…
Yukarıdaki fotoğraflara bakın, sonra da gidip madenlerin yapılacağı ormanlık alanlara bakın. O bölgeler tamamen ormansızlaştırılacak. Bu da sizin için sorun değilse; söylenecek tek söz kalıyor. Ne diyelim? Altınınız bol olsun…
Kaynak:
Jared Diamond. Çöküş, Medeniyetler Nasıl Ayakta Kalır ya da Yıkılır? (Çev: Elif Kıral). Timaş Yayınları, İstanbul, 2006.